Tumgik
#didaktik
stephim · 1 year
Text
Tumblr media Tumblr media
Heute im Adventskalender eines meiner liebsten Spiele: Poly Bridge 2. Mit ihm kann man Stress an Konstruktionen und erste Kniffe der Ingenieurskunst vermitteln. Ein spannendes Tool für die Schule, wenn es um #technik oder #mint geht. Natürlich ist das Spiel nicht zu 100% realistisch. Aber besser als Papierarbeitsblätter auf jeden Fall. 😀
Zum Adventskalender: https://www.thepaedcast.de/adventskalender-2022/
7 notes · View notes
Text
0 notes
turkcenedir · 3 months
Text
Tumblr media
Didaktik Ne Demek
1. sıfat Öğretici.
2. isim, eğitim bilimi Öğretim yöntemlerini ele alan bilgi, öğretim bilgisi.
0 notes
jangruenwald · 5 months
Text
Tumblr media Tumblr media
Im Magazin des Berufsverbands Österreichischer Kunst- und Werkpädagogik (BÖKWE) sind zwei Texte von mir erschienen. Über die Studie mit meinem Kollegen Sebastian Goreth von der PHT freue ich mich am meisten.
1 note · View note
diyariedebiyat · 1 year
Text
ŞİİR ÜNİTESİ TEST-2
Aşağıdaki “BAŞLA” butonuna tıklayarak bilgisayarınızdan, tabletinizden veya mobil telefonunuzdan online olarak Şiir Ünitesi Test 2‘i çözebilirsiniz.
Şiir Ünitesi Test-2, 9. sınıf kazanımlarına uygun olarak hazırlanmıştır. Aşağıdaki “BAŞLA” butonuna tıklayarak bilgisayarınızdan, tabletinizden veya mobil telefonunuzdan online olarak Şiir Ünitesi Test 2‘i çözebilirsiniz. Teste başlamadan önce isminizi girmeniz gerekir. Bu sayede sıralamanızı öğrenebilirsiniz. 9. SINIF20 SORU🕗 25 DAKİKAKategori9. Sınıf Online TestlerTest AdıŞiir Ünitesi Test –…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
jannickej · 17 days
Text
Tumblr media
Betygsättningens didaktik Anders Jönsson Gleerups
0 notes
nenvar · 1 year
Text
0 notes
hoerbahnblog · 2 years
Text
Literaturkritik.de: „Wie man nicht als Schneider vom Wasser geht“ – eine Rezension.
Literaturkritik.de: „Wie man nicht als Schneider vom Wasser geht“ – eine Rezension.
(Hördauer 6 Minuten) https://literaturradiohoerbahn.com/wp-content/uploads/2022/09/Literatrurkritik-de-Andreas-Möller-Hechte-upload.mp3 Literaturkritik.de: Wie man nicht als Schneider vom Wasser geht. Ein unterhaltsamer und liebevoller Einblick von Andreas Möller in das Leben der Hechte – eine Rezension von Peer Jürgens Der einzige Kontakt des Autors mit dem Thema Angeln war im Kindesalter der…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
Text
Sahipsiz
Boşluktayım; bu, öyle bir boşluk ki yapbozun parçaları kaderime ihanet ediyor sanki. Gidecek yerim yok, tutacak sözüm yok, bekleyenim yok, beklediğim yok. Hüsranlar ve kırgınlıklar fazlaca birikti ömrüme; düzeltilebileceğine dair inancım, tuzla buzun gönül kiracısı âdeta... Kıyıda köşede kalınmış, seslenilmemiş, ses vermemiş bir derbederliğin fonetik kaybında gibiyim. Kaybım çok, acıyan yanım çok, acım çok; inancım yok... Tanrı değil mi ki yazgıya yön veren? Elim, nasıl bir yanılgının töreninde bahtımı tutmuş ve acımış olabilir?
Yapay gülüşlerimin terörist yanındayım; partizanlık kokuyor gönlümün kireç odaları. Bir alana, bir bedava mutluluk vermiyor hayat artık... Kaç sancım var, bir bilinse. Doğumhaneler dolup taşar imdatlarımda. Hayat boyu mutlu olmayı dilerken, kaç acı doğurduğumu bilseler; ebenin sorgusundan muzdarip mutluluklar ifade verir... Yazım yanlışları gibi çözülüyorum içime; özlüyorum, her dem iç huzurumla dolu olmayı; sevmeyi, sevilmeyi, inanmayı... Memuriyeti başlıyor inançsızlığımın; sekiz saat mesaisi oluyor inanmamak, kayboluyorum, boşluktay��m...
Başkalarına teslim ettim. Terk-i diyar ettim kavşakta bıraktığım dileklerimi; gidecek yerim yok, gideceğim biri yok, kanacağım sözüm yok. Yazmak... Başkasına ait olan harfleri çalıp yazarlık taslamak gibi geliyor onu yazarken, artık bana. Bütün hücreleriyle, yirmi dokuz harfiyle; her nefesiyle başkasına aitken... Unutmak zorunda olduğum kaderden gecelere asıyorum kendimi. Hatırında gönül kuşu, hatıralarında gurbet yolcusu bile değilim.
Boşluktayım. Çok zordayım. İnanmak, mührü basmış kaşesiyle; dört başı mamur günahlar devşirme gönlün gayrimüslim sancısı olmuş. Herkes, hep başkalarının zaten. Boşluktayım, aklımdasın. Tutunuyorum aklımın merdivenlerine, düşüyorum; yuvarlanan sonsuzluk bir gıdım mesafede hep 'sen' bulvarı...
Bunalıyorum, boşluktayım, tokluktayım, doyuyorum cehennem pizzama; zeytini bol bir güzellikte peyniri küflü kalıyor mutlu olmaya. Saçımı düzelttiğim kadar, hayatımı düzeltemiyorum. Piyonu, şah ile mat'ından zorlamış insafı; güneş, sorgu sual cetvellerinde dövülen bir öğrenci, gönlümde... Boşluktayım, kınamaktayım; zarardayım. Kanmak sultanlığında saraydan kovulan cariye harflerimin cesurca "Seviyorum" diyemediği zindanlardayım. Tövbeliyim bir de; gülemeyen otuz iki dişimin kırk katırlı inadında somurtuk özneyim. Nesneden ayrı, öznede bir mutluluk bulamayanım; koltuğumuz yok, evimiz yok, yatağımız yok, iki gönülde pişen yemeğimiz yok. Şimdi, neyleyim bu aşkı? Pedallarını çevirip son yaşamının, müziğimin sol anahtarıyla bana gelsen; bize bir şarkı yazacağım yok. Boşluktayım, korkudayım, iskambil kağıtlarının kral ile valesini kendi döngüsünde yaktığı bir umarsızlığım...
İyileşmiyor; ilkbahar, başucumda. Yatağını sahipleniyor özürlü şanslı şahıs. Dirayeti, bir onu sevmek... Bana kaldırmamak, her hücresini; bahtıma ateş edip onu kalbime gömmek... O da bir kadın sonuçta; bir de ana üstelik, analık hakkıyla fark atıyor, ezip çiğniyor mutsuzluğum gibi beni...
Kapıdayım. Gönül taziyesi helali hoş olsundan başlayıp helvalar dağıtıyor imdadıma. Arap saçıyım; Elhamdülillah aşklarında fala inanan gavurbazım. Gavurluğumu konuşturuyorum, beni görsün diye zalimin zal'i. Firdevsinin Şehnamesindeki Pers savaşçı zannediyor kendini. Halbuki, düpedüz zalim işte; zalimin kendisi...
Arştayım; gök kubbenin keman arşesine diklendi soytarım; Firavun'dan cesaret alıp soytarı; soykasını hasretin bağrına giydirdi. Yemin ederim; ben, Müslümanım.
Yeminle, dişi bir sadakatle sevmiştim zalimin zal'ini. Savaş açıp dikte nöbetlerde, didaktik ve sofistike haramlarda meclise aday göstermiş beni; boşluktayım, kovalamak, hep ölüm gibi aşkı şimdi... Marmelatı serpilip bu haram pastaya; başkasına afiyet olmuş, üstelik. İyi yemiş, iyi sevmiş, iyi kusmuş zal'i.
Barbar onsuzluktayım; elimi tutan ölüsü, dirimi tutan hayaletini kemiriyor. Sahi, sahipsizim şimdi...
Dilara AKSOY
36 notes · View notes
seslimeram · 3 months
Text
Yıkıcılık
Tumblr media
Gündelik koşuşturmanın ortasında doğrudan keskin bir hat olarak yıkıcılık var ediliyor. Behemehal anlamlandırılan bir suretle önü alındığı bildirilen oysa gündelik yaşam hali, pratiklerini imkansız kılan her ne varsa o yıkıcılık ekseni üstünden sözüm ona didaktik bir var etme, anlatım gayretinde eyleme dönüştürülüyor. Her gün perişanlık, her yer karanlık, zifiri kapkaranlık. Bütünüyle bir bozgunculuk hali içinde her gün yurttaşın haklarının açık bir biçimde talan edilmesine devam olunuyor. Bir yönelim olarak hak ihlalleri eylemsellik olarak öne çekiliyor. Ne verili haklar, ne yazılmamış kural ve kaidelerden müteşekkil olan insanlık mefhumunun temellerindeki ihtimaller yerinde duruyor artık. Müştereklerimiz bu kesintisiz şablon içerisinde derdest olunuyor. Günlük yaşam pratikleri zora koşulurken bir hal, bir güzergah üstünde asgari bir yaşam istemi de derdest ediliyor anbean, her yerde. Muktedirin yeni ülkesinin temelleri tüm o primitif, pragmatist tehdit döngüsünü yeniden imal ederek, göz boyayan masalları aksettirip dururken korku filminin ta kendisini hakikat kılabildiği tahayyüllerle var ediliyor. Biçimsiz, mesnetsiz, yok yere değil aralıksız bir teslimiyet hali için durmadan hayata saldırıyor muktedir. Yenilendiği söylenen saha ve şu zeminde eskinin ta kendisi günbegün restore ediliyor. Bir örnek olagelen yıkım, terör, ekseninde yaşam bu saldırılarla birlikte kuşatılıyor.
Bir yerlerde birilerinin aldığı kararların herkesin hayatını etkileyebilmesidir mesele biraz daha açık bir biçimde. Yıkıcılığı keskin bir hat olarak yaşamın orta yerinde konumlandırır iken muktedir eyledikleriyle beraberce geriye dönülemeyecek olan katran karanlığının da temellerini sağlama alır. Bir gün şeriat çağrısıdır bu çıkagelen, bir gün her türlü yılışıklığı bünyesinde barındıran ekonomi politik yönetiminin arkası yarın kuşağına dönmüş siyaseti paravan kılan akçalı işlerinde. Devletlinin olur verdiklerinin milyonlarca dolarlık ranta ait pazarlarda boy göstermelerinden bu hali devamlılıkta okuyabiliriz. Bir başka halde şimdi o mimli televizyon ekranlardan, iki satır manili abuk sabuk bir tecrübe insanı diye anılan ve bildirilen bir şahsiyetin pavyon güzellemesine sahne olduğu yerde o muktedir olanların et pazarlarından pay kaptıkları yerin meselidir o yıkıcılığın işlemesi. Et pazarlarından tüm o silah, insan, uyuşturucu ticaretlerine bir biçimde kollukça yakalandığı kadar kenardan bir biçimde sümen altı edilerek götürülenlere, aralıksız bir yağmacılık halinin orta yerinde yıkım sıradanın gündelik yaşamına demirbaş kılınır. Yenilenmiş ülke tiradı aralıksız saha ve ekranlarda zikredilirken o yıkımın gündelik bir tahayyüle dönüştüğü zemin var edilir, hiçbir yere gitmeyen, ilerlemeyen, dönüşmeyen bir karanlığın ortasına demirlemiş ülke ol aralıktan görünür kılınır. Burasıdır mesele.
Artı Gerçek’ten aktaralım: “Maraş merkezli depremin yıldönümü yaklaşırken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Hatay Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile İskenderun Devlet Hastanesi'nin açılış törenine katıldı.
Anadolu Ajansı'nın haberine göre, Hatay'da deprem konutlarının inşasının devam ettiğini söyleyen Erdoğan, "Çeşitli sıkıntılarla, meşakkatlerle karşılaşıyor olsak da hedefimizden asla kopmuyoruz. Amacımız mümkün olan en kısa sürede Hatay başta olmak üzere tüm depremzede şehirlerimizi yeniden ayağa kaldırmaktır" ifadelerini kullandı.
'Hatay’a Geldi Mi?'
Erdoğan'ın depremlerin en büyük yıkımı yarattığı Hatay'da “Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay’a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı” demesi sosyal medyada tepki çekti.
Saymaz: Muhalif Adaya Oy Verecek Şehirlere Göz Dağı
Gazeteci İsmail Saymaz, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu sözleri üzerine depremden etkilenen ve AKP'li belediyelerde olan illeri hatırlattı ve şöyle dedi:
"Erdoğan, belediyesi muhalif bir partide olan şehirlere “herhangi bir şeyin gelmeyeceğini” ilan ediyor.
Nerede söylüyor?
Depremin yerle bir ettiği, CHP’li bir belediye başkanı tarafından yönetilen Hatay’da.
Bu sözler yerel seçimde muhalif adaya oy verecek her şehre gözdağıdır.
Kahramanmaraş, Malatya ve Adıyaman’daki AK Partili belediye ile hükümet el ele ve dayanışma halinde değil miydi?
Neden bu üç şehrimiz de garip kaldı?
Geçen Kahramanmaraş’ta şehidimizin annesinin deprem çadırında yaşadığını görmedik mi?
O garip değilse…
Bu vatanda garip kimdir?
Belli ki yine bir sopalı seçime giriyoruz. İktidar muhalefetin elindeki büyükşehirleri geri almak için hizmet götürmemekle tehdit etmek dahil, hemen her yola başvuracak.
Bir toplumun başına gelebilecek en büyük felaket, doğal afet değildir.
Adaletsiz ve zalim idaredir."
Muhalefete yönelttiği eleştirilerin yanında bir de çağrı yapan Erdoğan, sorumluluğu paylaşmaya davet etmiş ve şu ifadeleri kullanmıştı:
'İktidarın Eksiği Varsa Bunu Muhalefet Tamamlayacak'
"İktidarın eksiği varsa bunu muhalefet tamamlayacak. Belediyenin yetişemediği yerde merkezi hükumet devreye girecek. Resmi kurumların zorlandığı hususlarda sivil toplum örgütleri sorumluluk üstlenecek. Hülasaten 85 milyon, asrın birlikteliğini sergileyerek, şehirlerimizi en kısa sürede ayağa kaldırmanın yollarını arayacağız. Nasıl eleştirebilirim demek yerine 'ben ne yapabilir, nasıl katkı sunabilirim?' anlayışıyla bu meseleye yaklaşacağız. Bunu başardığımızda, hedeflediğimizden de çok kısa sürede depremin izlerini sileceğimizden şüphe duymuyorum.
Bugün buradan şu samimi çağrıyı yapmak isterim; Türkiye'deki muhalefeti, deprem konusunda polemik yapmak yerine vicdanlı, insaflı ve sorumlu davranmaya davet ediyorum."
Hatay'da 80 binin üzerinde bina yıkılmıştı.”
Yıkıcılık gündelik hayatın orta yerinde her nasıl var ediliyor, birinci elden can yakıcı bir örnek olarak baş efendinin sözleri zaten yeterince açıktır. Gayri resmi rakamlara göre en az beş yüz bin insanın canına mal olan bir deprem sonrasında, resmi rakamlarda tahribat bir yana, ilk kırk sekiz saatte devletin varlığının hiç edildiği / yok kılındığı bir zeminden iyilik var edilebilir miydi? Binlerce yurttaşın o iki, üç günlük sürede soğuktan can verdiği bir zeminde, salt öteki partiyi desteklediği için kurtarılmaktan alıkonulduğunun itirafını nasıl okuyabiliriz, başımız belaya girmeden! Merkezi yönetimin bir gölge gibi dayattığı hamleler, önyargılar söz konusuyken, insanların yaşam hakkını muhafaza etmek bir siyasi manevra hakkını doğurur mu? Bunca yalın bir halde, bir devletin en başındaki temsil sırf öyle arzuladığı için birinci senesini doldururken deprem ve sonrasında yaşatılanlar hiçbir ama hiçbir ders alınmaz mı? Bu kadar kötülüğü içselleştirip, yerel seçimler öncesinde bir kere daha aba altından sopayı çıkartarak, canlarından can çalınmış insanların yaralarına hiç merhem olunur mu, olabilir mi böyle bir şey! Tümüyle yıkıcılığı el üstüne tutarak bir ülkede kimsesizlerin kimsesi olunabilir mi? Baş amirin ortaya serdiği mutlak teslimiyetçi hal dışında on bir ilde yaşayan, sorunlarına çözüm bekleyen, halen barınma sorunundan ol gündelik yaşama geri dönüşü için rehabilitasyon ihtiyacını hisseden insanlara bu haller mi yardımcı olacaktır! Bütünüyle düşündürücü değil mi...
Abidin Yağmur’un Artı Gerçek’te yayınlanan haberidir: “Emek Partisi Mersin İl Örgütü, 11 ilde büyük yıkıma ve can kayıplarına neden olan Maraş depremlerinin yıldönümü dolayısıyla “Deprem ve Yerel Yerel Yönetimler. Emekçiler Ne Yapmalı” başlıklı bir panel düzenledi.
Panelde Hatay Tabip Odası Başkanı Sevdar Yılmaz Jeoloji Mühendisleri Odası Mersin Şube Başkanı Erkan Demir ve Emek Partisi Genel Başkanı Seyit Aslan izlenimlerini ve düşüncelerini paylaştı.
'20 Gün Sonra Köylere Gittiğimizde “Sonunda Devleti Gördük” Diyorlardı'
Dr. Sevdar Yılmaz, “İlk 3 gün biz devleti yanımızda görmedik ve terk edildiğimizi düşündük. Türk Tabipleri Birliği ve diğer derneklerle, sendikalarla beraber 2 tane koordinasyon merkezi kurduk. Her iki merkezde de revirler kurduk, seyyar ekipler kurduk. Kırsalda ulaşılamayan yerlere, 186 noktaya ulaştık. Kırsaldaki kimi yerlere on beşinci, yirminci gün gittiğimizde, üzerimizde TBB ya da Hatay Tabip Odası amblemi olmadığı için insanlar “Nihayet devleti gördük” diye bize sarıldılar” dedi.
'Hırsızı Yakalıyorsunuz, Polis Almaya Gelmiyor'
Hatay Tabip Odası Başkanı Dr. Sevdar Yılmaz depremin birinci yılında Hatay’daki durumu şöyle özetledi:
*Şu anda mahallelerimizin yolları tarlaya dönmüş durumda. Köstebek yuvasına dönmüş durumda. Derin derin çukurlar var. Bunlar hurda demir için yapılıyor.
*Ağır hasarlı, oturulmayacak durumdaki binalara orta hasarlı raporu veriliyor ve insanlara bu binalarda oturabilirsiniz deniyor. Birçok orta hasarlı binanın önünde satılık yazıları var.
*Aile sağlığı merkezlerinde sıkça elektrik kesintisi oluyor, dışarıda poliklinik hizmeti vermek zorunda kalıyoruz.
*Güvenlik zafiyeti halen devam ediyor. Sürekli hırsızlıklar oluyor. Hırsızlar yakalansa da aynı gün bırakılıyor, bir başka yerde yakalanıyor. Siz yakaladığınız hırsızı polise teslim edemiyorsunuz. Polis almaya gelmiyor.
*Hijyenle ilgili sorunlarımız var. Temiz suya erişimle ilgili sıkıntımız var. Deri enfeksiyonları çok sık görülüyor ve iyileşmiyor. Çocuk, genç, yaşlı herkeste görüyoruz bu sıkıntıları.
* İş sağlığı ve işyeri güvenliği için işyerlerini gezdiğimizde işçiler için hiçbir önlemin alınmadığını, işyeri hekimleriyle, iş güvenliği uzmanlarıyla hiçbir şekilde çalışma yapılmadığını gördük.
*Hatay’da köylerin en büyük ihtiyaçlarından biri çadır. 1 yıl sonra bile çadır ihtiyacı hâlâ tam olarak karşılanamadı.
*Aşılarla ilgili problemimiz var. Aşı yüzdemiz yüzde 50’lerin altında şu an. Birçok hastalıkta aşı oranımız yüzde 50’nin altında.
*Hatay’da şu an en değerli şey demir. Ne insan sağlığı ne yaşam ne doğa önemli değil. En çok değer gören şey demir.
'Deprem Öncesinde De Deprem Anına Da Deprem Sonrasına Da Hazır Değiliz'
Jeoloji Mühendisleri Odası Mersin Şube Başkanı Erkan Demir de “Bu süreçten çıkardığım 2 sonuç var. Biri denetimsizlik diğeri cezasızlık. Bakanlar, deprem sonrasında yaptıkları açıklamalarda ve resmi yazılarda orta hasarlı binaların da yıkılacağını söylediler. Aradan 2 ay geçti söylem değişti. Orta hasarlı binaları da onabilirsiniz. Yeniden kullanabilirsiniz dediler. Bu binaların çoğu aslında ağır hasarlı. Birilerine, ağır hasarlı binaları orta hasarlı gibi göstermek için rüşvet veriyorlarmış. Biz ölüme davetiye çıkaran bir toplumuz. Maalesef biz depremin öncesine, deprem anına ve deprem sonrasına hazır değiliz. Ama hazır olmak zorundayız. Biz deprem ülkesiyiz. Bunu eğitimle çözmekten başka çaremiz yok” ifadelerini kullandı.
Emek Partisi Genel Başkanı Aslan: Tehdit Dilini Kınıyoruz
Emek Partisi Genel Başkanı Seyit Aslan, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Hatay’daki açıklamalarına tepki gösterdi.
Aslan, “Erdoğan dün Hatay’daydı. Depremin acıları henüz ortadan kalkmamışken söylediği sözler deprem kadar ağır ve tehlikeli şeylerdi. Merkezi yönetim ve yerel yönetimler birlikte çalışmazsa hizmet alamazsınız. Bunun Türkçesi şudur: Ya AKP’ye oy vereceksiniz ya AKP’ye oy vereceksiniz. Ya da AKP’ye oy vereceksiniz! Yani bizim belediyelerimize oy vereceksiniz, eğer bu tutum olmazsa depremin yaralarını da sarmayız, hizmet de vermeyiz, kaynak da ayırmayız. Muhalefetten belediyeleri kazanan olursa da onlara hizmet edebilecekleri koşulları vermeyiz. Bu kadar açık. Bir tehdit, bir şantaj politikasıdır. 89’da Özal da aynı böyle yapmıştı. Eğer elleri kolları belediye başkanı istemiyorsanız ANAP’a oy verirsiniz demişti. Sonra ANAP tarih oldu, Özal tarih oldu. Erdoğan’ın bu tutumunu bir kez daha kınıyoruz. Bu tehdit ve şantaj politikalarına müsaade etmemiz gerekir” ifadelerini kullandı.”
Yıkıcılık her nasıl var ediliyor, bütünüyle tanıklıklar zaten başlı başına bir meramı açık, aleni paylaştırıyor. Bir cerahat iklimi haline dönüşmüş olagelen yeni ülke tiradının tüm o ötesi / berisi bir kere daha ağır bir insanlık sınavına dönüştürülen Maraş depremleri sonrası ortaya serilen hallerle bariz kılınıyor. İnsanların yaslarına, acılarına, onca defa söz eylemlerine, imdat çığlıklarına rağmen daha depremin hemen ardından başlayarak ilk üç, dört gün yapayalnız kılınmalarından mesela bu mesel anlaşılabilir. Birinci yıl anmalarında ortaya çıkan kadük siyasetçilerin, yarayı görmek anlamak yerine tıpkı ol baş efendi gibi, kendi bildiklerini okudukları gezi programlarından görülebilir yıkıcılık. Yarayı imdat eden, bugünkü katran karanlığına isyana meram eyleyenleri göz ardı ederek evet bir tek bunu var ederek hangi güne varılabilir. Yıkıcılık sadece depremin sunduğu ve insan eliyle kotarılan hataların ardından çıkagelen bir mesel değildir. Milyonlarca insanın hayat haklarının, arda kalanların var ettikleri iyileştirme, yardımcı olma, dayanışma talep ve beyanlarına karşı kulakların tıkandığı bir zeminde hiçbir yere varılamayacak olduğu artık muhakkaktır. Bellek Gazetecisi, Kazım Kızıl’ın vizörüne takılan birkaç dakikalık kayıt zaten bütün o yıkıcılık ekseninden artakalanı da bildirecektir. Gökhan Zan’ın var ettiği meram bu yazının da anlatmaya çalıştığının sağlamasıdır. Oradaki öfkeyi inatla hâlâ anlamayanlar var... Yok edilmiş olanı fark etsinler diye daha ne etsin insanlar. Onca acının üstüne tek bir şey kalıyor: koca bir ah! O ah da bir gün birilerine hesap olur.... O ahlar bir gün bu ülkede karanlığın, kötülüğün karşısında yapayalnız kalanların buluştuğu bir çatı olarak hakkaniyeti bildirir. Bir gün hesabı sorulur... Bir gün...
Tumblr media
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Malatya – Emrah GÜREL – Associated Press – Los Angeles Times
2 notes · View notes
stephim · 1 year
Text
Tumblr media Tumblr media
In Türchen 10 wartet twine. Ein großartiges Tool zum Erstellen interaktiver Geschichten. Eignet sich auch für die Unterrichtsvorbereitung. Etwa um Fallbeispiele oder Themen wie Deilemmata interaktiv aufzubereiten.
zum Adventskalender: https://www.thepaedcast.de/adventskalender-2022/ zu Twine: https://twinery.org/
0 notes
pitorodops · 10 months
Text
oh bu saatte pizza şekerli pis yağlı bi sürü şey yedim hepsini sakral çakramın şenlikli haline yoruyorum didaktik konuşuyomuşum bu kadar makale okumaya, normal konuştuğuma şükredilsin self healing sadece tezimdeki bi mekanizma değilmiş içimdeki gerçekmiş
10 notes · View notes
dclblog · 1 year
Text
The Whale (O-Ton, Spoiler)...
Tumblr media
...ist auf den allerersten Blick einer der harmloseren, fast möchte ich sagen konventionelleren Aranofskys, weil er schnörkellos und bis auf zwei minikurze Rückblenden ohne jeglichen Spielortwechsel die Geschichte einer Vater-Tochter-Versöhnung schildert und dabei mehr als nur einmal haarscharf am Melodram schrammt. Doch was er darüber hinaus ganz nebenbei, bisweilen nie ausgesprochen und so gut versteckt erzählt, dass es teilweise erst Stunden später den Weg in das Bewusstsein der geneigten Zusehenden findet, das sind derart tief erschütternde Blicke in seelische und gesellschaftliche Abgründe, dass sie mich am Tag 3 nach der Sichtung immer noch nicht losgelassen haben.
Getragen von der wunderbar zurückhaltenden, so gar nicht auf große Preise schielenden Performance von Brendan Fraser sowie eines herausragend guten Restensembles sehen wir hier im Grunde nicht weniger als die Vernichtung eines Menschen in drei Phasen, erst durch eine bigotte Gesellschaft, die ihm seine große Liebe nahm, dann durch sich selbst, der er sich langsam zu Tode frisst, wo Nicholas Cage in "Leaving Las Vegas" noch den Alkohol als langsames Selbstmordmittel bevorzugte, und dann am Ende durch ein System, dass ihm die Wahl lässt, sein Leben zu retten oder die finanzielle Stabilität der Tochter zu gewährleisten. Aronofsky hat dabei wohltuender Weise null Interesse an Didaktik, sondern schildert nüchtern und erschreckend nachvollziehbar die einzelnen Entscheidungsschritte seines Protagonisten - wie er überhaupt allen Figuren Facetten gibt, deren narrative Widerhaken verhindern, dass sie in irgendeiner Form wirklich in irgendeine Schublade passen, so sehr der im Kern nach klassischen Wendungen gestrickte Plot das zu Beginn suggerieren mag. Gerade diese Form der radikalen Differenzierung sorgt dafür, dass die melodramatischeren Momente zwar nicht die Wasserfälle auslösen, wie es Filme erreichen würden, die klarer dem Tränendrückerschema folgen würden, aber dafür länger und tiefer bewegen und im Gedächtnis bleiben.
"The Whale" wurde von einigen ob seiner Besetzung und Schilderung eines schwer übergewichtigen Mannes kritisiert. Das meiste ist dazu im Guten wie im Schlechten gesagt worden, dennoch fände ich meine Kritik unvollständig, wenn ich es nicht kurz mit meinem, als nicht Betroffener für die Debatte belanglosem Senf streifen würde: ja, ich glaube, dass das Übergewicht der Hauptfigur ein entscheidendes narratives Element ist, ohne das die Geschichte so nicht funktionieren würde, ja ich halte Brendan Frasers Casting für gelungen, weil er selbst jahrelang übergewichtig war UND weil es nach allem, was ich vom Filmdreh weiß und selbst erlebt habe, in meinen Augen komplett unmöglich gewesen wäre, einen Menschen mit solch schwerem Übergewicht einzusetzen, ohne ihn schwerer gesundheitlicher Gefahren auszusetzen. Und schließlich: nein, ich teile überhaupt nicht die Ansicht, dass Aronofsky seinen Protagonisten nicht empathisch zeigt und ihn lediglich vorführen möchte. Mir war Frasers Charlie oft sehr sehr nahe, weil er Kämpfe führt, die nicht die meinen sind, bei denen ich aber immer wieder gemeinsame Nenner finde. Viele von uns wählen verschiedene Arten der Selbstvernichtung, oft im sehr kleinen, oft ohne es selbst zu merken, und dieser Film zeigt es uns lediglich auf erschütternd transparente Art und Weise. Ich für meinen Teil konnte da immens gut anknüpfen.
"The Whale" ist kein durchgehender Faustschlag in die Magengrube, wie Aronofskys "The Wrestler", mit welchem er viele Grundmotive und ein bittersüßes Ende teilt. Sein Gift wirkt schleichender, dafür aber auch nachhaltiger. Er zeigt uns liebevoll wie kompromisslos die Menschen in all ihren wunderbaren, grausamen Facetten und lässt uns dann allein damit, sie zu beurteilen, was lang anhaltende Denk- und Fühlprozesse in Gang setzt, die sehr tief gehen können.
Keine kleine Leistung für einen Film, der die allermeiste Zeit in einer einzigen Wohnung spielt.
D.C.L.
3 notes · View notes
yinedemeliha · 1 year
Text
2 notes · View notes
doriangray1789 · 1 year
Video
youtube
youtube
youtube
youtube
youtube
Bir film düşünün kamera arkası filmden daha etkileyici.. Filmin her sahnesi o kadar ince düşünülüp yazılıyor, oynanıyor ve çekiliyor ki.. Gerçekten ülkenin yetiştirdiği en önemli değerlerden biri Nuri Bilge Ceylan. Seyirciyi bu kadar ciddiye alan, onların aklıyla, zekasıyla alay etmeyen gereksiz didaktik yapıdan da uzak hayatın içine adeta bir kamera koyup çeken Bilge bu topraklar için umutlu olmamı sağlayan karakterlerden yalnızca biri... EN BÜYÜK KARAKTER İSE HALKIN KENDİSİ...
5 notes · View notes
hydralisk98 · 2 years
Text
LEARNBLR #2, Weekend-mode engaged
New hexadecimal number system based around Latin/Cyrrilic/Greek letters so around (A,B,C,D,E,F,K,M,S,T,U,V,W,X,Y,Z)
'Argentique'
12x12 pixel cells & ~12x12 cells grid
MINIX3
TIS-100 low-power as low as possible tech-level requirements
Microsoft BOB's Chaos as virtual assistant analogy
SVG
Free and Open Source Software community
Georgism
Syndicalism
Libertarianism
Nomad48 color palette
OpenPOWER
ITS
CTSS
Multics
IPL
Tumblr 'WIN3D' theme custom overhaul
HyperCard/HyperTalk
Hypermedia with static HTML/CSS pages
Analog and home video rental store analogies
Lisp family structural and symbolic meta-programming similarities
Swift programming language
Fish shell
ZealC easy low-level access, full transparency and in-line multimedia editing
Esolangs site's deque, mysticism and analogical turing tarpit assomptions
Wax cylinders -> 45rpm autoplay small-size vinyls -> large Laserdiscs -> middle-sized optical symbolic disks
Cassettes -> Datasettes -> MiniDiscs -> SD cards
JVM & bytecode compiler/interpreter
Minitel, Prestel, Alex & Bulletin Board Systems, SAM Coupe, Armstrad CPC, Commodore 64, CBM II, SEGA Computer 3000,
Ural computer, MIR-1, MIR-2, russian ALGOL variants, Akademset, OGAS, Soviet Electronic Data Processing, Soviet Unit Record Equipment, BK-0010, AGAT, Law on Cooperatives, Runet, Yandex, OK, VK, EVM, SM EVM, Robotron, Hungarians' TPA, fifth generation computers initative up to 2010 from Japan & Bulgaria, Didaktik, Z9001, K-202, Galaksija, Rapira, Superplan, ALGOL68 with ALGOL W elements, Karel, SAKO, AGAT Schoolgirl's Robic, Perl, Rak...
NOOR, Teuton, BASICOIS, Smalltalk, Lusus, LOGO, FOCAL, Scratch, UTF-8,
Digital Equipment Corporation's COS-310, DIBOL, DECmate III(+?) & OpenVMS
Sun Microsystems' Voyager & misc. hardware
Konrad Zuse's KG
Wolfenstein The New Order's Pflaumen brand, Arya and Tekla
Computer job ladies from all times in history
Microsoft F# & F*
OpenXanadu project
Xerox Alto
SEGA Dreamcast hardware first edition
Olivetti Programma 101
Elektronika MK-52
Transmuters from Atari
PLATO V system's TUTOR language
Pixar early CGI renders
Pouet.net and all the demoscene world
Keypad-based I/O controls?
Cyberware augmentations?
First Tier aka playable Civs: Shoshones, Morocco, Assyrians as Inuits, Mayas Civ, Portugal, Polynesia...
Second Tier aka non-playable Civs: Poland, Songhay, Persia, Carthage, Ethiopia, Indonesia, Sweden, Iroquois as Hurons, Austria, Brazil, Incas, Ottomans, Netherlands, Venice.
City-States: [to be written]
Barbarians, Rebels, Observers and more: [to be written]
Constructed world considerations such as 12-bit tribbles as smallest data unit, multilingual coding paradigm, alternate history of media formats, 16^3 (so 3 elements of 16 unique possible sub-glyph each) ideogrammic dictionary, synthetic android machines of the Stellaris' Rogue Servitor vibe, no Wilsonism or at least way less of such, electricity cars are way ahead, harmonious collaboration on technologies, more variety in ways of thinking aka spirituality and rationalism coexist better, Panian grammars strongly credited link to Turing+Church thesis, less spatial exploration, even less extroverts success compared to introverts, smaller world, more isolation in between social spheres so less harmonious as of the last few decades, less biological matters understanding, medical technologies somewhat behind by two decades, cross-dimensional idiosyncratic imports, synthetic developments ahead by ~20-40 years, free high education similar to Soviet Union / Russia's, much wild-west style software piracy space on the sidelines, many super advanced free software resources to levels like Habrahabr and beyond, synthetic service grids outpacing human agencies' controls yet keeping a neutral attitude towards humans, many disperate computer networks instead of the world wide web we know, lesser adoption of such hyperTech by the laymen as non-enthusiasts went back to some sort of early 20th century-style primitivisms, some sort of aesthetic subculture tribe diversification developments growing real strong as of the last two decades, earlier global pandemic around 1996-2000, advanced nuclear energy abundance, more cross-national collaboration + harmony, sapient-kinds inclusivity as early as the last century or the last half-millenia, longer historical record going back more than ~2000 further into their past (so like 3000 BC instead of 1000 BC here)...
So I want to make a general-purpose (if I had to choose one topic, it would be to describe symbolic computation ala 'TuringTarpit' around video rental store deque operations) programming language 'Servitor' with specific analogical media and low-tech [any medieval scroll vellum media included] constraints in mind.
4 notes · View notes