“Senin duymak istediğin kelimeleri söyleyemez. Sen de ona duymak istediklerini duyuramazsın. Aşkın dili bazı zamanlar sessizlikten ibarettir.”
“Arzuladığım aşk böyle bir şeydi. Tıpkı dedem ve nenemin aşkı gibi. Gerçek aşk.. Beraber yaşamak ve beraber ölmek. Birbirinin kollarında. Arkada gözü yaşlı kimse bırakmadan. Onlar gittiler…beraberce… Beni yalnız bıraktılar. Jhilmil’in yerinde ben olabilirdim. Ama Barfi’ye Jhilmil sahip oldu. Çünkü o aşık olmayı planlamamıştı. Sonuçlarını düşünmedi. Hayatının nasıl olacağını düşünmedi. O sadece koşulsuz sevdi. Ve sonunda her şey güzel sonuçlandı.”
Özgürlük yalnız kalabilmeye denir.İnsanlardan uzaklaşabiliyorsan,onlara hiç bir muhtaçlığın,paraya ihtiyacın,sürüye uyma içgüdün,aşka,şana,şöhrete hevesin ya da merakın yoksa özgürsündür,bunların hepsi yalnızlıktan ve sessizlikten beslenir.Yalnız yaşayamıyorsan doğuştan kölesin demektir.
“Özgürlük, yalnız kalabilmeye denir. İnsanlardan uzaklaşabiliyorsan, onlarla hiçbir muhtaçlığın, paraya ihtiyacın, sürüye uyma içgüdün, aşka, şana şöhrete hevesin yada merakın yoksa özgürsündür, bunların hepsi sadece yalnızlıktan ve sessizlikten beslenir. Yalnız yaşayamıyorsan, doğuştan kölesin demektir. Ruhen yada zihnen en yüce mertebelere ulaşmış olabilirsin: Soylu bir kölesin öyleyse ya da zeki bir uşak, ama özgür değilsin. Ve bir trajedinin içinde değilsin, çünkü böyle doğmuş olman bir trajediyse de bu seni değil, kendi kendiyle yüz yüze gelen Kader'i ilgilendirir. Öte yandan, eğer hayatın ağırlığına dayanamadığın için köle olduysan, yazıklar olsun. Özgür doğduğun, kendi kendine yetebilen, insanlardan uzak durabilen biri olduğun halde, zavallının teki olduğun için insanlarla yaşıyorsan, yazıklar olsun sana. İşte bu, nereye gidersen git, kendinde birlikte taşıyacağın trajedindir. ”
Birden bitkinleşiyor, uyuşuyor, üşüyordum, başım dönüyor ve kendimi kaybediyordum. Sonra haftalarca boşluk, karanlık ve sessizlikten başka bir şey kalmıyor, tüm evren hiçliğe gömülüyordu. Mutlak yok oluş bundan öte bir şey olamazdı. Ama bu nöbetlerden çıkışım, onlara yakalanışımdaki hızın aksine yavaş yavaş oluyordu. Ruhun ışığı bana, tıpkı uzun, ıssız kış gecelerinde sokaklarda amaçsızca sürten kimsiz kimsesiz, evsiz barksız bir dilencinin üzerine şafağın yavaş yavaş -onca gecikmeyle- canından bezdirerek- doğması gibi geri dönüyordu.