Tumgik
#zamanla görürüz
bozusuruz · 2 years
Text
İsrayla barıştık
1 note · View note
zodiac-tr · 1 month
Text
Kürtler-1
Son zamanlarda gerek YT'de gerek herhangi bir sosyal medyada gördüğüm Kürtlerin aleyhinde birkaç cahilin söylediği iftiralar ve düşmanlıklar var.
Burada bazı doğru bilinen yanlışları düzeltmek istedim.
Konuya girmeden önce şu dualarla söze başlamak istiyorum,
"Rahman ve Rahim olan Allah(c.c.)'ın adıyla; Ya Rabbi! Beni doğru bir giriş ile girdir ve yine doğru bir çıkış ile çıkar."
Bir ek bilgi kapsamında şunu söylemek istiyorum, sevdiğim bir tarihçi şu sözleri aktarmıştı;
"Türkiye'nin içinde bir Kâfir Türkiye daha var! Dünyada ne kadar azılı kâfir, müslüman düşmanı soysuz varsa hiç şüphesiz hepsini Türkiye'de bulursunuz!"
Türk tarihinde Osmanlı İmparatorluğu'na baktığımız zaman şunu görürüz,
Tüm dünyada tek söz sahibi olan, 72 millete hükmeden bir Türk devleti var. Ve bu 72 milletin içinde bir Kürt ırkı var.
Ya peki bu Kürtler nasıl geldiler Osmanlıya? Nasıl bize tâbi oldular? Orta Asya'da bulundular mı?
Evet birinci soru bu.
Arkadaşlar bakın, Osmanlı hükmettiği 72 milletin içinde kendi ırkı (Türk) da dahil olmak üzere bütün milletlerle savaşmıştı. Hatta sadece Osmanlıda değil, Türk tarihine baktığımız zaman Türkler, en çok kendi ırkı ile savaş vermiş bir millettir. Çünkü Türklerde şu anlayışın olduğu aşikardır,
"Tek baş, tek devlet, tek hükümdar."
Osmanlıya dönecek olursak eğer, Osmanlı'da bunun en basit örneği, bir Türk ırkı olan Azerbaycan (O zamanın Safevi Devleti) ile verdiğimiz savaştır.
{Evet, zamanında kendi gardaşımız ile savaşmıştık. Türkiye'den sucuklar. 👋🏼😄🇦🇿}
Kürtler ise Osmanlıyla savaşmadan, kendi istekleriyle Osmanlı'ya tabî olan bir millettir.
Sadece Osmanlıda da değil. Tarihte Kürtler ve Türkler arasında hiçbir savaş olmamıştır.
İdris-i Bitlisî, 26 Kürt Derebeyini tek çatı altında topladıktan sonra Osmanlı'ya savaşsız tâbi oldu. Bunu gören Yavuz Sultan Selim ise İdris-i Bitlisî'ye fermanlar göndererek istediği kişiye beylik, valilik vermesini lakin kime ne verdi ise devlette bir kaydı olması gerekçesi ile fermanda belirtmesini istemişti.
İdris-i Bitlisî ise fermanı boş göndermişti ve,
"Biz size makam için tâbi olmadık, İslâm için tâbi olduk." demişti.
ŞİDDETLE SÖYLÜYORUM!!!
Şu asalete bakar mısınız?!
Dünya tarihinde başka hiçbir millette eşi benzeri görülmemiş birlik ve beraberlik, Türk ve Kürtün arasında yaşanmıştır!
Dünyada iki farklı ırktan olupta kendilerini kardeşten de öte yakın hisseden Türk ve Kürt'ten başka bir millet göremezsiniz!
Türk bir oguşta Kürt kanı, Kürt bir oguşta da Türk kanını çok kez görürsünüz.
Ahmet Şimşirgil'in de dediği gibi:
"Kürt, Türk'ün sağ eli. Türk de Kürt'ün sağ eli."
Kürtler de Türkler gibi Orta Asya'dan gelmiş bir kavimdir ki bunu da unutmayın!
Yakın tarihte Çanakkale de başta olmak üzere birçok cephede savaş verdik, ve orada şehit olan Türkler, yine şehit olan Kürtler ile birlikte baş başa yatıyor. Aynı toprağı paylaşıyorlar.
Son olarak şunları ekleyeyim,
Hadislere göre bir kimse, kendi ırkını sevmek ile ayıplanmaz.
Ben Türk'üm Türkü de severim, sen de Kürtsen kendi ırkını benden de daha çok sevebilirsin ki bu senin en büyük hakkın. Sonuçta sevgi yakından başlar, yakınlıkla başlar.
Bütün ırklar ise Hz. Adem'den sonra zamanla ortaya çıktığı için, dolayısıyla bu ırk, insanı değerlendirmekte yani bir değere koymakta asla bir ölçü aleti olarak kullanılamaz.
Kâfir Türkiye grubunun çok dillendirdiği bir söz var, "Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur."
Buna eşekler bile güler.
Bir ayetinde Allah (c.c) şunu söylüyor, "Müminler ancak kardeştirler."
Hucûrat Suresi-10
Şunu belirtmek gerekir ise "Müslüman" ve "Mümin" kelimeleri farklı şeylerdir.
Yakın tarihte Kürtlere çok fazla zulüm ve eziyetler yapıldı. Kendi dillerini konuşamadılar, kendi dilleri ile yazılmış şarkılar dinleyemediler ve vb.
Bundan biz sorumluyuz. PKK da bu fırsatla Türkiye'nin içinde bir Kürdistan devleti kurmaya çabalıyordu. Kürt kardeşlerimizin büyük bir çoğunluğu İsrail'in oyununa gelmedi. Bu asillik örneği karşısında küçülüyorum.
Bir millet düşünün her türlü soykırımı gören, fakat soykırım gördüğü el'den ayrılmamakta direnen... Bu oyuna gelmeyecek kadar zeki ve iman sahibi bir millet... Onları, Kürtleri ayakta alkışlıyorum.
Şu ayetle sözümü noktalamak istiyorum,
"Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizi tanıyıp sâhib çıkmanız için milletlere ayırdık. Şunu unutmayın ki Allah'ın nazarında en değerli, en üstün olanınız, takvâda en ileri olandır."
Hucûrat Suresi-13
7 notes · View notes
251121-8 · 6 months
Note
Aşık olmak sizce aptallık mı
Aşık olmak aptallık değildir.Aşık olmayı nasıl aptallık olarak görürüz biliyor musunuz eğer ki aşık olduğumuz kişi yanlış kişiyse veya aşık olduğumuz kişi zamanla kendisi olmaktan çıktıysa o bana göre aptallık oluyor. Doğru kişiye doğru zamanda aşık olun lütfen.
6 notes · View notes
epifizz · 2 years
Note
Bir çok insandan daha bilgilisin bilmenin sınırı yok ama en azından çabalıyorsun bu günümüzde çok az bulunan bir özellik. Ben de bir şeyler öğrenmeye olabildiği kadar bilmeye çalışıyorum ama sonra biri çıkıp diyor ki dünya düz. Ulan diyorum neye yarıyor çabalamak çok moralim bozuluyor. Sana da oluyor mu epi?
Birçok değişik tasarıda iyi, üstün ya da erdemli sayılan edimlerin hemen hemen hepsinin temelinde öğrenme ya da ileri kavrama yetisinin yattığını görürüz. En basitinden bireysel bir iyi yaşam adına her şeyden önce kişinin kendini ve kendi olanaklarını tanıması-öğrenmesi gerektiği gerçeğiyle karşılaşırız. Kendimizi, hayatı, anlamı, ötekini öğrenmek ona dair kavrayışımızı artırmak asli bir gereksinimdir adeta. Aristotales, "Bütün insanlar, doğaları gereği bilmek isterler." derken aslında bilmenin, öğrenmenin asli konumuna vurgu yapmaktadır. Aristotales tam da bu sebeple bilme çabasını, bilgi sevgisini kendi etiğinde en iyiye yerleştirmiştir. Bu kavrayış, etiğin en temel yapısını açığa çıkartır: Öğrenme bizatihi olarak kendi başına bir "iyi" edimi teşkil ettiğinde bu eylem etkinlik halini alır yani kendi amacına içselleştirilerek ödülü bu etkinliğin sonucuna değil bizzat kendisinin eylenmesine yerleşir. Böyle bir bakışta öğrenmek aslidir, onun seni götürdüğü yolun her yeri ödüllerle doludur. Öğreniyor olmanın ikincil ödülleri değersiz demek değildir bu; bilgi hayatının kendisinde barındırdığı, insanı besleyen boyutlarından, kendini ve çevreni fark ettiğin, artmakta olan (ama asla tam olarak tamamlanacağına inanmadığım) bütünlük hissinden bizzat keyif almaktır bahsettiğim.
Ben böyle bakıyorum bu yüzden cehaletin içinde olan insanlara nasıl aşağı seviyede bakıp onlara öfke duyuyorsan aynı seviye atfını yapma cüretini ben de gösterdiğimde elimden yalnızca kendini öğrenmeye kapatanlar için üzülmek geliyor. Başkaları öğrenmiyor diye öğrenmeye çabaladığım için üzülmüyorum, çünkü öğrenme çabamın kendisi bana haz veren yanlar taşıyor. Bazen bu insanların haz etkinliklerini sığ buluyorum ama sonra insanları böyle yargılamanın bana düşmediğini hatırlatıyorum kendime. En nihayetinde ben her şeyden önce kendimi bilmeye çabalıyorum, bu sebeple öğrenme edimim her şeyden önce benimle ilgili başkalarının benim aksim hayatı yaşaması da beni germiyor ya da verdiğim çabayı baltalamıyor. İnsanlar benim gibi bakmak ve yaşamak zorunda değil sonuçta ve onların doğrularının ve yaşamlarının benim için anlamı olmasa dahi bilgi değeri taşıyan yanları neden olmasın? Ben, içinde olmaya çabaladığım bu arayış yolunun kendimce ödüllerinin bizzat kendinden keyif almaya bakıyorum sadece ve bunu yaparken başka bir yaşamı atlama gafletine düşmek istemiyorum.
Bir insan bana "dünya düz" dediğinde ondan öğrenebileceğim şeylere bakıyorum. Elbette kendisinden kitabi bir bilgi edinemem ancak dünyaya bakma şeklinin, algısındaki seçici aşırı şüpheci ve bazı konulara odaklanan yobaz inancının, modern dünyanın yarattığı bu post-truth "tapınakçıların" kendilerinde taşıdığı modern mistikliğin ve çağdaş bilmezliğin barındırdığı özgün boyutların da bana öğreteceği bir şeylerin muhakkak olacağını düşünürüm. En vasat şeyde bile öğrenilecek şeyler vardır diye düşünmekteyim, öğrenme yaşamı içerisinde kibirle yargılamaya ve seçici olmaya başlarsak zamanla bilgi akışını kesip kendimize örmekte olduğumuz duvar içerisinde sıkışmaya başlarız, genişlemeyen bir benlik de gerçek cehalete yani bilmek istemeyen insana denktir benim için ki ben bunu istemem. Biraz normatif konuştum gibi oldu ama bu yazdıklarımın hepsinin koca bir bence olduğunu belirtir, güzel günler dilerim :)
6 notes · View notes
kumvekopuk · 2 months
Text
10.03.24
hayranım bu kırılgan gücüne..
içinde bu dizenin geçtiği bir pop şarkısı var, beni hep bi tuttu, bi yakaladı ilk dinlediğim andan itibaren. keşke bana yazılmış olsaydı dediğim bile oldu.
neden bana yazılmasını istedim? çünkü kırılganlığı hayran olunacak bir şey olarak niteliyordu. hatta güç atfında bulunmuş ve zayıflık olarak nitelendirmiyordu.
küçüklüğünden beri göz yaşının damlaması bir göz kırpmaya bakan kişi olmamdan mütevellit sulu göz olarak nitelendirildiğim için kırılganlık muhtemelen kötü bişi olmalıydı.
alınganlık demiyorum ama bakın kırılganlık diyorum. arada çok ciddi fark var. alınganlar genel olarak dünya kendi etrafından dönüyor her şey onlarla ilgili olmalı diye düşünürken; kırılganlar genel olarak duygu yüklü ve hassastır. hatta alıngan insanlar kırılgan olduğunu bile kabul etmezler çoğunlukla.
ezelden güceniklerle yaşamak çok zordur bunu yıllar önce benden daha gücenik biri ile karşılaştığımda anladım. bana o kadar güzel aynaladı ki bu durumu ben kendimi düzeltme fırsatı buldum o nedenle bana ayna olan tüm insanlara da özellikle minnettarım.
alınganlığımla başedebilmeyi öğrenmiş olsam da kırılganlık ve hassaslık her daim bâki. sanıyorum bu ruh da bana böyle emanet edildi. yani ben de isterdim ki duygularım içimi titretmesin de o göz yaşı oradan “kolayca” akmasın.
tırnak içinde kolayca diyorum çünkü hiç kolay değil her şeye içlenmek.
ve hayat içli köfteler için de bi hayli zordur.
kırılgan ve hassas insanlar üzülmemek için - başka bir deyişle kendini korumak için - zamanla hissizliği refleks edinebilir. hissiz durmak, kendini kapatmak, dışına bir kabuk örmek ve onun içine saklanmak bazen çözüm gibi gözükse de aslında değildir. kabuğundan çıkmak yazıldığı gibi kolay olmasa da yapıldığında bir kat daha güçlendiğimizi görürüz. zor bi durumla başbaşa kalma ihtimalini göze almak kırılma ihtimalini de beraberinde getirirken aynı zamanda güçlenmeyi de bonus olarak sunar. işte sanıyorum bu da kırılganlıktan gelen güç oluyor. karanlıkla yüzleştikçe korkularımızdan arınıp ışığımızın parlaklığını daha net görebilir oluyoruz.
ateşböceği misali bir yanıp bir sönsek de bu yaşama ve ışık sunma çabası her daim takdire değer. kırılma ihtimalimizden korkmadığımızsa sayısız yeni olasılığa da kucak açmış oluruz. elbette her zaman iyi gitmez ama iyinin ve kötünün ötesinde bir yer var orada buluşalım sözündeki gibi bi yer lazım bize.
daha doğru bir deyişle öyle bir yer zaten var, oraya ulaşma arzusu lazım diyelim. zihnin getirdiği dualitelerden sıyrılıp mana aleminde birliğe doğru ilahi aşk ile ilerlemek nasip olsun.
0 notes
kenopsia52 · 2 months
Text
+ Ayağa kalkmışsın.
- Anlamadım? Ayağa kalkmışsın derken?
+ İmparatorluğun yıkıldığından beri o ağacın altındaydın. Bir kez olsun kalkmamıştın. Neredeyse köklerinin orada olduğunu düşünecektim.. Uzun zamandır oralarda otururdun ve boş gözlerle etrafı seyrederdin Arın. Bunu diyorum.
- Biliyorum. Ama orada oturan adamda bir şey vardı. Her şeyini kaybetmesine rağmen bir yanını hiçbir zaman kaybetmedi. Hayata karşı boş gözlerle bakardım mı? Yoksa bakıyorum mu? Hâlâ öyle ama bu geçecek, sanırım. Sadece yoruldum artık böyle oturmaktan ve belki geri gelmeyecek birisini beklemek.. olmadı ve vakti gelmişti. Büyük bir karanlık geliyor demiştin. Bende buna karşı hazırlanıyorum. Ve bundan sonrasında seçimlerim bir sonraki hayatımın belirleyicisi olacak.
+ Anladım. Peki yetişebilecek misin bu karanlığa karşı? Bu olanlara süren yetecek mi? Çünkü yavaş yavaş yapıyorsun ve etrafa bak Arın. Sevdiklerinin ölü bedenlerini öldüğü yerlere defnetmişsin. Bu sahiden ürkütücü ve üzücü.. öldükleri yerde gömülmeleri... Sana o zaman güç veremedim Arın, özür dilerim...
- İnanıyorum, yetişeceğim. Ve yavaş yavaş, sakin sakin ilerlemek istiyorum. Çünkü öyle yaptığım zaman da aklımdan hepsini bir daha öldüreceğim ve onları hafızamın o yerine hapsedeceğim. Biliyorum, bu yüzden yerlerinden çıkartıp mezarlığın oraya defnedeceğim. Canım yanacak ama alışacağım her zamanki gibi, o yüzden sorunu yok. Baksana: her taraf yıkık dökük, molozlarla dolu; Elma ağacı, İncir ağacı ve Ihlamur ağacı dışında bütün ağaçlar kurumuş ya da yıkılmış. Okyanus çekilmiş, İmparatorluğun üzerine yıkımdan sonra hiç yağmur gelmemiş, gelmediği gibi de güneş hep sıcaklığını hissettirmiş, bir canlı bile hayatta kalmamış, kervan geçmez olmuş kuş uçmaz olmuş, buranın adı "son" olmuş, zamanla unutulmaya yüz tutmuş ve yüzyıllar boyu yalnız başına sadece adamın varlığı ile kalmış.. geri kalan kirli, acı dolu izleri ile... Ne kadar şairane ama ha değil mi? Takma kafana siktir et alıştım ben bunlarla yaşamaya. Sadece yokluklarına alışmam gerekecek :') hey sorunu yok sen o zaman yanımdaydın, hemde son ânıma kadar. Sakın bir daha böyle bir şey deme!
+ Hafızanın o yeri.. UPS anladım.. İyi düşünmüşsün ama bir yandan da üzücü.. inanıyorum sana halledeceksin, her zaman hallettin çünkü. Eskiden ne kadar güzeldi değil mi? Ah.. tekrar o günleri görebilecek miyiz onu bilmiyorum.. Çok kısa sürdü gibi geliyor bana ama dile kolay yüzyıllardır refah içinde yaşatmıştın.. baya bi işin var ha? Umarım yetiştirirsin Arın ;)
- Anladım diyince, beni gerçekten anladığını çok iyi biliyorum :) ve bu benim için çok iyi bir şey.. en azından bu kadar kötü şeylerin arasında iyi bir şey bu.. çünkü beni kimse anlamadı.. benden başka. Umarım görürüz.. göremezsekte yapacak bir şey yoktur o zaman :) genelde güzel şeyler kısa sürer ;) öyleydi.. ha evet ya baya var, şimdi ilk önce kalıntıları, sevdiklerimin ölü bedenlerini, kurumuş ağaçları ve çöpleri temizlemem gerekiyor.. zaten molozlarla geri dönüşüm yapıp işlenmiş maddelerini elde ederim. Ondan sonra da yeni ham maddeleri de işleyerek eskisinden daha sağlam bir İmparatorluğu inşa edebilirim. İşte o zaman... Çok güçlü olacağım hemde çok.. çünkü eksiklerimi hatalarımı çok iyi biliyorum artık ;) Arın halleder, halledecek.
+ Çünkü sen benimsin-
- Bende seninim :)
+ :) Sanırım bizi uzun ve yorucu bir gelecek bekliyor ha? Gelecekte umarım, o düşündüğüm şey olmazsın :'
- Aynen öyle ve İmparatorluğum için buna değecek. Bakacağız artık :) Zaman, zaman belirleyecek bunu...
+ Umarım zaman bu sefer bizi yanıltmaz..
- Umarım :'
0 notes
mezardakicicekk · 2 months
Text
BAKIŞ AÇISI
04/03/2024
Bugün Dans Kraliçesiyle birlikteydim. Neredeyse 1 sene oldu onu görmeyeli. Belki 1 seneyi geçmiştir, bilmiyorum. Birbirimizi gerçekten özlemiştik. Aynı şehirde yaşıyor olsakta uzak bir ilçede oturduğu için her zaman buluşma imkanımız olmuyor.
Binmesi gereken otobüsü kaçırdığı için otobüs durağında 1 saatten uzun süre onu bekledim. Bir noktadan sonra yolcuları indirdikleri yere çömdüm ve müzik dinlemeye başladım. Gelen geçen bana garip garip bakıyordu. Gerçi bende olsam bana bakardım, evsizmiş gibi tabelanın dibine oturmuştum çünkü. Bir ara bir kadın yanıma gelip yol sorduğunda anlık galipten sesler duyuyorum sanıp etrafa bile bakmıştım.
Bilirsiniz, kraliçeme bile sarılamazdım. Hatta içten içe rahatsız hissederdim. Bu kez öyle olmadı. Sarılmak için ilk kollarını açan kişi bendim hatta. Bu ilerlemeden bahsetmek için hemen buraya yazmak istedim. Birlikte ilk önce yemek yedik ve ardından randevusu için onu güzellik merkezine götürdüm. Ordan çıkınca bir kafeye geçip sıcak çikolata içmeye başladık.
Görüşmeyeli çok şey olduğundan konuşacak çok konumuz vardı. Yemek yerken ben 1 yıl içinde olanları anlattığım için bu kez konuşma sırası ondaydı. Size bahsetmiş miydim hatırlamıyorum fakat kraliçemin yakın olduğu bir arkadaşı vardı ve karşılıklı olarak birbirimizi hiç sevmezdik. Onunla görüşmeyi kesmişler, sebebini anlattı. Benimde başıma gelse bende görüşmezdim. Kraliçemin özeline girdiğinden bu konuda konuşmak istemiyorum.
"Sana hep kötü davranmak istediğinde onu engelledim. Bu onun sinirini çok bozuyordu ve neden seni hep koruduğumu sorup duruyordu. Kişisel olarak senle bir sorunu yoktu ama senden hoşlanmamıştı, senin ondan hoşlanmaman gibi düşünebiliriz." dedi. "Atladığın bir nokta var. Ben ona hiç kötü davranmadım ama o beni her fırsatta aşağıladı." dedim. Başını sallayarak bana onay verdi. "Bana onun yanındayken garip davrandığımı söylemiştin. Aslında o gerçek bendi, yani ben değişmiyordum. Hani ortama göre değişen tipler var ya. Ben aslında o tiplerdenim. Eğer sana iyi davranıyorsam bu sana özeldir ve özel hissetmelisin. Çünkü sen diğer arkadaşlarım gibi değilsin. Normal şartlarda asla yüzüme bakmayacağını biliyorum çünkü ben pek iyi örnek olan bir arkadaş değilim. Ot içiyorum mesela ama sen bunu ilk kez şimdi öğreniyorsun. Sana hiçbir zaman yansıtmadım ve yansıtmamda. Karmakarışık düzenimin içinde seninle görüştüğüm zaman sakin bir gün geçirmiş oluyorum. Sen yakınımdayken daha dikkatli adımlar atıyorum. Bu yüzden benim için değerlisin. Arkadaşlığın sihirli değnek gibi bir şey bence." dedi.
Onun içini her zaman biliyordum. Dile getirmese bile benim gerçekten farklı bir konumda olduğum ve diğerlerinden farklı muamele gördüğüm açıktı. İlk kez sıcak çikolatamızı yudumlarken dile getirdi. Yüzümdeki gülümsemeyle dinledim yalnızca. Bilmenin aksine duymak daha iyi hissettirmişti. Her kelimesinde kraliçemin kalbini çok daha net görebiliyordum. Çoğu kötü alışkanlıkları olan insanlara ilk baktığımızda çok kötü biri olarak görürüz. Bizi de o çukura çekecekmiş gibi hissederiz ama aksini asla düşünmeyiz. Bazen kötü sandığımız o insanlar tam tersine kendilerinden başka kimseye zararı olmayan iyi kişiler çıkabiliyor. Sadece insanları iyi analiz edebilmek bunları anlamak için yeterli. Eskiden olsa asla böyle biriyle görüşmezdim ama zamanla bu algımı yıktım. Şimdiyse kalbi mükemmel biriyle arkadaşlığım var ve bir kez olsun beni o çukura çekmek istemedi.
Kafeden ayrılmadan önce makyaj tazelemek için lavaboya gittik ve fotoğraf çekildik. Bu esnada ona sarılıyordum. "Sende gerçekten ilerleme var. Önceden bırak sarılmayı dokunmazdın bile." diyip gülerek bana baktı. Belkide duyduklarımdan sonra bedenim ona güvenmeye başlamıştı bilmiyorum ama gerçekten kraliçemle temas halindeyken asla rahatsız hissetmedim. İçimde herhangi olumsuz bir duygu yoktu. Bakış açım değişmişti belki duyduklarımdan sonra. Çünkü bunlar artık sezgilerimin teorisi olmaktan çıkmıştı. Artık biliyordum, bizzat kraliçemden duymuştum neler düşündüğünü. Bu yüzden etkili olabileceğini düşünüyorum.
Öyle midir değil midir bilemem ama bildiğim tek şey onunla olan arkadaşlığımızın farklı olması. Bu nasıl anlatılır bilmiyorum. Sanki kraliçemle ben farklı bir enerjiden oluşan topun içinde bir araya geliyoruz. Normal zamanlarda o topun içinden çıkıp her zaman takıldığımız ve alışık olduğumuz enerjiden oluşan topun içindeymişizde bir araya geleceğimiz zaman konfor alanından çıkıp ortak bir noktada buluşuyormuş gibi.
1 note · View note
astrafizik · 8 months
Text
0 notes
lfmcn · 1 year
Text
Az Bilinen Film İzlemeyi Sevenler İçin 5 Film Önerisi
Tumblr media
Film önerileri dolu bir yazımla daha karşınızdayım! Birçok kişi az bilinen, kıyıda köşede kalmış filmler keşfetmeyi seviyor. Ben de o kişilerden biriyim. Kaliteli ve göze çok batmamış olan 5 filmden oluşturduğum listeyle gününüzü renklendirmek istedim. Tüm izlenmesi gereken filmler bu listede sizlerle! Bu listede her kategoriden filme yer vermeye çalıştım. Dilediğiniz zaman bu filmlerin her birini izlemenizi tavsiye ediyorum. Şimdiden herkese iyi seyirler, umarım yazımda yer alan tüm filmleri beğenirsiniz! 🙂
İzlenmesi gereken filmler
Los amantes del Círculo Polar (1998) https://www.youtube.com/watch?v=de2yU52LmxA Otto ve Anna, hayatları bir şekilde kesişiyor gibi olan iki insandır. Adeta hayatları arasında gözle görülür bir bağlantı bulunmaktadır. Bundan seneler evvel Madrid'te bulunan bir okulun çıkış zamanında tanışmışlardır. İkili arasındaki iletişime mesafe de zaman da ket vuramayacaktır. İlk başlarda anlık bir zevkten ibaret olan bu ilişki zamanla devasa bir aşka evrilir. Otto da, Anna da bir gün sonsuza dek beraber olacakları bir geleceğin yakınlarda olduğunu umur ederler. Yönetmen koltuğunda Julio Medem'i gördüğümüz Los amantes del Círculo Polar filminin başrollerinde ise Fele Martinez ve Najwa Nimri'nin muazzam uyumunu izliyoruz. Yan Pencere / Medianeras (2011) https://www.youtube.com/watch?v=ntVyIw2n3jw Büyük şehirlerde yaşayanların aşina olduğu bir durum vardır. Gün içerisinde birçok insan görürüz fakat yakınımızda oturan komşumuzla karşılaşmayabiliriz. Hatta varlığından haberimiz bile olmayabilir. Bu kesinlikle olağan bir durumdur. Martin ve Mariana adlı kişiler de tam olarak bu durumun içerisindedir. Buenos Aires'te yaşamlarını sürdüren bu iki kişi, çalışan ve yalnız yaşayan insanlardır. Aşk acısıyla günlerini geçiren Mariana ve evinden genelde çıkmayan web tasarımcı Martin'in yolları kesişecek mi yoksa birbirlerinin yanından geçip gidecekler mi? Yönetmen koltuğunda ödüllü kısa filmleri ile bilinen Gustavo Taretto'yu görüyoruz. Başrollerde ise Javier Drolas ve Pilar López de Ayala var. Deniz Kızı / Rusalka (2007) https://www.youtube.com/watch?v=KYYyR5TXY-8 İzlenmesi gereken filmler listemin en iyi filmlerinden biriyle devam ediyorum... Henüz 8 yaşında olan küçük Alisa, kulübe içerisinde yaşamını sürdürmektedir. Büyüdüğünde balerin olmayı hedefleyen küçük kız oldukça çekingen biridir. Olağanüstü yeteneklere sahip olan Alisa, dilediği an hava durumunu değiştirebilir. Bunun yanı sıra dilekleri de istediği zaman yerine getirebilmektedir. Aradan 9 sene geçer ve Alisa 17 yaşına gelir. Moskova'ya gider ve orada tanıştığı birine aşık olur Her şey tam da bundan sonra başlar. Yönetmen koltuğunda Anna Melikian'ı görüyoruz. Başrollerde ise Yevgeni Tsyganov, Mariya Shalayeva, Mariya Sokova ve Irina Skrinichenko gibi isimler yer alıyor. Kesinlikle izlenmesi gereken bir film. Yaramaz Çocuk Bubby / Bad Boy Bubby (1993) https://www.youtube.com/watch?v=EYGNdkF2I1Y Bad Boy Bubby eski bir yapım. Bubby adlı bir adam, yaşamının 35 senesini bir bodrumda kilitli şekilde geçirmiştir. Onu bodruma hapseden kişi ise annesidir. Uzun seneler boyunca oradan kurtulamamasının temel sebebi ise annesinin dışardaki havanın zararlı olduğu konusunda oğlu Bubby'yi ikna etmiş olmasıyla ilgili. Fakat seneler sonra babası geri döner ve Bubby gerçek dünyaya geçiş yapar. Filmin yönetmen koltuğunda Rolf de Heer var. Başrollerde ise Nicholas Hope, Claire Benito, Ralph Cotterill, Carmel Johnson ve Syd Brisbane gibi isimler yer alıyor. Film önerileri konulu yazımın son filmine geçelim... Olimpo Garajı / Garage Olimpo (1999) https://www.youtube.com/watch?v=7HIP4NXz6SM İzlenmesi gereken filmler listemin sonuncu filmine geldik evet. Maria, geleceğini düşünen ve idealist biri olması ile bilinmektedir. Aynı zamanda anti-militarist bir devrimcidir. Maria her daim diktatörlük karşıtı biri olmuştur. Annesiyle birlikte yaşamaktadır. Tamamen illegal yapıda olan bir örgütün üyesi olan Maria, faaliyetlerin birçoğunu gizli şekilde yürütmektedir. Genç kadın bir yandan da maddi durumu kötü olan ufak çocuklara ücretsiz şekilde eğitim vermektedir. Fakat Maria'nın yegane hedefi her zaman faşist askeri diktatörlük ile alakalı eylemler yapmak olmuştur, sürekli bununla ilgili planlar yapar. Bir anda yolları Felix adlı tekin olmayan bir adamla kesişecektir. Felix, Maria'ya deliler gibi aşık olur. Filmin yönetmen koltuğunda Marco Bechis yer alıyor. Başrollerde ise Antonella Costa, Carlos Echevarría, Dominique Sanda ve Chiara Caselli gibi isimleri görüyoruz. İzlenmesi gereken filmler ve film önerileri konulu yazımın sonuna geldik. Bu filmlerin her birini not alın ve muhakkak izleyin! Bence hepsi de bir şansı hak ediyor. İyi seyirler! İzlemeniz gereken en iyi 20 animasyon filmi ve Yalnız İzleyemeyeceğiniz 5 Korku Filmi içeriklerimizde ilginizi çekebilir. Read the full article
0 notes
architectsarchive · 2 years
Text
postcard from Bath <3
Sevgili blogumuz, vefalı dostumuz, sadık yarimiz…
Gectigimiz hafta, şehre ismini veren hamamı ilk kez gezdim. Bu vesile ile hamamlar hakkında biraz araştırma yaptım. Tipik bir Roma hamamı ile Türk hamamı arasındaki farkları benzerlikleri merak ettim. Ayrıca, Romalıların İngiltere'yi işgal etme tarihlerini merak ettim, burada ne yaptıklarını, ne umduklarını ve ne bulduklarını da biraz araştırmak istedim… Fakat Ingiltere'nin ve koca Roma'nin tarihine ayrı ayrı girince, henüz işin içinden çıkamadım ve yazımı ertelemek istemediğim için postu yazmaya karar verdim.
Tumblr media Tumblr media
Romalılar ile ilgili bir şeye bakarken Yunanlılara bakmamak olmaz, çünkü genelde pek çok şeyi Yunanlardan uyarlayıp bir üst noktaya taşıdıklarını görürüz. Hamamlar da eski Yunan kasabalarının bir özelliğiydi, ancak daha kısıtlı bir kullanımı vardı. Romalılar, bu geleneği bir tesis içinde kurguladılar ve bu fikri geliştirdiler. Hamamlar herkesin kullanımına açıktı (bazi kaynaklara gore halkin tumune acik degildi), içerdeki hizmetler ekonomik durumunuza göre değişiyordu. Bu hamamlar, binlerce vatandaşın günlük banyo rutinlerini tamamlarken birbirleriyle ziyaret edip en son haberleri takip edebilecekleri büyük merkezi hamam kompleksleriydi. İçerde bahis de oynanıyordu. Roma imparatorluğu Avrupa'dan Kuzey Afrika'ya ve Doğu Akdeniz'e kadar dünyanın diğer bölgelerine yayıldıkça, hamam ritüelleri de genişledi.
Tumblr media
Public hamamlara ek olarak, varlıklı vatandaşlar genellikle villalarının bir parçası olarak kendi özel hamamlarını inşa ettirdiler. Zamanla hamamlar geniş revaklar, kemerler ve kubbeler ile anıtsal oranlar almaya başladı. Hamamlar milyonlarca yanmaz pişmiş toprak tuğla kullanılarak inşa edildi ve bitmiş binalar genellikle ince mozaik zeminler, mermer kaplı duvarlar ve dekoratif heykellerle görkemli şeylerdi.
Bazı kaynaklara göre, hamam kültürü Roma yaşamının önemli bir parçası olmasına rağmen herkese açık değildi, Osmanlı imparatorluğu, hamamları her statüden insanın kullanımına sunarak geleneği popülerleştirdi. Osmanlılar dinlerinden ilham almışlar ve temizlik konusunda kendi kurallarına uymuşlardır. Banyo yapmanın, duadan önce tamamlanması gereken bir arınma ritüeli olduğuna inanıyorlardı. Romalılar büyük bir merkezi hamamı tercih ederken, Türkler şehrin etrafına dağılmış daha küçük hamamları tercih ediyorlardı. Bu nedenle bugüne kadar camilerin yanında birçok hamam bulunabilir.
Bir temizlik ve rahatlama aracı olarak hamamın bir varyasyonu Viktorya döneminde ortaya çıkmış ve sonunda Britanya İmparatorluğu ve Batı Avrupa'ya yayılmıştır. Bu hamamlar ile Türk hamamı arasındaki temel fark havadır. Viktorya dönemi hamamlarındaki sıcak hava kurudur. Oysa bir Türk hamamında hava genellikle buharlıdır. Roma geleneğinde olduğu gibi, Viktorya dönemine ait bir hamamda yıkanan kişi, sıcak odalardan sonra genellikle soğuk bir havuza dalar. Türk hamamında, şu bir kaynaktan akmadığı sürece genellikle bir havuz yoktur. Durgun suda yıkanılmaz.
Tumblr media
UNESCO listesinde 3 tane Roma hamamı bulunuyor:
İtalya, Lübnan ve İngiltere'de. Türkiyede Yozgat ve Ankarada 2 tane Roma dönemi hamamı müze olarak ziyaret edilebiliyormuş.. Yozgattaki hamam 2019 yılında Unesco geçici listesine alınmış. Vali içinde yüzerken röportaj veriyor, çok komik. Burayı turistler için cazibe merkezi yapabiliriz diyor İngilteredeki Bath hamamından bahsediyor : https://www.youtube.com/watch?v=Pb4q-OUT78c
Yozgat hamaminin dijital canlandirmasi:
Tumblr media
Ankaradaki Roma hamamında da hamamın ısıtma sistemi harika bir şekilde görünüyor:
Tumblr media
İlk hamamlar, yüksek düzeyde bir planlamadan yoksun görünüyor ve genellikle çeşitli yapıların göze hoş gelmeyen topluluklarıydı. Bununla birlikte, MS 1. yüzyılda hamamlar, genellikle bahçelerde ve parklarda bulunan güzel simetrik ve uyumlu yapılar haline geldi. İlk banyolar, doğal sıcak şu kaynakları veya mangallar kullanılarak ısıtılırdı, ancak MO 1. yüzyıldan itibaren , ödün yakan fırınlar tarafından sağlanan yerden ısıtma ( hipokaust ) gibi daha sofistike ısıtma sistemleri kullanıldı. Ocaklardan çıkan büyük alevler, dar sütunlar üzerinde duran yükseltilmiş döşemenin altına sıcak hava gönderiyordu. Zeminler 60 cm kare karolarla ( iki ayaklı ) döşendi ve bunlar daha sonra dekoratif mozaiklerle kaplandı.
Duvarlar , fırınların sağladığı sıcak havayı taşıyan içi boş dikdörtgen boruların yerleştirilmesiyle de ısıtma sağlayabiliyordu. Ayrıca, özel tuğlaların bir kenarının köşelerinde sıcak havayı hapseden ve işi kaybına karşı yalıtımı artıran çıkıntılar vardı. MS 1. yüzyıldan itibaren pencereler için cam kullanımı ayrıca sıcaklıkların daha iyi düzenlenmesine ve güneşin odaya kendi ısısını eklemesine izin verdi.
Daha büyük hamamlar için ihtiyaç duyulan büyük miktarda su, amaca uygun olarak inşa edilmiş şu kemerleri tarafından sağlanıyor ve burada büyük kurşun kazanlarda su kaynatılıyordu.
Gelelim Bath hamamina:
Öncelikle. giriş kotta gördüğünüz tuğlaların üstünde kalan her şey: sütunlar, heykeller, üst kat 18.yüzyılda şehrin Roma geçmişi canlandırılmaya çalışırken inşa edilmiş. Sadece en alttaki tuğla ve taş kısımlar Roma döneminden.
Tumblr media Tumblr media
İçerideki müzede Roma dönemine ait pek çok eser sergileniyor. Serginin kurgusu eğlenceli ve ilgi çekici. Cok sayida maket ve hologram var. İnşaat teknikleriyle ilgili bilgilendirici videolar var. Bu hamamın üstü bir kubbe ile kapalıymış ama bugüne ulaşmamış. 18. yüzyılda tum bu eklentileri yaparken neden kubbeyi de yapmamışlar bilmiyorum… Orjinal halinin modellendiği bir görsel :
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Eklentiler tuğla yerine taş kullanılarak yapıldığı için orjinal canlandırma ile bugünkü hali arasında çok fark var. Ayrıca kemerli pencerelerde kullandıkları beyaz pimapen doğramalar çok kötü duruyordu malesef...
Tumblr media
Asagidaki kursun su borusu orijinal Roma doneminde, cok etkileyici.
Tumblr media
Ve orjinal bölümden birkaç fotoğraf daha:
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Şu an bilet fiyatları yetişkin için 25, öğrenci için 24 pound. Bence çok pahalı. Bizim okulun öğrencilerine ücretsiz olduğu için çok mutluyum, birkaç kez daha gezmeye uğrayabilirim, ama para verip gezmiş olsam çok etkileyici olmadığı için biraz üzülebilirdim.
Reference:
Supplies, QS. "Roman Baths of Odessos - Digital Reconstruction." World History Encyclopedia. World History Encyclopedia, 12 Oct 2022. Web. 26 Oct 2022.
0 notes
huseyinerol3453 · 2 years
Photo
Tumblr media
Değerli dostlar, Hiç kimse kendi isteği ile kötü olmaz. kötülüğü yeterince bilmeyen insan onun tuzağına düşer. Bunun için kötü insanlarla arkadaşlık etmememiz gerekir. Bu insanlarla arkadaşlık ettiğimizde; farkına varmadan onların davranışlarından etkileniriz. Kötülere tahammül edildikçe kötülüklerini daha da artırırlar. Bizlerde kötülüğü her hangi bir gerekçe ile beğeniyorsak ; o kötülüğü yapanlar gibi kötüyüz demektir. Kötülüğü çok basit görürüz ama kötülük işlemeye alışkanlık haline getirdiğimizde; bir hastalık haline gelir ve ondan kurtulmak zorlaşır. Toplumda kötülük yapan şahıslar için zamanla ön yargılar oluşur. Toplumdan dışlanır. Kötülüğü bulaşıcı ve öldürücü bir hastalık gibi görmeliyiz. Ona göre hemen kendimize çeki düzen vererek bu hastalıktan kurtulmaya çalışmalıyız. Yoksa bu hastalık sadece bizi değil zamanla bütün toplumu kaplar ve çürütmeye başlar.. Dilerim, her şey gönlümüzce, kardeşçe, Hakça, tüm sevdiklerimizle birlikte, sevgi ve huzur dolu olsun. Amin inşaAllah En içten dileklerimle selam, sevgi, saygı ve dua ile. https://www.instagram.com/p/CfgYEI6IxEk/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
yantekerlek · 3 years
Text
ey yavaşlık
"yavaşlık saniyelerin, bozuk bir musluktan pıt pıt düşen su damlaları gibi teker teker, damla damla aktığı o noktada zamanla hemhal olmaktır. zamanın esnemesi mekânı derinleştirir. yürümenin sırlarından biridir bu: manzaraya, onu her adımda biraz daha tanıdık kılan bir yavaşlıkla yaklaşmak. tıpkı dostluğu derinleştiren düzenli görüşmeler gibi. böylece gün boyu yanı başınızda duran, farklı saatlerde farklı ışıklar altında gözlemlediğiniz bir dağ silueti kendini bütün detaylarıyla size teslim eder. yürürken hiçbir şey hareket etmez, sadece tepeler belli belirsiz yakınlaşır ve manzara değişir. trende veya arabadayken bir dağın bize geldiğini görürüz. göz atiktir, kıvraktır; her şeyi anladığını, kavradığını sanır. yürürken hiçbir şey gerçekten yerinden oynamaz, daha ziyade mevcudiyet bedene yerleşir yavaşça. yürürken aslında yakınlaştığımız yoktur, sadece şeyler bedene daha fazla nüfuz eder.
bizi çevreleyen manzara tatlar, renkler, kokularla dolu bir kasedir, beden de onun içinde demlenir."
frederic gros | yürümenin felsefesi
3 notes · View notes
neslihankaralok · 4 years
Text
G O T İ K - A
Tumblr media
''Gotizm nerede?.. İçimizde;  ruhumuzu kemiren kasvetin tam ortasında.. O kasvet biraz karanlık, biraz buğulu, hüzünlü.. Yüzü vahşi; içi kırılgan bir kuğu..
Acıdan beslenir gün ışığından kaçarken. Mutsuzluğun ağına takılır,
direnebileceğine inanmadan beklerken.. Onun gezdiği sokaklar soğuk, geçtiği yollar yalnız.. Gotizm nerede?.. *** Kavimler göçünde birçok uygarlık.. Kimi burjuva, kimi barbar.. İngilizler vahşi olan uygarlıkları damgalar; Gotik.. Germenler vahşi gelir nazik halklara, damgalanırlar bu yüzden bu sıfatla. Tarih sahnesine yeni bir kavram çıkar;‘’Gotik’’..
Tumblr media
Devam eden süreçte bu damgaya çok rol oynatır tarih; içinden sanat geçen roller.. Gotizm, biraz resme girer, biraz heykele,
biraz müziğe, çokça da yaşantıya.. Ama en görkemli rolünü mimarlıkta oynar. Yaşantıların gizli yöneticisi mimarlık, gotizmle Avrupa’da tanışır. Avrupa’nın Romanesk dönemi yaşadığı zamanda gelir bu rol. O dönemde oyunların yönetmen koltuğunda ‘’din’’ vardır. Katoliktir mezhepler, din adamları yeni yapılar ister. Onlar ister, sanatçılar yapar.. İngiltere’de, İtalya’da, Almanya’da.. Her ülke, kendi diliyle oynar oyunlarını; kendi oyuncuları, kendi dili, kendi kimliği.. Ama Roma İmparatorluğunun yıkılmasıyla, kilise gücünü kaybeder ve sorgulanmaya başlar derince. Halkın zihni özgür kalmıştır bir parça, zihinler düşünmeye başlar heyecanla. Halkın, insan psikolojisine olan ilgisi geri döner düşündükçe; ‘’Yaşamın soluğu..’' ‘’Yeryüzünün tozu..’’ Aristo’ya da bir rol gelir bu oyunda. Halk, Aristo felsefesini benimser, Aristo gibi düşünmek örtüşmüştür hayatlarıyla.
Tumblr media
Aristo, duyuları ve zihniyle hayatı yorumlar. Hayatın kendisi; doğanın kendisi.. Onlar da bu yolda Aristo’nun arkasından gitmek ister. Aristo düşüncesi, Skolastik felsefeyi doğurur; Evreni akılcı yolla yorumlama.. Dini, düşünerek yorumlama.. Halk düşünmeye başladıkça, kandırıldıklarını görür kilise tarafından haince. Cennetten satılan yerler yoktur gerçekte, halk kabullenir bu gerçeği büyük hayal kırıklığıyla. Kilisenin imajı böylelikle yüksek yerlerden aşağı düşmeye başlar.. Devletlerin imajı da sarsılmıştır savaştaki yenilgilerden. Halk kendini güvende hissetmez, korku gelir beraberinde. Korunmak için bir güç arar; işte böyle tanışırız şövalyelerle tarih sahnesinde. Bu koruma rolünü onlar üstlenir, karşılığında da onlara ticaret alanları verilir. Şövalyeler halkı korur, köylüler ise toprağı işler. Toprağı işlemeleri karşılığında güvenlikleri sağlanır, başka da kazancı olmaz köylülerin bu işten. Şövalyeler kazanır kazandıkça; para ve prestij.. Yeni bir sistem gelişir böylece; Feodalite.. ***
Tumblr media
Akılla düşünme sistemiyle, halk, hayatı daha iyi anlamaya, yorumlamaya başlar. Skolastik felsefenin 3 ilkesi; aydınlatmak.. açıkça göstermek.. açıklığa kavuşturmak..
İnan��, akla götürür;
akıl ile imgeleme başlar;
imgeleme ile duyular bütünleşir.. Aristo, başlarındaki gizli özne.. Onun dediği gibi; gerçeklerin hakikisi incil’in içinde. Onlar da bu gerçekleri takip eder, dini incil’deki gibi yorumlar. Böylelikle din, akılla birleşmeye başlar.. İnançları akılla, düşünceyle birleştikçe, bu, hayatlarının her noktasına sızar. İlk dışavurumu da Tanrı’ya yaklaştıkları en güçlü yerlerde, kiliselerde gerçekleşir. Kilise de bu noktada onlara destek vermek ister. Herkese bir fayda.. Onların ise kalplerindeki inanç şiddetlenerek, akılla bütünleşmek ister. Tanrı’ya giden yolu çoğaltıp, mantıkla çözümler. Mimarlığı dansa kaldırır akıllarındaki yeni düşünceler, böylece bilinmeyen bir vals başlar Avrupa’nın bir köşesinde.. ** Bu dansın amacı Tanrı’ya ulaşmak.. Bu dansın amacı; Tanrı’ya düşünebildiklerini göstermek.. Bu dansta matematik var.. Bu dansta soyutun somuta nasıl çevrildiği var.. Yerden göğe yükseliş.. Sivrilerek sonsuza gidiş.. Bu Gizemli vals, Romanesk valsinin evrilişi.. Romanesk valsinin koreografisinin nirvanaya uzanışı.. *** Romanesk mimarisinde yapılar ağır, duvarlar kalın, gün ışığı içeri sokulmak istenmez.. Gotizm ile birlikte, yeni bir strüktürel dil gelişir; Roma mimarisinde keşfedilen eğrisel tonozlar, sivriltilerek daha dayanımlı hale gelir. Tonozlardan gelen yük, kolonlara aktarılır, oradan da zemine.. Kolonlar, daha güçlü davranması için payandalarla desteklenir. Böylelikle yeni bir kavram daha doğar; uçan payandalar.. Taşıyıcı sistem gururla kendini cephede gösterir, duvarlar da böylelikle taşıyıcılıktan kurtulur, hafifler.. İç mekanlar ferahlar, hafifleyen duvarlara artık daha çok pencere gelebilir.. Duvarlar, binayı taşırken beraberinde kasveti getirmiştir, onlar hafifledikçe de kasvet, bir parça gitmiştir. Artık kiliseler daha büyük inşa edilebilir yeni taşıyıc�� sistemiyle, başlar böylelikle genişleyip yükselmeye..
Tumblr media Tumblr media
Kiliseler büyüdükçe, zihinlerdeki yeni düşüncelere yaklaşır. Göğe yükselme güdüsüyle kuleler işlenir, sivrilir sivrildikçe.. gökyüzüne.. Gotik mimari, sivriliğiyle kimlik kazanır, Artık onunla ilgili olan her şey, böyle anılır.. Sivrilik, içeride dışarıda.. her yerine karışır.. Katedrallerin doğumu işte böyle gerçekleşir.. ** Katedrallerde yorumlanan düşünce, total mekanı Tanrı’ya hissedilen inançla bütünleştirmek.. Avrupa, savaşlardan bitkin düşer,
korunma içgüdüsüyle kiliselerini,
çevresine geçirimsiz bir kale gibi örmek ister. İçeride ise sonsuz bir mekan sunar; inançlarını mantıkla yorumladıkları derin bir alan ve artık içeride sadece inanılan şeyle bütünleşmek var.. Dışarıda kalan yüz süslü, görkemli;
dışarıdakilere içerideki yüceliği gösterişi.. Gotik mimari; inancın görkemle buluştuğu o derin kıyı.. ** Gotik mimari ilk nerede doğdu; muamma.. İngilizler Durham’da der, Fransızlar ise Paris.. Ama gerçeği bir tek tarih bilebilir.. 1140’a gittiğimizde St. Denis Kilisesini görürüz Paris’te. Gotik üslupta izler vardır üstünde. Fransızların, iddialarını kanıtlayacakları daha çok eser  vardır o civarda. Bu eserlerle hızla yayılmaya başlar tüm Avrupa’da gotik mimarlık. İspanyollar, Arap mimarisiyle birleştirir, İtalyanlar ona sırt çevirir, Almanlar ise dikkatle incelemeye başlar.. Henüz gerçek bir Almanya da yoktur o dönemde. Kavimler göçüyle birbirlerini bulan birer parça Alman kavmi.. Katoliklerdir o dönemde hala, Luther henüz doğmamıştır, Protestanlık yoktur ortada. Almanlar da göğe yükselmek ister diğerleri gibi. Ama çok benimsemişlerdir Romanesk stili. Amaçları sadece onu geliştirmektir. Parça parça alırlar gotik unsurları, bu yüzden geç dönemde yakalarlar gotik mimariyi.
Tumblr media
Germen şövalyeleri güçlü, duyulan ihtiyaçtan, yaptıkları ticaretten tarımdan.. Kapital titreşimler.. Almanya’nın Baltık yanı ticari hayatta ne kadar da hareketli.. Baltık denizinin olanaklarından sonuna kadar yararlanan birtakım insanlar, Ringa balığı avcılığı, tarım, madencilik yaparlar.. Ama en çok tarımdan pay çıkarırlar, kuzey Avrupa’ya en hakim ticari alan.. Almanya kendi içinde iki parça; Bir doğu, bir batı.. Batı kısmı Fransa’dan gelen neşeli müziğin ruhuna kapılmış.. Oradan tadını duyumsadıkları bu hayat yavaş yavaş nefeslerine karışmış; Yaptıkları katedraller de bu kaygıyı taşımış.. Ancak Almanların mimari alanda tek istediği; Romanesk düzeni iyileştirmek.. Bu yüzden sadece iyileştirebilecekleri unsurları almışlar gotikten birer birer.. Planlar Fransa’dan, İngiltere’den.. Gotik tarzı benimsediklerinde, kendi yorumları gelir yavaş yavaş; Almanların mimari söylemi girmeye başlar böylece gotiğin içine. Ellerindekilerle gördükleri birleşir, başlar yoğrulmaya gözler önünde. Başta her şey Romanesk'ii iyileştirmek içindir; ancak zamanla gotik dil çok benimsenir. Görkemli, insanı sonsuzluğa taşımak isteyen bir dil, Baltık denizinden Fransa sınırlarına uzanan.. Baltık denizinde ticaret sürekli, çalışma sürekli.. Almanlar bu hareketlilik içinde kendine en uygun yerleri seçer, deniz aşırı yerlere hafif malzemeler işler, taşır. Böylelikle kazandıkça kazanır.. Mimari dillerinde taş çok, ancak taşıması zor.. Ellerinde kırmızı tuğla bol, yeni bir oyuncu gelir sahneye, kırmızı tuğla geçer bundan sonra baş role. Kırmızı tuğlanın gelişi, Almanya’nın gotik mimarideki dönüm noktası.. Kırmızı tuğlanın keşfiyle özgün bir kimlikleri oluşur gotik mimaride. Artık daha da kişiselleştirmeye başlarlar bu stili.. Onlar için kuleler; güç ve iktidar.. Kuleler daha da sivrilir, iç mekan daha da genişler.. İçeride nefler, transeptler, koro yeri.. Almanlar zaman zaman yan neflere koridor ekler, mekan daha da genişler. Mekan genişledikçe, daha da yükselmek isterler. Derinlik hissinden böylece hiç kopmazlar..
Tumblr media Tumblr media
Ancak geometriye aşırı düşkünler. Düz çizgilere olan düşkünlükleri, sıkıcı bir hal alır zamanla.. Bu sıkıcılıkları, kulelerinin dantel gibi işlenmesiyle bir parça kırılır, İngiliz gotiğine göz kırparak tarih içinde yerini bulmaya başlar.. Gotik mimariyi özümsedikçe daha da içselleştirirler. Dışarıdan bu kez içeriye bakıp, iç mekanları yorumlar. Daha geniş mekanlar için, koridorlar çoğalır. Koro yeri yükselir, bazen de triforium.. Triforium  zaman zaman galeri olarak işlevlendirilir. Işığı çok sevmezler İngilizler gibi.. Pencereler ve pervazlar ise olabildiğince basit.. Pencereler sadece birer pencere.. Almanlar tarih sahnesinde her zaman oldukları gibiler.. İşlevsel ve sade.. Süsten uzak rasyonalize edilmek istenen işler.. Şimdi sıra yukarı baktığımız yerde; Gotik mimaride tonozlar sivriliyor, kaburgalara dönüşüyor. Almanlar bu tekniği daha da geliştiriyor. Zamanla kaburgaları tonozlardan kopararak, parçalı tonoz yüzeyin altında havada duran bir kiriş sistemini dantel gibi örüyorlar; buna da ‘’uçan kaburga’’ adı veriliyor, yukarı bakmaya devam ediyorlar.. Onları içeriden yukarıya baktıkça, mekandaki farklı yükseklikler daha da çarpıcı gelmeye başladı zamanla. Transept ve neflerin farklı yükseklikleri sorgulamaya itti onları heyecanla. Yeni bir görüş geldi ardından, nefler ve transeptler aynı yüksekliğe getirilip, tek bir örtüyle örtüldü bu karardan sonra. ‘’salon kilisesi’’ kavramı işte böyle doğdu. Artık içerisi tek bir hacim.. Almanlar artık gotik mimaride kendine özgü..''
Tumblr media Tumblr media
Almanların tarih içinde hep geleneklerine bağlı bir çizgide yürüdüklerini görüyoruz. Savaşlardaki yenilgilerden, sarsan prestijden, yaşanılan tüm acıdan doğan en büyük şey; kimliklerini sonuna kadar korumak olur. Kim olduklarını unutmamak istercesine bağlı kalırlar bir zamanlar oldukları kişilere. Bu çok iyi, bu çok kötü.. Kim olduklarına sahip çıkmaları benliklerini korurken, bu kadar geleneklerine bağlı olmaları onları sınırlandırmaz mı?.. Etraflarında görünmez bir duvar var sanki, dışarıya karşı koruyorlar kendilerini. Artık kaybetme lüksleri yoktur çünkü. Ortaçağda başlayan bu gotik hikayeleri, Almanların kabullenmeleri yine zaman almış. Bu gelenekçi tutumları önlerine bir kalkan.. Alman sınırlarında sorgulanan yeni bir mimari dil.. Romaneskin hemen arkasından gelen başka bir heyecan.. Her ne kadar kabullenmeleri diğer ülkelere göre zaman alsa da, benimsedikleri ilk andan itibaren kendileriyle ilişkilendirebilecekleri bir üslup olduğunu görürler. Bu üslup onların Romanesk dili geliştirmeleri için büyük fırsattır ve bu fırsatı da çok başarılı bir şekilde değerlendirirler. Baktığımızda en iddialı projelerin büyük kısmını Alman sınırlarının içinde görürüz. Gotik üslupta ne kadar heyecanlı oldukları ortada.. Yükselmek hoşlarına gitmiş.. Büyümenin yeni formüllerini keşfetmek hoşlarına gitmiş..  En iddialı katedrallerden biri olan Ulm Katedrali, dünyanın en yüksek katedrali olarak yer almakta.
Tumblr media Tumblr media
Kuleye 768 basamakla ulaşılır, oradan Alpler bile izlenebilir.. 1900lerin başında bu yapı dünyanın en yüksek yapısı olma ünvanına da sahip olur 161 m’lik yüksekliğiyle. Yapımına 1300lerde başlanır ancak 1800lere kadar sürer tamamlanması. Almanya’nın bu kadar büyük istemesinin bedeli de bu gibi görünüyor; yapımı asırlar süren gotik katedraller.. Hiç bitmeyen şantiyeler.. Ama yükselmekten ve genişlemekten vazgeçmezler yine de. Kuleler yükselir, kaybolan itibarları bir parça geri kazanılır.. Mimarlık, milletlerin yeryüzüne yansımaları.. Kendilerini ifade etme yöntemlerinden biri.. Tüm bu şatafatlı katedraller, yükselmeler, büyümeler, vs. hepsi bir parça itibar göstergesi.  Almanların prestije de her zamankinden çok ihtiyaçları olan bir süreç. Disiplin ve akılcı yaklaşımlarıyla da başarılı çalışmalar sunmuşlardır dünyaya. Kırmızı tuğlayı katedrallerinde kullanma fikri, gotik dönemin dönüm noktalarından biri.. Üsluba ayrı bir dil getirir, diğerlerinden farklılaştırmaya başlar işlerini. Baltık denizinin avantajlarını sonuna kadar kullanmıştır Almanlar.. Kırmızı tuğlanın ve gotik mimarinin İstanbul’daki en başarılı yansımasını St.Antoine Kilisesinde görürüz. İstanbul’un en büyük Katolik kilisesi.. 1200lerde inşa edilen ve iki kez yanan bu kilise, şu anki yerine Galatasaray’a taşınmıştır. Cadde girişindeki iki betonarme apartmanıyla, istiklal caddesi’nin ilk betonarme yapılarındandır. 1900lerin başında, İtalyan mimar Eduardo De Nari, neogotik üslupta bir cephe önerir kırmızı tuğladan. Ve bu sayede, İstanbul da gotik mimarinin ve kırmızı tuğlanın tadına bakar bir parça..
Tumblr media
22 notes · View notes
Bir süredir, hatta adeta varolduğum ilk andan beri her zaman arka planda hissettiğim ve çok kısa dönemler haricinde aklımdan ama daha önemlisi iç görümden uzaklaştırmamış olduğum bir kavrayışın, bir nevi hayatımı kurtardığını fark ettim bugün. Evet resmen hayatımı kurtardığını..
Bireyselliğe, içinde bulunduğum topluma göre, hatta içinde bulunduğum bu “bireyci” nesle göre bile daha fazla önem atfettiğim tabii ki çok aşikar. Yetmezmiş gibi, yakın zamanlara kadar da kendimi bir de büyük ölçüde varoluşçu biri olarak tanımlardım hatta. Ama bu asla yetmiyordu da, bir şey eksikti sanki, belki de tamamen yok değildi ama içimdeki huzursuzluktan çok emindim her zaman.
Bir nevi travmatik hayatımın bir yol bularak tutunabilmesinin sebebi, olabildiğine bireysel ve varoluşçu olmam sanırdım. (Haklarını da yemeyeyim, gerçekten akıl sağlımı korumamda etkileri hiç de azımsanacak gibi değil.)
Ama bütün bunlar kendi kukla gösterisini yapadursun, benim bahsettiğim eksikliğin aslında tamamen bir bakış açısı eksikliği olduğu kavradım. O eksiklik tabii ki şimdi geçirdiğim anlık bir farkındalıkla dinmedi, dinemez de, yapısı ve anlattıkları gereği zamana ve çok büyük boşluğa ihtiyacı var, ama bu bakış açısının farkına varınca en azından yola çıkabilmek için yeterli teçhizata sahip olabildim diyebilirim. Bir yerlerde hep hissettiğim eksikliği, layıkıyla olmasa da en azından yerini tutacak imitasyonlarla kapatabilmişim.. Aslında varoluşçuluk ve bireysellik sadece asıl otoritenin işini yerine getirirken, yetemediği yerlerde devreye giren bir kıdem alttaki yedek otoritelermiş sanki..
Gelelim nedir bu adeta yüce bir şeymiş gibi bahsettiğim farkındalık. Tabii ki yüce bir tarafı yok, sadece hayatı ve bütünlüğü çok daha iyi kavrayıp, hayat denen oyunun kurallarını biraz daha anlamamı sağladı. Kendi kelimelerimle ifade etmek isterdim ama bana bu kafa açılmasını yaşatan şey, bir kitabın bir bölümü. Bölümden yaptığım alıntılar aşağıdaki gibi..
Yalnız öncesinde, kuantum fiziğine ve belirsizliğin doğasına her zaman çok büyük ilgimin olmasını da bu gizliden gizliye asla kenara atmadığım kavrayış sebebiyle olduğunu fark ettiğimi söylemem gerekir. Bölümde kuantum fiziğinden ve aslında doğanın en küçük parçacıklarından hareketle tüm hayatı yorumlama yollarından sistematik olarak bahsediyor. Nitekim ben bu “kafa ütüleyebilecek” kısımları çıkardım çünkü hali hazırda derinlerde bildiğiniz ve hatta bildiğinizi de bildiğiniz şeyler sizi çok etkilemiyor.
**********
Engin Geçtan - Hayat
...
Fizikçi Eddington, “Çoğu zaman ‘bir’i incelemeyi tanımladığımda ‘iki’ye ilişkin her şeyi bildiğimize inanırız, çünkü ‘iki’, ‘bir ve bir’dir. Ne var ki, böyle düşündüğümüzde ‘ve’yi henüz incelememiş olduğumuzu unuturuz.” diye yazmıştı. “Mabedin çanlarının sesini duydunuz mu? Şu anda neyi dinliyorsunuz? Sesleri mi yoksa sesler arasındaki aralıkları mı? Eğer bu sessiz aralıklar olmasa sesler asla bu kadar etkili olmayacaktı,” der Krishnamurti de.
...
Ancak günümüzde giderek artan sayıda insan, dostluk ilişkilerine bile yalnızca kendi ihtiyaçları açısından bakma eğiliminde artık. 1970 gibi çok da yakın sayılmayacak bir tarihte yayınlanan ve sonrasında klasikleşen Narsisizm Kültürü adlı kitabında Christopher Lasch şöyle yazmıştı: “Duygusal olarak sığ, yakın ilişkilerden korkan sahte bir içgörüye sahip, cinselliğin karmaşasına düşkün, yaşlılık ve ölüm korkularıyla dolu yeni narsisistler geleceğe olan ilgilerini yitirmişlerdir.” 
...
Allan Bloom ... “Yapılan hata, ne kadar içe yönelimli olursak ve yalıtılmış benlik yolunda ne kadar ilerlersek o kadar az yalnızlık çekeceğimiz yolunda bir inancın insanlara benimsetilmiş olması idi.”
...
İnsan, temelde, kendini ilişkiler yaratarak var etme eğilimindedir. Bu eğilimlerini yalın biçimlerde yaşayabildiğinde, yalnızlık, boşluk, yabancılaşma ve yalnızca kendiyle meşgul olma eğilimlerine yer kalmayabilir, evrendeki ilişkiler ağının parçası olabildiği için. Krishnamurti bunu son yazılarında şöyle dile getirmiş: “Dünyadan sorumluyum, çünkü ben dünyayım.” Kendi zamanında düşünce düzeyinde kuantum kuramına en çok yaklaşabilmiş kişi olan Jung da buna benzer bir biçimde ifade etmişti: “Dünyada bazı şeyler yanlış gidiyorsa bu, bireyde bir şeyler yanlış gidiyor, dolayısıyla bende bir yanlışlık var demektir. Bu yüzden, eğer duyarlı biriysem önce kendimi düzeltmeliyim.” 
...
Dış dünyanın olduğu haliyle, öylece algılanabildiği yaşantılara Suzuki Rashi “başlangıçtakilerin zihni” der. Küçük çocuk pencereden, ağaca konmuş bir kuşun sesini dinlerken annesi kuşu gösterip “Bak, bu bir serçe,” dediği anda kuş sesiyle yaşanmakta olan birliktelik bilgiye dönüştürülür, kurulmuş olan yalın bağ sona erdirilerek.
Martin Buber, ilişki içinde var olma isteğinin kalıtsal olarak insanın doğasında mevcut olduğunu yıllar önce dile getirmişti: “İnsan ana rahmindeyken evrenle ilişki halindedir, ama doğduktan bir süre sonra bunu unutmak zorunda kalır.” Anne bebeğe gülümsediğinde, ondan gelen gülümseme karşılığının bebeğin kendi tepkisi olduğuna inanır ve böylece bebeğini “benim bebeğim” olarak algılama süreci başlatılmış olur. Oysa başlangıçta, bebek çevresiyle “ilişki kurma” dürtüsünü açıkça yaşar. “Ben”i bilmez, çünkü ilişkiden başka varoluşu tanımaz. Buber bunu, anlamını bozmaktan çekindiğim için tereddütle dilime çevirmeye çalışacağım, “In the beginning is the relationship (Başlangıç ilişkiden ibarettir)” sözüyle dile getirmiştir. Ona göre, insan ayrı bir bütün olarak var olmaz: İnsan “arada var olan” bir yaradılıştır, ama zamanla bunu iki farklı biçimde yaşamak zorunda kalır: “Ben-sen” ya da “ben-şey”. ... Çünkü Buber’in tanımladığı yaşantılarda tek başına bir “ben” yoktur, “ben-sen” tek bir yaşantıdır.
Hani bazen iki insan birbirinin varlığıyla eriyip bir bütüne dönüştüğünde ya da doğayla gerçekten iç içe olabildiğimiz ender anlarda benliğimizin sınırları silinir ya, işte sadece o anlarda hayatımızın ilk günlerindeki “ilişki içinde var olma”yı yeniden yaşayabiliyoruz, bazı insanlar belki de hiçbir zaman yaşayamıyor. İlişki, işbirliği temelinde oluşan bir kucaklaşma. Zorunluluktan ya da insanın kendi isteğiyle de olsa, bir şeyler kazanmak ya da bir şeylerden korunmak amacıyla oluşan beraberliklerde ilişki yaşayamıyor. 
...
Her şeye rağmen, doğmadan önce evrenle yaşamış olduğumuz ilişkinin, yani “ilişkinin nesnelerden önce gelme eğiliminin”, bebeğin çevresiyle olan etkileşimi sonucu ben-şey ilişkisine dönüşmesiyle tümden yok edilmiş olduğunu düşünmüyorum. Derinlerde bir yerde bu eğilim varlığını sürdürmesine rağmen şartlandırılmalardan ötürü yaşantılarımıza yansıyamıyor. Belik de insanların spritüel arayışlara yönelmesinin nedenlerinden biri de bu.
...
İlişki konusunu tartışırken yanlış anlaşılabileceği kaygısıyla bir hususu vurgulamak istiyorum. Daha önce de sözünü ettiğim gibi, bazı insanlar, ilişkilerinde, bir diğer insanın kendisini iç dünyalarına mal etmekten öte, hayatın ilk yıllarında çocuğun annesiyle olan ilişkisinde olduğu gibi, diğer kişiyle olan ilişkisini iç dünyalarına mal etme eğilimi göstermekte ve bu durum ciddi sorunlar yaratabilmekte. Atom-altı dünyada bir foton çifti birbirlerinden çok ayrı düştüklerinde birbirlerine yaklaşmaya başlar, ancak eğer çok yakınlaşırlarsa birbirlerine yapışıp kilitlenmelerine fırsat vermeden hızla birbirlerinden uzaklaşır. Bir yanımız bireyselleşme çabaları gösterirken, diğer yanımız çevremizle bütünleşerek yalnız kalmamaya, kendimizi bir yerlere ait hissetmeye çalışır. Hayatın bir beraberlikler ve ayrılıklar dizisi olduğunu kabul eden insanlar, “beraberlik içinde bireyleşme” ile “bireyciliği” birbirine karıştırmamayı başarabiliyorlar. Çünkü doğadan ve içgüdüsel sezgilerimizden koptuğumuz günlerden bu yana, bizler ancak diğer insanlarla ilişki içinde var olabilen varlıklarız. Ancak, benlik sınırları iyi belirlenmemiş insanların, ilişkilerini iç dünyalarına mal etme eğilimi sonucu oluşan durum, ilişkinin içeriğindeki kişinin ayrı bir varlık olarak algılanamamasına neden olabiliyor. Böyle bir yaşantıya, ben-şey ilişkisindeki ilişkisizlikten de öte, “onsuz var olamama” durumu ve katlanılması zor bir kopma paniği eşlik eder ki bu, ilişkisi içselleştirilmiş diğer kişiyi de zorlayan durumların yaşanmasına neden olabilir.
...
Ancak Kartezyen düşünceye şartlandırılmış olan zihinlerin böyle ucu açık durumlara tahammülü yoktur. Mantıksal bir çıkarsama mekanizması derhal devreye girerek her şeyi bir an önce sonuca bağlamak ister. 
...
Zohar’ın sözleriyle "Kuantum mekaniği açısından yaşama baktığımızda, benligimiz ve ilişkilerimiz hakkındaki görüşlerimizin de değişikliğe uğrama durumunda kaldığını görürüz. Şeyler ve olaylar, ...  kendi tek tek var oluşlarını ve anlamlarını bu bütünden alırlar." ... James Jean, anlamı ancak çok sonradan kavranabilen şu sözleri söylemişti: “Günümüzde bilgi artık mekanik olmayan bir gerçekliğe doğru yol olmaktadır; bunu sonucu olarak evren de artık büyük bir makineden çok, büyük bir düşünceyi andırmaktadır.”
...
Bütün bu karmaşa sistemleri bir başka ortak özellikleriyle de belirlenirler: Düzenle kaos arasında kendine özgü bir dengeyi koruma becerisini geliştirebilmiş olmaları. Bu denge kıvamına “kaosun kenarı” denir. Bu terim, karmaşa sistemlerinin hiçbir zaman belirli bir zamana kilitlenmemelerine rağmen tam bir kargaşaya sürüklenmiyor olmalarını tanımlar. Kaosun kenarındalık, hem varlığını sürdürmeye yetecek bir düzeni, hem de hayat sözcüğünün hakkını verebilecek dinamizmi ve yaratıcılığı içerir.
***
Buraya kadar okuyanlar için.. Tabii ki burada yazanlar, yine içinde bahsettiği gibi, her bireyle farklı ilişkiler kuracak, dolayısıyla herkes için farklı anlamlar ifade edecek. Benim için bu yalnızda, ciddi bir kaosa doğmuş olmama rağmen, sanki kaosun kenarında olduğumu kavramışçasına kendimi karar mekanizmalarından bazen komple çekip, bazen de ipleri elime almışım, bilincimi bile kullanmadan bir şekilde var olmuşum. Yorumum şu ki: Ögelerin, kişilerin veya kendi zihninizde değil, bu ögelerin birbirleri arasındaki ilişkilerde var olmaya çalıştığınızda, ortak bir zihinle hareket ediyor ve nadiren yanlış yapıyorsunuz. “Ben” fikrini geri planda bırakabilecek bir güven ortamına hasbelkader denk gelmem ise çok büyük şans. Nitekim, kasten art niyetli bir habitatta bu sistem muhtemelen çalışmazdı. Ve büyük resmi çok değiştirmese de, kendi küçük resimler öbeğimde kim bilir nerelerde savruluyor olurdum.
Kaosun kenarındalığa.
Bd - Hayatta kalmak üzerine...
5 notes · View notes
erginakdogan · 3 years
Text
Diş Beyazlatma Hakkında Merak Edilenler
Araştırmalara göre, insanların üçte birinden fazlası dişlerinin nasıl göründüğüyle yakından ilgileniyor. Neredeyse yüzde 20'si dişlerini fotoğraflarda saklıyor ve hatta yetişkin bireylerin %70'inden fazlası çirkin bir gülümsemenin kariyer hayatlarını negatif etkileyeceğini düşünüyor. İşte bu sebeple; dişlerinin estetik görünümünden memnun olmayan kişilerin başvurduğu yollardan biri de diş beyazlatma işlemi olarak karşımıza çıkmakta.
Gülüşünü iyileştirmek isteyen kişilerin başvurduğu diş beyazlatma işlemi, dişlerin doğal renginin ötesinde beyazlatılması anlamına gelir. Diş beyazlatma işleminde diş hekimi veya eğitimli hijyenist ve asistanlar tarafından uygulanan yüksek konsantrasyonlu ağartma maddeleri kullanır. Hidrojen peroksit ve karbamid peroksit gibi aktif bileşenler, diş beyazlatma işlemlerinde kullanılan ağartma maddeleridir. Dişlerinizi en yüksek kalitede ve sağlıklı bir şekilde beyazlatmak istiyorsanız; bu işlemi diş hekiminizin muayenehanesinde yaptırmalısınız.
Tumblr media
Diş Beyazlatma İşlemi Nasıl Gerçekleşir?
Dolaylı veya dolaysız bir dizi etkenden ötürü dişlerimiz zamanla sararır ve rengi giderek koyulaştığını görürüz. Diş beyazlatma, dişlerin yüzeyindeki gözenekli mine ve dentin yapılarında oluşan renkli organik ve inorganik maddelerin beyazlatma jelleri kullanılarak uzaklaştırılması işlemidir. Ortalama bir diş beyazlatma süresi kişiden kişiye değişerek; 2 ile 3 hafta sürebilir. Bununla birlikte antibiyotik kullanımından kaynaklanan renk değişikliğinin giderilmesi çok daha zordur ve bu gibi durumlarda istenen sonuca ulaşmak biraz vakit alacaktır.
Diş beyazlatma sürecine başlamadan önce dikkat edilmesi gereken bir diğer önemli nokta ise; çürüklerin tedavi edilmesidir. Bunun sebebi beyazlatıcı solüsyonun çürük bölgeleri geçerek dişin iç kısımlarına ulaşarak dişteki hassasiyet artırmasıdır. Beyazlatma tedavisinde en iyi ve sağlıklı sonucu elde etmek için diş hekiminin; diş renklenmesinin türünü, yoğunluğunu ve yerini doğru bir şekilde teşhis etmelidir. 
Tumblr media
Tıpkı diğer beyazlatma yöntemlerinde olduğu gibi biyolojik ağartma işleminden sonra özellikle ilk iki hafta boyunca; çay, kahve, şarap gibi tüm renkli içeceklerden, kola gibi asitli içeceklerden ve tütün ürünlerinden uzak durulmalıdır. Aksi takdirde beyazlatmadan sonra dişlerinizin eski rengine dönmesi çok uzun sürmeyecektir. Diş beyazlatma işleminin etkisini kaybetmesi yavaş yavaş olacaktır. Renk değişikliği, hastanın renkli içecek, çay, kahve, şarap, kola,tütün vb. maddeleri içme sıklığına bağlı olarak 6 ay ile 1 yıl arasında tekrarlar.  Ayrıca, 4-6 ayda bir; 1 veya 2 seans tekrarlanması halinde beyazlatma kalıcı hale gelecektir.
Son olarak diş beyazlatma tedavisi, uzman bir diş hekimi tarafından yapıldığı müddetçe tamamen zararsız olacaktır.  Eryaman diş olarak uzman kadromuzla sizlere hizmet vermekten gurur duyarız.
1 note · View note
bufffs-blog · 4 years
Text
Zamanla insanların bir çiçek misali solduğunu görürüz
Ama neden solmuş demeyiz çünkü insanlar duyguları önemsemezler hep istedikleri olsun isterler arada nadir insanlar vardır onlar anlamak dinlemek ister ama onlara bile izin vermeyiz çünkü kırılmaktan, tekrardan yorulmaktan korkarız bu yüzden anlatamayız
Belki de o insanlara şans versek herşey değişecek ama içimizdeki korkular bunla bizi yüzleştirmek istemiyor biz hep içinizdeki çocukla konuşacağız onun dediğini yapacağız çünkü kendi dediğimizi yaptığımızda sonuçlar ortada
...
1 note · View note