Tumgik
#yaz hikayesi
siyahkelebek4556 · 22 days
Text
Artık yalnızlığı öğrenmiştim yalnızlığım her geçen gün arttırılıyordu ve ben kaybediyordum herşeyimi...
4 notes · View notes
yorgunherakles · 1 year
Text
bura­da kimse mutlu değil, hem de hiç. bense mutluluğu özledim. seni öy­le sabırsızlıkla bekliyorum ki bazen bu bekleyişten yorgun düşüyorum.
simone de beauvoir - love letters
35 notes · View notes
elisaa-suu · 3 months
Text
Tumblr media Tumblr media
Şubat ayı okudularım;
BUKRE :Tam bir Tütkiye'de çekilen yaz dizileri tadında bir kitap hani okumasam da çok bir şey kaybetmezmişim. Belirli bi sayfadan sonra yazar sadece kendi fikir ve düşüncelerini yazmış.🤎 10/4
SÖYLEME BİLMESİNLER: Dışardan bakınca mutlu gözüken bir ailenin içeri de yaşadıkları olayları konu edinmiş. Bi çeşit Müge Anlı gibi.Roman deselerde kitaba içerik bakımından kişilerin otobiyografi'si olmuş. 💙10/6
PETEY: Beyin felciyle doğan Petey doktorların yanlış teşhisi sonucu zihinsel engelli kabul ediliyor.Yaşamı boyunca çektiği zorluklar ama herşeye rağmen sımsıkı hayata tutunuşunu konu edinmiş. Gerçek bir yaşam hikayesi çok güzeldi.💚 10/10
YAŞAMAK (YU HUA) : Gençlik yıllarında bütün servetini yiyen Fugui, uzun bir hayatın ona vereceği zorlukları bilse o denli harcama yapmazdı tabikide. Yazarın sonunda bütün kahramanları öldürmesi kalbime bir çıt dedirtti. ❤️10/8
FARELER VE İNSANLAR : Kısacık bir konu ama akıcı bir kitaptı.Yaş gurubu olarak biraz daha ortaokul seviyesine hitap ediyor. Güzeldi ❤️10/8
BEYAZ ZAMBAKLAR ÜLKESİNDE : Henüz bitirmedim ama yarısını geçtiğim için bu aya verdim. Imm kitabı nasıl anlatsam Bi ülkenin Finlandiya 'nın nasıl geliştiği ülkenin insanın nekadar zeki olduğu toprakları nekadar verimsiz olursa olsun herşeyi başarabildikleri, hem dini hem ekonomik, siyasi, konudaki başarılarını anlatıyor. Keşke bizim vatandaşlarımız, başımızdaki üst seviyedeki insanlarda bu zihniyette olsa da ülkemiz gelişebilse kitapta çok altı çizilecek yerler var. Bilgi verici bi kitap.💜 Benim için 10/8
95 notes · View notes
murat-o41 · 10 months
Text
Otelde İki Almana Karımı Siktirdim! (Rasim 43 Y., Antalya)
Merhaba seks hikayesi tutkunları. O yaz Antalya'da bir otelin barında sezonluk iş bulmuştum ve lojman da verdikleri için karımı da götürebilecektim. İlerleyen günlerde otele alıştık ve karımla hem tatil yapıyor, hem de para kazanıyorduk. Günlerden bir gün çalıştığım barda son iki Alman müşteriyle oturuyorduk. Müşteri kalmadığı için, ben de son iki müşteriye içkilerinde eşlik ediyordum. Kafalarımız alkolün etkisiyle iyi idi. Müşteriler uzun süre otelde kaldıkları için tanıdık insanlardı. O akşam geç olmasına karşın, karım da barda benimle birlikteydi.
Karım 40 yaşında, fiziği düzgün bir bayandır ve uzun yıllar Almaya'da kaldığımızdan dolayı Almancası da iyidir. Sohbete o da katıldığı için, barda neşeli bir konuşma geçiyordu. Karım adamlara eşlerinin nerede olduğunu sordu. Adamlar eşlerinin ayrı eğlendiğini ve tatillerde birbirlerine pek karışmadıklarını, Diskoda kendi başlarına eğlendiklerini anlattılar. Bunlar da o akşam iki kafadar içki içmeye ve iki kafadar olarak eğlenmeye karar verdiklerini belirttiler. Karım da normalde pek içmezdi, ama o akşam sınırlarını biraz aşmıştı. Alkolün etkisiyle her zamankinden daha cesaretli, özel konuları konuşmaya başladı. Karım onlara, Türkiye'de böyle bir davranışın pek kabul görmediğini, hatta böylesi durumlarda cinayet bile işlendiğini anlatıyordu. Ancak evli bile olunsa, arada bir karı kocanın ayrı takılabilmesinin normal olması gerektiğini onaylıyordu. Almanlar hayret içinde, "Demek böyle düşünen Türkler de var!" diye şaşırıyorlardı. Karım da bana bakarak düşüncesini onaylamamı bekliyordu. Ben de kafa sallayarak onay veriyordum. Stefan isimli olanı lafı sekse getirerek, sekste de böyle özgür düşünceli Türklerin olup olmadığını soruyordu. Ben de, "Olabilir, ama çok fazla yoktur!" diye yanıtladım.
Karım tuvalete gidince, Stefan birden bana, "Madem bu kadar medenisin, karın seni başka biriyle aldatsaydı ne düşünürdün?" diye sordu. Ben de, önceden bilmek kaydıyla, bu kararın karıma ait olduğunu, onu mutlu edecekse kısıtlamayacağımı belirttim. Onlar da kendi karılarının şu anda muhtemelen yakışıklı Türk gençleriyle çılgınca sikiştiklerini ve bu gece kendilerine pek hayrı olmayacaklarını söylediler. Michael ise, oysa bu güzel geceyi sikişerek kapatmanın ne kadar iyi olacağını söylüyordu. Bana, "Türklerin ve Almanların seks hayatı aynı mıdır, senin karın seks sırasında nelerden hoşlanır? Bizimkilerin hep hayali değişik yarakların tadına bakmak ve uzun sikişler yapmak!" dedi. Ben de, bizlerin de uzun sikişleri sevdiğimizi ve kadın erkek bizim de fantazilerimizin olduğunu söyledim. Benim karımın da diğer kadınlar gibi iki ya da üç erkekle aynı anda sikilmeyi hayal ettiğini söyledim. Stefan bana, "Eğer kızmazsan sana bir şey söylemek istiyoruz, karın çok çekici bir kadın ve ikimiz de onunla birliklte olmak istiyoruz. Tabii sen de kabul edersen!" dedi. Aslında lafın sekse dönmesinden böyle bir teklifin geleceğini hissetmiştim ve onlara, karım kabul eder ve isterse benim de onaylayacağımı söyledim. Nasıl bir duyguydu bu, bir yandan kıskançlık, bir yandan da heyecan duyuyordum, ya karım kabul ederse diye.
O arada karım tuvaletten geliyordu. Bara yaklaştığında makyajını tazelediğini ve üzerine o çok çekici parfümü sıktığını anladım. Anlaşılan o da böyle bir teklife hazırlamıştı kendisini. Bara geldi ve "Neler yaptınız ben yokken?" dedi. Ben de, "Senin dedikodunu yapıyorduk ve onlar da sana sahip olduğum için çok şanslı olduğumu anlatıyorlardı!" dedim. "Ohhh, bakıyorum iyi kaynatmışsınız!" diyerek Stefan'a döndü ve kendisiyle ilgili neler konuştuğumuzu sordu. Stefan karıma, Türklerin seks hayatından ve özellikle kendisinin ne kadar çekici olduğundan bahsetti. Ardından Michael ikisinin de kendisiyle birlikte olmak istediklerini ve benim kararı kendisine bıraktığımı ekledi. Karım olayların çok çabuk geliştiğini, kendisinin de onlardan hoşlandığını ve bana bakarak, etik olarak böyle bir teklifi kabul edemeyeceğini söyledi. Onlar da, elbette zorla bir şeyin olmayacağını, bunun karşılıklı istekler ile gerçekleşebileceğini söylediler. Stefan kendilerinin yabancı olduğunu ve belki de bir daha hiç karşılaşmayacağımızı söyleyerek, fırsatın değerlendirilmesi gerektiğini söyleyerek, ikna turlarına başlamıştı.
Ben de bu arada onları incelerken, ne kadar boylu poslu ve atletik olduklarını, aynı zamanda sarışın, renkli gözlü olmalarının bir kadın için çekici olduklarını düşünüyordum. Karım yine bana bakarak, "Diyelim ki kabul ettim, ama kocamın yanında bu işi yapamam!" dedi. Michael hemen, "Sen işi bize bırak, senin aktif katılımın gerekmiyor. Biz seni en iyi şekilde hallderiz, sen istersen gözlerini kaparsın!" dedi. Karım bana bakıyor, ama bir şey söylemiyordu. Ben de ona, "Fantazini gerçekleştirme şansını kaçırma, zaten yabancılar, kime ne anlatacaklar ki?" diyerek Almanları destekledim. Ama ben mi söylüyordum bunları, nasıl ağzımdan çıkmıştı, kendime hayret ediyordum. Karım, "Sonra kıskanmak yok ve başıma kakmak da yok ama!" dedi. Ben de kıskançlık yapacak yaşları geçtiğimizi ve bundan sonra arzularımızın peşinden gitmemizin hayata daha bağlanmamızı sağlayacağını söyledim. "Tamam o zaman, hem yakışıklı hem de atletik görünüyorlar, umarım iyi birer de sikicilerdir!" diyerek, iki Almanın arasına oturdu. O an kalbimin duracağını sandım ve ok yaydan çıkmıştı...
Karım onlara dönerek, "Gösterin bakalım marifetlerinizi, neler yapabiliyorsunuz!" diyerek Stefan'ın kucağına oturdu. O da ilk şaşkınlıkla, "Demek sen de istiyorsun!" diyerek karımın dudaklarına yapıştı. Bense sadece seyrediyordum. Michael da bu arada karımın göğüslerini okşamaya başlamıştı. Biri dudaklarından öpüyor, diğeri göğüslerini ve bacaklarını okşuyordu. Hemen müdahale ettim ve birinin görebileceğini ve bunun bizi çok durumda bırakabileceğini söyleyerek, "Hadi lojmana gidelim!" diye ekledim. Çabucak barı kapattım ve yola koyulduk. Lojmana vardığımızda üçü de kendilerini içeriye zor attılar ve karımı ortalarına alarak yiyişmeye başladılar. Yatağa vardıklarında, karım ortalarında, bir eliyle hem göğüslerini okşuyor, arada bir pantolonun üstünden amını okşuyordu. Yavaş yavaş karımı soymaya başladılar. Üst tarafı sütyenle kalmıştı. Sütyeni de açmadan yukarı kaldırarak güzel memelerini ortaya çıkardılar ve iki yandan yalamaya başladılar...
Stefan'ın eli karımın amını avuçlamış, Michael ise ayağından pantolonunu çıkarmaya çalışıyordu. Çıkınca da külotunun üstünden kalçalarını sıkmaya başladı. Sonra kendi de tamamen soyundu. Yarağını eline alıp okşamaya başladı. Öteki ise karımın pantolondan sonra daha açığa çıkan amını külotun üstünden okşuyor ve arada parmaklarını külotun içine sokuyordu. Karım da bu arada adamın sikini okşuyor bir yandan da pantolonunun kemerini çözmeye çalışıyor ve arada inliyordu. Stefan ona yardımcı oldu ve ayağından pantolonu çıkarttı. Külotun üstünden sikinin epey iri ve kalın olduğu anlaşılıyordu. Karım daha fazla dayanamadı ve elini külottan içeri sokunca, "Ne kadar büyük!" diye şaşırdı. Stefan da gülerek, tadını alınca daha da hoşlanacağını söyleyerek, karımın külotunu sıyırdı ve amını yalamaya başladı. Bu arada sikiyle oynayan Michael biraz kaldırınca, hatırı sayılır irilikte bir siki olduğunu fark ettim. O da karımın ağzına veriyordu. Karım, "Bu da büyükmüş, amım bayram edecek!" diye inledi.
Stefan diliyle adeta karımı sikiyor ve karım da hem ağzındakini yalıyor, hem de, "Sok dilini, amımı sikilmeye hazırla!" diye inliyordu. Karım ilk kez bir yarağı naz yapmadan yalıyordu. Karımla o an için göz göze geldik. Burukluk hissetsem de, o anki zevk alışı dehşetti. Amını yalayan Stefan kalkarak yarağını karımın amına dayadı. Adamın yarağı kazık gibi görünüyordu. Karıma, "Hazır mısın? Benimki dayanamıyor ve amının tadına bakmak istiyor!" dedi. Karım ağzında ötekinin yarağı olduğu için sadece kafasını sallayabildi. Şimdi Stefan hafifçe bastırıyor, sikine karımın amında yol açmaya çalışıyordu. Sonra karımın kasıldığını ve hafif bir çığlık attığını duydum. Artık Stefan'ın siki amının içindeydi, ama tamamını sokmamıştı. Bir süre bekledi ve yeniden yüklenerek tamamını karımın amına gömdü. Karım, "Ohhh! Ne yarakmış, sanki amımın dibini buldu!" deyip, kalçalarını oynatarak Stefan'ın sikini amının dudaklarına yaslayarak, yarağın tek milimini bile dışarıda bırakmadı...
Stefan girip çıkmaya başladığında karımın amı görülmeye değerdi. Kocaman bir ağız gibi açılmış ve dudakları kabarmıştı. Stefan'ın siki girip çıktıkça karımın amının sularından parlıyor ve kafasını çıkardıkça sular amından götüne doğru akıyordu. Karımın amı da Stefan'ın sikine uyum sağlamış, zorlanmadan sikin tamamını alıyordu. Stefan daha iyi girebilmek için karımın bacaklarını omzuna aldı ve hızlı hızlı sikmeye devam etti. Bir ara ikisi de kasılarak boşaldılar...
Sıra Michael'deydi ve sikini karımın ağzından çıkararak, karımın domalmasını istedi. Karım ona doğru domalarak, amını havaya dikti. Michael'de karımın kalçasını havaya kaldırarak iki eliyle götünü araladı. Yarağını yeni sikilmiş ve genişlemiş amın üstünde gezdirdikten sonra, karımın amına sokmadı, am siki kendiliğinden içine aldı. Karımın inlemeleri içinde sikmeye ve gidip gelmeye başladı. Çok geçmeden de boşaldı. Karıma, "Kusura bakma fazla dayanamadım ve çabuk geldim, ama ikincisinde doya doya sikeceğim amını!" dedi. Karım amının her yanından taşan dölleri sildi. O ara karım susadığını ve bir şeyler içmek isteyince biraz ara verdiler...
Stefan karıma götten sikmek istediğini söyledi. Karım olmayacağını, çünkü hiç denemediğini söyledi. Stefan korkacak bir şey olmadığını, onu çok güzel hazırlayacağını ve götten sikilmenin tadını alınca bırakamayacağını söyleyerek ikna etti ve tekrar dudaklarından öpmeye başladı. Karımla çok ateşli sevişiyor, her ateşli öpüşü beni de azdırıyordu. Sonra karımı ayağa kaldırıp ters çevirdi. Karım Stefan'ın önünde eğilerek bacaklarını ayırdı. Stefan karımın göt deliğini yalamaya, parmağını götüne sokmaya başladı. Karım götten ilk kez sikileceği için biraz titriyordu. Stefan yarağını sokacağını ve karımın sakin olmasını söyledi. Yarağını yavaşça göt deliğine dayayarak, hafifçe iteklemeye başladı, ama bir türlü girmiyordu. Karım istemediğini söylüyor, ama o durmuyordu. Sonra ben durumlarına acıyarak, içeriden krem çıkarıp Stefan'a verdim...
Karım Stefan'ın yarağını ve kendi götünü kremlemesini beklerken, tekrar Michael'in sikini ağzına aldı. İyice kremlenen karımın götüne bu sefer Stefan zorlanmadan girdi, ama karım bağırıyordu, "Çıkart!" diye. O ise hareket etmeden içinde bekliyordu. Biraz bekledikten sonra sokup çıkarmaya başladı. Artık karım bağırmıyor, götten sikilmenin tadıyla inliyor, Stefan ise zevkle karımın götünü sikiyordu. Stefan karımın göt deliğinin ne kadar dar ve ne kadar güzel olduğunu mırıldanarak gidip geliyordu...
Şimdi Michael'de uzanmış ve karımı üstüne çekmişti. Karımın amı tam sikinin hizasındaydı. Stefan'a, "Sen çık, ben amına gireyim, sonra tekrar göte girersin!" dedi. Bunu duyan karım iki tane iri sikle tost olamayacağını ve istemediğini söylüyor, ama onu kimse dinlemiyordu. Michael karımın amına bir hamlede girdi ve arkadan Stefan karımın beline hafifçe bastırarak göt deliğinin yukarı çıkmasını sağladı ve sikinin başını karımın götüne yasladı. Bu arada Michael gidip gelmeyi bıraktı ve siki karımın amındayken bekledi. Stephan dizlerinin üstünde sikini bastırarak çıktığı yere yeniden girdi. Ve karımın bağırtıları, inlemeleri eşliğinde, bir birisi sokuyor, bir öteki sokuyor, amını götünü sikiyorlardı...
Karım aynı anda hem götüne hem amına giren yarraklara alışınca, "Aaahhh, deliklerim parçalandı, amımı götümü bitirdiniz! Hadi sikmeye devam edin! Kocacığım sen orada garip kaldın, getir bari yarağını ağzıma ver!" dedi. Ben de hemen yerimi aldım, karımın ağzına verdim. "İyi ki başka deliğim yok!" diyen karım, ikisinin arasında çığlıklar atarak şiddetli bir şekilde orgazm oldu. Ama adamlar halen sikmeye devam ediyorlardı. Sonra onlar da boşalarak, amından ve götünden çıktılar ve karımın yanına uzandılar...
Karım bana, "Beni sike sike bitirdiler, bu zevki sana anlatamam, teşekkür ederim kocacığım!" dedi. Adamlar, ortalarında çırılçıplak yatan karıma dayanamayıp, tekrar her yerini yalamaya başladılar. Sonra ikisi birden yaraklarını karımın ağzına verdiler ve karım biraz yalamadan sonra yarakları tekrar kaldırdı. Stefan koltuğa oturarak karımı üzerine çekti. Karım adamın yarağını eline alarak amına kendi elleriyle soktu. Stefan'ın yarağının karımın amına girip çıkmasını seyreden Michael, "Ben de şu götün tadına bakayım!" diyerek karımın arkasına geçti ve sikini rahat bir şekilde karımın açılmış götüne sokuverdi. Karım yine zevkin doruklarında geziyordu. Sonunda hepsi birden boşaldılar...
Karım yerinden kıpırdamadan, "Gel son noktayı da sen koy ve amıma geçir!" dedi. Ben de karımı masanın üstüne yatırarak bacaklarını omuzuma aldım ve zaten kalkmış olan yarağımı, karımın götüne soktum ve "El aleme var da, bana yok mu?" diyerek sikmeye başladım. Karım da, "Bak sana sikilmeye hazır götümü sundum, hiç uğraşmadan sikiyorsun işte!" dedi. "Evet, daha içinde de Michael'in dölleri duruyor, sanki krem vazifesi yapıyor!" diyerek, uzun olmasa da, zevkle siktim karımın götünü ve karımın götüne ben de boşalarak, geceyi bitirdik :)
[Rasim]
77 notes · View notes
sadiatici · 4 months
Text
ELEKTRİKLİ ARAÇLAR DÜNYANIN EN BÜYÜK ÇÖPÜ MÜ OLACAK?
Japonlar, elektrikli araçlardan daha çok hibrit üzerinde duruyor. Ve bu alanda da çok başarılı.
Bunun nedenini anlamaya çalışıyordum. Bu yazıyı gördükten sonra cevabımı aldım! Bulduğum yazıyı aynen paylaşıyorum..
Ben bir makine mühendisiyim.. Bunu kimseye anlatamıyorum. Ulan alacağın araba 3 sene sonra tamamen çöp... Cep telefonundan pay biçin. Bir cep telefonunun ömrü kaç yılsa bu arabaların pilinin ömrü de o kadar. Bugün full şarjla 500km gidiyorsan . 2 yıl sonra bu mesafenin yarısını bile gidemeyeceksin. Daha sonra da pil bitecek. Yeni pi kaç para olacak peki..?? Sonra emisyon hikayesi filan var.. Ulan pilin artığı ne oluyor.. Ortalıkta sırf pil artığı için çöpler var.. Ne için.. Hiç sorguladınız mı. Bu kadar arabanın pili ne olacak. ...
(Mehmet Dal)...
...................................
Bu elektrikli arabalar - Dünyanın gördüğü en büyük dolandırıcılık mı? Bunu düşünen var mı? "Bütün arabalar elektrikli olsaydı…Kar fırtınasının soğuğunda üç saat trafikte sıkışsalardı, bataryalar tamamen biterdi çünkü elektrikli arabaların temelde ısıtması yoktur. Ve bütün gece sokakta mahsur kalmak, pil yok, ısıtıcı yok, cam silecek yok, radyo yok, gps yok, batarya dolu, hoş olmasa gerek. 911'i arayıp kadınları ve çocukları koruyabilirsiniz ama size yardıma gelmezler.
Çocukları koruyabilirsiniz ama size yardıma gelmezler çünkü tüm sokaklar kapalı ve tüm polis arabaları muhtemelen elektrikli. ve yollar binlerce boş araba tarafından kapandığında kimse hareket edemez. Piller yerinde nasıl şarj edilebilir? Yaz tatillerinde kilometre blokları ile aynı sorun. Elektrikli arabada klimayı açık tutmak için sıra olmaz. Pilin bir anda biter. Elbette hiçbir siyasetçi ve gazeteci konuşmaz ama olacağı bu. Metni özgürce çevirdim, ( Handan Somak)
Marian Alaksin tarafından(Çek Cumhuriyeti)
Tumblr media
36 notes · View notes
tipitip213 · 15 hours
Text
Çiğdemin hikayesi.
Çiğdem, nehrin kıyısındaki ağacın gölgesinde otururken gülümsemekten ve sevinçle şekillendi. Kitabını okumaktan başka yapacak bir şeyi olmasa bile, on sekizinci doğum gününün hemen ertesi günü dışarıda olmaktan çok mutluydu! Tamam, tam olarak dışarı çıkmasına izin verilmedi. Ama güneşli bir yaz günüydü ve hizmetçi ona Bay Liddell ve Bayan Liddell’in bilmediği şeyin ona zarar vermeyeceğini söylemişti!
Uzun zamandır ebeveynlerinin dilekleriyle büyüyen peygamber çiçeği bukleleri ve mavi gözleri ile, güzel genç adam pek çok kişinin hoş gördüğü şeydi. Bir çift jartiyer koyu gri şortunu beyaz düğmeli gömleğinin üzerine tutarken, ayak bileği yüksek çoraplar attığı ayakkabılarının yanındaki çimlere oturdu. Kucağındaki kitap, ünlü hicivci Jonathan Swift’in “Gulliver’s Travels” adlı en sevdiği kitaplardan biriydi! Bunu aile kütüphanesindeki diğer tüm kitaplarla birlikte defalarca okumuştu. En azından, en azından hizmetçinin odasına gizlice girdiği.
Yine de bu güneş ışığı şaşırtıcı derecede sarhoş ediciydi! Ağacın gölgesinde bile yaz sıcağı onu çok uykulu ve aptal hissettiriyordu. Bu güneş ışığı onu bu kadar uyuşuk hale getirdiğinde, işe alınan kişi işini yapmayı nasıl başardı? Çiğdem tam da kucağında kitabıyla uyuyakalmak üzereyken tuhaf bir manzara gördü …
Küçük beyaz bir tavşan.
Bekle, hayır … Çiğdem gözlerini ovuşturdu ve görüntü netleşti. Bir tavşan kadın!
Oldukça küçüktü, muhtemelen Çiğdem’ın kendi beş fit uzunluğunda kendi çevresinde, ama Çiğdem’a genç bir anneyi hatırlatan anaç kıvrımları vardı. Bacakları beyaz kürkle kaplıydı ve bir tavşanın şekline bürünmüştü, kadın kısımlarını saklayacak alt vücut giysisi ya da geniş serserinin çalkantısıyla birlikte kıpırdayan pamuklu tavşan kuyruğu yoktu. Göğsü çok büyüktü, iki olgun yaz karpuzunu andırıyordu ve hızlı bir yürüyüş atlaması, koyu yeşil yeleğinden çıkmalarına neden olacaktı. Bir yandan basit bir kahverengi baston, herhangi bir hareketlilik sorunundan daha resmi nedenlerle görünüyordu, diğer yandan altın cep saati, aristokrat ailesinin serveti için bile oldukça pahalı ve havalı görünüyordu. Yine Çiğdem’ın kafasındaki bir anne imajını çağrıştıran sevimli ama olgun bir yüz, iki beyaz kürklü tavşan kulağının çıkmasına izin veren delikleri olan koyu yeşil bir şapkaya yol verdi. Altından görünen kısa saç da beyazdı, gözleri ise tuhaf bir pembeydi.
Çiğdem, bırakın insan parçaları ve cep saatini saklayacak bir yelek bir yana, anaç kıvrımlarına sahip bir tavşan görmemişti. Ama yine de, kitaplarda sadece tavşanları görmüştü! Yanan bir merak genç adamı doldurdu ve onu kaybetmek istemeyen Çiğdem ayakkabılarını arkasından çoraplarına vurmak için geride bıraktı. Tarlada koştu ve tam zamanında yakalayıp çitin altındaki büyük bir tavşan deliğinden aşağı indiğini gördü. Başka bir anda, nasıl çıkacağını bir kez bile düşünmeden Çiğdem peşinden gitti. Askıları çıkıntılı bir kökü yakaladı ve kovalamacasını kaybetmek istemediğinden, düzgün bir şekilde girebilmesi için onları çözdü.
Tavşan deliği bir şekilde tünel gibi dümdüz ilerledi, Çiğdem’ın çorabını yakalayan ve sol ayağından koparan başıboş bir kök. Ama sürünmeye devam etti, yanan merakı onu sahip olduğu bir adam gibi reddediyordu. Kökler kollarına battı ve şortunu ve gömleğini yırttı, düğmelerinden birini fırlattı, ama aldırış etmeden kıyafetlerinin üzerindeki kiri ödemeye çalıştı. Tünel daraldı ve Çiğdem kalçalarının sıkıştığını fark etti. Çok fazla çekiştirdi ama kendini çekmeye başladı.
Çiğdem endişeyle şortunun kalçasından aşağı kaydığını hissetti. Onları çekiştirmeye çalıştı ama kalçalarının sıkıştığı dar alanda kımıldamıyorlardı. Biraz öne sürünerek kalçalarından daha aşağı kaymalarına izin verdi. Biraz yer bulduğunda onları tekrar yukarı çekmeye niyetlendi, ama pelvisi açıklığı temizlediğinde, tavşan deliği o kadar aniden aşağıya daldı ki, Çiğdem’ın düşmeden önce kendini düşünmek için bir anı kalmadı gibi görünüyordu. Derin Kuyu. Kırmızı yüzlü alarmla, şortunun bacaklarından aşağı doğru çekildiğini, yarı çoraplı ayaklarının geride bıraktığını hissetti.
Ya kuyu çok derindi ya da Çiğdem çok yavaş düşüyordu. Görünür külotlarından duyduğu utancın azaldığını hissettiği ve etrafına bakmasına izin verecek kadar uzun. Alt kısım, tavşan deliğinin ne kadar derin gittiğini göremeyecek kadar karanlıktı, ama sonra kuyunun kenarlarına baktı ve bunların dolaplarla ve raflarla dolu olduğunu fark etti: burada ve orada, mandalların üzerine asılan haritalar ve resimler gördü. İnsanların birkaç fotoğrafı ona gülüyormuş gibi göründüğünde, güzel yanaklarına bir kızarma geldi …
Geçerken raflardan birinden bir kavanoza uzandı, ancak şiddetle kapanıp bir havlama sesi çıkardı. Kısa bir süre sonra anlık durmayı, elinde kavanozla yuvarlanan bir düşüş izledi, ancak yukarıdan bir bakış, kalan çorabının, gülen bir soytarı resmini tutan bir çiviye takıldığını gördü. Kalbi korkudan deliler gibi atmadığında, aldığı kavanozun “TURUNCU MARMALATI” olarak etiketlendiğini gördü, ama büyük hayal kırıklığı içinde boştu.
Kavanozu kırmaktan korktuğu için kavanozu düşürmek istemedi, bu yüzden kavanozun yanından geçerken dolaplardan birine koymayı başardı.
Aşağı aşağı aşağı. Çiğdem ne kadar zamandır düştüğünden veya ne kadar uzağa düştüğünden emin değildi. Dünyanın merkezine yakın mıydı? Tam uykuya dalmak üzereyken bir çığlık attı. Düşüşü durdu ve arkasına bir bakış nedenini ortaya çıkardı.
Bir dolabın üzerindeki çıkıntılı sap, alt kısımlarını sıkıştırdı. Ne kadar sıkıcı! Onları geri almaya çalışmak için arkasından uzandı ama kolları uzanamadı. Sapından kurtulabileceğini umarak ileri geri sallanmaya başladı. Ancak ani bir hareketle, Çiğdem’ın sallamalarından biri dolap kapısının gıcırdamasına neden olarak öne doğru sallanmasına ve donundan aşağı düşmesine neden oldu!
Düşüşüne devam ederken Çiğdem’ın yüzü parlak kırmızıydı, pembe yanaklı kabarcıklı serseri çıplak ve küçük penisi ve testisleri havada çırpınıyordu. Elleri utancını sıkıca kavradı, sadece kirli, yırtık, kısmen düğmeli gömleğiyle daha ne kadar giyinmek zorunda kalacağını merak ediyordu.
Çok uzun değil gibi görünüyordu. Gömleğinin yakası raftan çıkıntı yapan bir çiviye takıldı. Orada asılı kaldı, gömleğinin sıkı oturması kollarının yükselmesine ve gelişmemiş halini tavşan deliğine doğru açığa çıkarmasına neden oldu. Rafın yanı sıra, duvarların tümü, onun yaşındaki çeşitli seçkin erkeklerin, onun yaşındaki kızların ve dolgun kadınların nefes nefese kalmasıyla kaplıydı, hepsi ağızları neşeyle açıkken zaman içinde donmuştu, hatta bazıları tam da Çiğdem’ın asıldığı yeri gösteriyordu. Bunun saçma olduğunu biliyordu, ama sanki resimlerdeki tüm insanların açıktaki vücudu ve minik penisi gibi güldüğünü duyabiliyordu. Kıvrılıp sallanmaya başladı, kurtulmaya çalışırken, ne zaman-
“EEP!”
Gömleğindeki düğmeler büyük bir gözyaşı ile fırladı ve Çiğdem tavşan deliğinden aşağı indi, Dünya’nın derinliklerine düşerken ironik bir şekilde havaya uçtu. Küçük, çift cinsiyetli vücudu şimdi bir alakarga gibi çıplak olan genç adam, küçük penisini sıkıca kavradı, kırmızı yüzlü ve düşerken gözleri yaşlandı.
14 notes · View notes
keemlenyekun · 8 days
Text
Bahar temizliği haftaya kaldı
Hayatımda 19 mayısın çok özel bir yeri var. Tabi ki Samsunlu olmamın etkisi var, 19 Mayıs bizim bayramımızdır. Şehir eskiden daha renkli olurdu. Etkinlikler konserler statta eğlenceler. Şimdi sadece jetler geliyor, iki konser eşlik ediyor. Eskiden şehir küçük olduğundan olsa gerek herkes 19 mayısı yaşardı.
Bayram olmasının yanında 19 mayıs annemin yazın gelişi olarak gördüğü tarihtir. 2013 yılına kadar sobalı bir gecekonduda oturduk. 19 mayıs sobanın kaldırılıp "bahar temizliği"nin başladığı tarihtir. Halı yıkama, battaniyeleri çiğneme, yatak yorgan havalandırma, yün ditme, boya, badana, mutfak dolaplarının dökümü... Ve bizler de yardımcı olarak annemin peşinde. Seviyordum. Terasta halı yıkamak, battaniyeyi çiğneyerek yıkamak. Tam o sırada 19 mayıs etkinlikleri. Yaz gelmiş. Bahçedeki erik ağacı yeşermiş. Güzel ve mutlu.
Haftaya 19 mayıs ve bahar temizliğine niyetim var.
Geçen haftaki ruhsal baskıyı atlattım diyebilirim. El titremesi ve sinir geçti. Çünkü oğlana bakması için ananesini çağırdık. Puahahahah. Canım oğlum. 2 yaş çılgınlıkların beni çıldırtıyor.
Son gün AYM başvurumu verdim. Sayfa sınırlaması varmış başvuruda. 10 sayfa ek açıklama oluyormuş. Ben yazmışım 28 sayfa. Yazdıklarımı özet geçmek çok zorladı beni. Bir şekilde son ana yetişti. Bekleyelim 5 sene sonra karar çıkar. Sonra da AİHM'e gideriz, o da 5 sene sürer. 45 yaşımızda hükümetle dostane çözüm yaşarız gibime geliyor. O zaman avukat sercoya devam.
Kiracımız 1 haziranda çıkıyor. Ofisime geçiyorum. Annem de o süreye kadar toparlarsa allahın izniyle, 8-5 ofisimde çalışmaya devam. En çok istediğim şey. :DD
Ofise masa takımı lazım. Para lazım. Kurban aldık, para lazım. Tatile gideceğiz, para lazım. Para çok lazımsın. Ve türkiyede en pahalı şey para. Böyle şeyin ben taaaaaaa.....
Şimdi başvuruları yapınca dedim ki, silivriden geldiğimden beri şu dosya ve dilekçelere hiç ellemedim, toparlayayım. Silivri kütüphanesinden bir kitap listesi, okuduklarım ve okumak için yaptığım liste çıktı karşıma. Saçma sapan bir dublin romanı okumuştum. Liseli ergen aşkını anlatan. Kitabın ismi yoktu aklımda. Onu da not almışım. Lan var ya cezaevinde kitaplar can kurtaran simittir. Şerefsiz kitapsızlar 4 ay kitap vermedi bize, infaz hakimliğine yazdığım itiraz dilekçesi bile duruyor. Kuran almadılar içeriye sebep ne biliyor musun sayın defter: arapça okumayı bilen memur yokmuş. o zamanlar daha yaratıcı küfürlerim vardı. Şimdi klasik. Tuttuğumuz günlüğü yok ettik. malum evlenince sıkıntı çıkmasın diye. puahahahah. Hanım okuyor burayı, valla beni evde ipe dizer. şşştt..
Arkadaşlarla bir film hikayesi oluşturmak istemiştik. Leyla diye bir göçmenin yaşadığı türk hakimlerini anlatan, gerçek hikayelerle ilerleyen, ama kesinlikle kurgusal olan bir hikaye. Baş gardiyan bu hikayeyi okuyunca darbe planı olabilir diye almıştı. Bu şaka değil bu arada. Cidden aldı adam, okuyup geri getirdi. puahahahahhahah...
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Harika birisiydi titrek nejdet. o günlerin komik anlarını hatırlamam gerekiyor. yoksa sıkıntısı büyük.
Tumblr media
Bu aşamayı da geçtik. Aym başvurum sonuçlanana kadar mümkünse kendi davamla ilgili hiç bir şey hatırlamak istemiyorum ve tarihin tozlu raflarına sizleri kaldırıyorum.
Galatasarayım iyi, samsunsporum iyi...
Hadi bakalım.
Vesselam.
4 notes · View notes
ruhumunkirintilari · 9 months
Text
Tumblr media Tumblr media
O sabah sosyal medyaya bomba gibi düşen haber, Türkiye'yi resmen ayağa kaldırmıştı.Bir okul katliama uğramış ve sadece öğretmenlerin ve müdürün öldürülmesiyle neredeyse 50'den fazla ölü çıkarılmıştı.Sonradan öğrenilen bilgilere göre burası ülkelerin kendi arasında pis işlerini halletmek için ajan yetiştirdiğini bu yüzdende küçük kız, erkek farketmeksizin kimsesiz çocukları okutma bahanesiyle alıp ajan olarak yetiştirdiği öğrenilmişti, ama bu cinayetleri ve okulun foyasını ortaya çıkaran aslında okulun kendi yetiştirdiği yedi gençten ibaretti
Sizce bu gençler hem işledikleri cinayetler, suçlar ve aşk, sadakat güven ile başa çıkabilecek mi?
Benim yazdığım tamamen kendi kurgum olan, içimi döktüğüm "Gölgesizler" adlı bir kitap hala daha yazmaya devam ediyorum kitabı "Wattpad" aracılığıyla bulabilirsiniz. En başta olanlar ise ana karakterler isimleri sırayla "Gece" ve "Gündüz". Gece ajan iken Gündüz ise babasının kötü işlerinde kullandığı bir piyon bunların ikisinin karşılaşması sonucu ortaya çıkan gizemlerden, sırlardan en önemlisi aşktan nasıl başa çıkabileceklerinin hikayesi ve bunun yanında yedi gencin adları "Gece, Kar, Yaz, Han, Oğuz, Arda, Berk " umarım acemiliğimi alttan alıp hikayemi beğenirsiniz.
EĞER OKURSANIZ ŞİMDİDEN TEŞEKKÜRLER...❤️
2 notes · View notes
denemeyenler · 1 year
Text
İki Engelli Kuş - Bir özgürlük masalı
     Sordu şair; uçan bir kuş, uçamayan kuş mutlu olsun diye kanatlarını kesmeli mi?
    Nihil dedi; uçan kuş kanatlarını keserse özgür olamaz, seyri alemlere akamaz ama aklı uçamayan kuşta kalırsa özgür olabilir mi, seyr-i alemlere akarken mutlu olabilir mi?
    Şair dedi; Bir seçim yapmak zorunda mısın? Sen neyi seçersen uçamayan kuş adına da seçmeyecek misin, bu seçimde onun hakkı yok mu? Dile ki! senin seçimin onun içinde sevinç dolu olsun...
    Nihil dedi; Ben ona mı sorayım? Ve bana "git, beni bırak, ben uçamam seninle, sen de burada duramazsın benimle, denk değiliz biz" diyeceğini bilirken bunu sormak ona yük olmayacak mı? Onu bırakmak için sorumu izin saymayacak mı?
    Şair dedi; Git ve sor, cevabı duy kalbine sor... Nihil yola koyuldu, arkhe'nin yanına doğru uçtu...
    Nihil yuvaya vardığında Arkhe sevgiyle karşıladı onu. Meraklı gözlerle, tebessüm ederek konuştu.. -hoşgeldin nerelerdeydin merak ettim seni.. Nihil, biraz mahçup, biraz buruk bir tebessümle baktı ona ve dedi; -aklım çok karışıktı, sonra kayboldum aklımda, yolumu bulamadım...
    Arkhe sevgiyle dedi; Olsun geldin ya.. Nihil bu söz üzerine sormaktan vargeçecekti ki şairin sözü geldi aklına.. SOR! Sordu nihil zor da olsa..
    Nihil sordu; Arkhe benim için zor ama önemli olan bir soru sormak istiyorum. Ben uzaklara gitmeyi keşfetmeyi seviyorum ama her uzaklaştığımda aklım sende kalıyor, gitmek istemiyorum. Ben seni bırakmak istemiyorum ama kalamıyorum da.. hangisi doğru bilemiyorum, ne yapmalıyım?
Yazarın aklında burdan sonrası için iki farklı son vardır ama iki sonda da Nihil ve Arkhe mutlu olmaz, onlar bir türlü kavuşamaz. Yazar şair olup düşünür, ne yapsa bu iki engelli kuş kavuşsa...
Yazar sordu şaire; Neyi seçsem bir taraf mutsuz, ikisinin mutlu olduğu bir son yok mu? Şair dedi; Yaz gitsin. Her son mutlu gibi düşün. Yazar dedi; Senden bana hayır yok, nazın niyazın sözünden çok. Bedava akıl vermiyorsun belli ki, dinin imanın para olmuş. Hata, sana soru soranda ki..
Şair dedi; ne dedim şimdi ki, sana daha nasıl yol gösterebilirim ki Yazar dedi; Geçiştirme uzmanı, şair değil falım yazarı, senin gösterdiğin yol değil uçurum kenarı Şair dedi; Ey güzel kadın, ne dedim de kızdın, gönlünü kırdım böyle, söyle telafi edeyim, gönlüne merhem süreyim..
Yazar arkasını döner ve gider.. Kendi hikayesinin sonunu kendi yazmaya karar verir.. iyi yada kötü ne olursa olsun, o hikayenin sonu kendine ait olacaktır.. Ve Nihilin sorusunu duyan Arkhe'ye bakar..
     Arkhe dolu dolu gözlerle Nihil'e bakar. Nihil “git” diyeceğinden öyle emindir ki.. Ve Arkhe kanatlarını açıp Nihil'e sarılır ve "git" der. Git mutlu ol ..
     Git ama bir şartım var. Geri gel.. gidip gördüğün, gezip hayran olduğun her yerden bana bir şey getir. Ve getirdiğin o şeyin hikayesini anlat bana. Ben de seninle uçar, görür ve uçmuş kadar olurum. Seni burada heyecanla beklerim ben, sen git ama gel..
     Nihil duydukları karşısında içi umut doldu, özgür olduğunu hissetti, kimseden ve hiç bir şeyden ödün vermek zorunda değildi. Alabildiğine uçup özgürce, hediyesiyle beraber içi heyecan dolu Arkhesine dönebilecekti. Ve mutlu bir şekilde açtı kanatlarını.. daha da hafif..
     Nihil her gittiği yerden armağan getirdi. Heyecanla gördüğü yerleri, getirdiği eşyanın hikayesi anlattı. Arkhe dinledikçe mutlu oluyordu. Bu böyle aylarca devam etti ama birgün Nihil döndüğünde Arkhe'yi yuvasında bulamadı.
     Nihil çaresizce arayıp durdu etrafta, en son çaresizce yuvaya döndü, kanatları düştü ve yuvada kaldı öylece..  Sonra yuvaya baktı Nihil, yuva tıka basa getirdiği eşyalarla dolmuştu. Tabi yaa, dedi -Arkhe'ye yer kalmamış ki, düştü o yuvadan ve bir yırtıcı parçaladı onu..
    Nihil artık Arkhe'ye dair umutlarını yitirmişti. Acıdan, suçluluk duygusundan kıvranıyordu.. Bunu nasıl düşünememişti... O sırada uzaklardan bir ses yankılandı. -Nihil Nihil bak uçuyorum.. Arkhe'ydi bu, Nihil inanamaz gözlerle bakarken neye sevineceğini bilememişti..
    Arkhe dedi; Nihil senin anlattığın her şey o kadar güzeldi ki ben de görmek için arzu duydum. Neden uçamadığımı bilmiyordum, bana "uçamazsın" demişti annem ve ben hiç denemedim uçabileceğimi. Senin en son anlattığın vadiyi öyle merak ettim ki denemeye karar verdim ve uçtum UÇTUM.
    Nihil mutluluktan ağlamaya başladı. Tüm acının yerini sevinç aldı. Arkhe'yi kaybetmemişti ve Arkhe uçabilmişti. Artık ikisi de engelsiz, özgürdü. Beraber uçsuz bucaksız semalara uçabileceklerdi. Arkhe kanatlarını kocaman açtı ve en güzel hediyesini verdi Nihil'e. Beraber uçtular
Yazar hikayesini mutlu sonla bitirdi ve şaire gitti. Yazar dedi; Sana kızdım, çünkü bazen tüm sır detaylarda gizlidir, bazı konularda omurga verebilirsin. Susadım, diyen birine "su iç" diyebilirsin ama "suyu bulamıyorum" diyen birine "git ara" diyemezsin Şair! Her şeyi tek dizede anlatamazsın.
Şair dedi; Anladım şimdi ve hak verdim sana. Her şeyi tek dizede anlatan biri senin gibi hikayeleştirip anlatamaz. Ama öğrenemez değil.. Gel sen şiir yazmayı öğren, tek dizede derdini anlat bana, ben de hikaye yazmayı öğreneyim sana hikayeler anlatır gibi anlatayım. Beraber öğrenelim..
Yazar kabul etti bu teklifi. Bu orta yol hoşuna gitti ve şaire derdini tek cümlede anlattı. 
Ben seni anlayamıyorum şair, bana kendini anlat ... (masal özgündür, bana aittir)
denemeyenler - 16.4.23
3 notes · View notes
akureis · 10 months
Text
Çizgi Film Yalancıları
Çizgi film yalancıları derken kimleri kastettiğimi hemen hemen anlamışsınızdır eminim. Birkaç etkileşim uğruna doğruluğu imkansız olan teoriler yalan finaller ve hiçbir dayanağı olmayan x dizisi dönüyor gibi asparagas haberler yapan bu yolla hayranlardan etkileşim kasarak kendilerini tatmin ediyorlar. Hatta sadece bu yolla büyüyen onlarca youtube kanalı, instagram sayfası ve diğer sosyal medya hesapları bulunuyor. Bende dahil bir çok çizgi film hayranının canını sıkan bu kişilere maalesef kanan hayranlarda bulunuyor hatta o yalanlar o denli büyüyor ki Türkiye'de hatta dünyada herkes öyleymiş gibi inanıyor, size bunlardan birkaç örnek verip yazımı sonlandıracağım. "Candace aslında akıl hastanesinde yatan bir hastadır. Bir yaz tatilinin son günü ailesini trafik kazasında yitirdikten sonra aklını da yitirir. Aklını yitirdikten sonra tımarhaneye kapatılır. Ebeveynleri olarak gördükleri kişiler aslında gerçek ebeveynleri değil, tımarhane görevlileridir. Kardeşleri olarak gördüğü kişiler ise aslında onunla aynı koğuşta yatan hastalardır. Arkadaşları ve sevgilisi olarak gördükleri kişiler ise aslında eski bir gazetenin magazin sayfasındaki ünlüler, Doof ve Perry ise aslında aynı gazetenin karikatür sayfasındaki karakterlerdir." Bunu eminim herkes görmüştür bir yerlerde karşısına çıkmıştır. Aslında olay şu, dizinin yapımcıları yemek yerken bir şeyler karalıyorlar üçgen kafalı bir çocuk çıkıyor ortaya sonra diğeri de değişik olsun diyorlar ve Ferb oluşuyor ve oradan devam ediyorlar dizi yapalım diye sonucunda da Phineas and Ferb dizisi karşımıza geliyor. Yani bu hikaye tamamen uydurma. Bir diğer en çok bilinen ise Caillou "Caillou aslında kanserdir, ailesi son günlerini iyi geçirmesi için çabalıyordur bu yüzden de saçları yoktur." Dizinin yapımcıları bu konu hakkındaki soruları resmî sitesinde şöyle yanıtlamışlardı: “Kitaptaki Caillou karakterinin yaşı, çizgi dizidekinden daha küçüktür ve bebeklerin saçları gür değildir. Diziye yapılan uyarlamada da aslı bozulmamış ve bu yüzden yaşı büyümesine karşın Caillou karakteri televizyona saçsız olarak aktarılmıştır.” Yani bunun da sadece uydurma bir hikaye olduğunu anlayabiliriz. Kısaca anlayabileceğiniz üzere sadece bunlar değil bir çok çizgi dizi hakkında “gerçek sonu, gerçek hikayesi” gibi saçmalıklar dönüyor ve bunların hemen hemen hepsi sadece yalan ve teoriden oluşmakla birlikte sadece birilerinin 3-5 beğeni uğruna uydurduğu ve nasıl bu kadar büyüdüğü anlaşılamayan şeyler oluyor. Hatta bazıları yapımcılara kadar ulaşabiliyor. Bu tür içerikler gördüğünüzde uzaklaşmak sizin için en iyisi olacaktır.
Tumblr media
1 note · View note
izimbozada · 1 year
Photo
Tumblr media
👨‍🌾  Amazon nehrinin kıyısında ve orman arasında hissedebileceğiniz, huzurla doğanın sessizliğinin verdiği mutluluğu her an yaşayabileceğiniz bir ortamdan bahsedeyim mi? 👨‍🌾 Gelin anlatayım burayı sizlere de…   ✏️  İki arkadaşın (Rengin Tekin- Aslı Esen) 12 yıl önce başlayan bir hikayesi burası. İstanbul Ağva’ya gelerek büyük emeklerle ve her bir detayına sevgilerini katarak hazırladıkları Göksu nehri kenarındaki huzurlu, nezih ve çokta keyifli bir otel, Beyaz Ev Ağva ~ @beyazevagva   🌿  Balayı çiftleri, doğa sever, şehir gürültüsünden uzakta, sakin bir tatil tercih eden konuklar tercih ediyor burayı. 
🛁  Otel 9 adet birbirinden farklı ve özellikli 20-60 m2 arası değişen süit ve standart odalara sahip. 🏡 Otele güzel ve renkli bir avludan giriliyor. Avlunun sonunda karşılaşılan nehir manzarası harika ve şaşırtıcı. Odalar alana yerleşmiş üç ayrı binada bulunuyor, tamamı nehir manzaralı. Otelde ortama uygun hafif müzikler çalınıyor, canlı müzik yapılmıyor. Hatta sabahları kuş sesleri ortamı şenlendiriyor. Dileyenler için içki servisi mevcut. 🗝️ Özellikle kış aylarında jakuzili, şömineli odalar tercih ediliyor. Göksu ve Nar odalar bu özelliklere sahip, ayrıca jakuzili odalardan Hurma ve İncir en çok sevilen odalardan. Yaz aylarının favorisi balkonlu olan odalar; Safran, Gül, Ceviz  
🍳  Serpme kahvaltı oldukça zengin içerikli ve yöresel üreticilerden temin edilen malzemelerle özenle hazırlanıyor. Pişi olmazsa olmazı! Nehir kenarındaki şömineli restoranlarında servis ediliyor. Kahvaltıdaki reçeller tamamen kendi yaptıkları ev yapımı reçeller özellikle sönmüş kireçte bekletilmiş kabak reçelleri efsane. 🍪☕️ Ücretsiz çay saati 16:00-17:00 aralığında ev yapımı kek, kurabiye eşliğinde ikram ediliyor.   🍽  Nehir manzaralı ve şömineli alakart restoranında günlük olarak hazırlanan meze ve zeytinyağlılar ön plana çıkmakta. Ayrıca zengin ana yemek menüsü bulunuyor. Mevsiminde balık tercih eden misafirler için Ağva merkezde bulunan sahildeki balık restoranları da önerilir. 
✨ Hafta içi konaklamada %5 indirim var bizlere.
☎️  +90 216-7218715 🐶 Otel romantik tatiller, kafa dinlemek isteyenler ve evcil dostuyla gelmek isteyenler için ideal. 👇 Yazının devamı 👇 (Beyaz Ev Ağva 15+) https://www.instagram.com/p/CqVr5entT1n/?igshid=NGJjMDIxMWI=
3 notes · View notes
yorgunherakles · 2 years
Text
sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki gibi başlayıp, gün günden hayatıma yayılan, büyüyüp kök salan, benliğimi kavrayıp, varlığımı ele geçiren bir aşka bedellendin.
murathan mungan - yaz geçer
29 notes · View notes
biredebi · 1 year
Text
Bir yol-Bir aşk hikayesi
İlham geldi bir kere durmuyor kalem
Durmadan, bitmek tükenmek bilmeden yazıyor da yazıyor
Zor ve uzun bir gün geçirdim dostlar
Sabah 5'te aydı mesela gün bugün bana
6'da çıkılan yol ve gidilen uçsuz bucaksız otoban
Aslında 450 km bir şey değil ama
Gidişi-dönüşü aynı gün yapınca basıyor afakanlar
Şerit, şerit, şerit, kamyon, şerit, şerit, kamyon
81,59,77,34,06,16,41 Ankara yolu plakaları
//
Yol sıkıcı ama bir çift mavi göz zihnimde eşlik etti bana
Aklımdan hiç çıkmayan
Ay gibi bir yüzün tam ortasında
Parıl-parıl parlayan bir çift mavi göz
Işık tuttu yoluma, yol gösterdi aslında bana
Aşık da değilim ona aslında ama
Çok hayranım bu kadına
Hani vardır ya, bir dizi karakterine aşık olunma
İşte böyle bir aşk benimkisi
İmkansız olduğunu bildiğim halde
Ölümüne sevilen bir aşk hali bende
//
Hatta ona da bir çift sözüm var buradan:
Biliyorum bazen çok geliyor sana sözüm
Ne yapayım, elimde değil çok güzel bakıyor bir çift mavi gözün
O kadar güzel ki özün
Başka bir dine dahi mensup edebilir tek bir sözün
Öyle bir kadınsın ki hayallerimi süsleyen
Durmuyor kalem seni düşününce
Akıp gidiyor kelam öylesine en derine
Bir gurbet hasreti misali uzakta da olsa gönül istiyor görmeyi
Gönül diyor ki; yaz bunu, dök şiire
Yükselsin şiir adıyla, sözüyle, gülüşüyle
//
Çok isterdim inan bende başkasına şiir yazmayı
Olmuyor işte, denedim çıkmıyor bu kadar güzeli
En güzeli de sen olduğuna göre
Yazmaya devam edecek @biredebi sana
Yazacak en güzel sözü, en güzeline
Dökecek göğsünde ne var ise ortaya
Sonunda çıkacak işte öyle bir şeyler
4 notes · View notes
etaali · 2 years
Text
Tumblr media Tumblr media
Kesik kol'un hikayesi bir zaman diliminden öteye...
O güne ağlamak, bu güne dair dimdik irade...
Kerbelâ'ya bir de bu gözle bak olur mu?
Önce o zaman dilimine at kendini. Uzaklaş kalabalıklardan, çekil desibeli yüksek hutbelerden...
İtikâfa gir. Sessizlik sarsın dört bir yanını. Sen kal ve yine sen... Siyah gömleğini sonra giy. Su içerken Huseyn(as)'ni öyle an. Gözlerine ağlaması için yalvarmadan önce zihin gusulü al, arı ve duru gir Kerbela'ya. Kerbelâ, furkan...
Kerbela sahnelerinin içinde dolaş olur mu?
O son gece mesela, çekip gidenler oldu, kalanlar da...
Sen ne yapardın? Sor kendine.
Kılınç sesleri geliyor kulağına. Ölüm iki adım ötede kucağını açmış bekliyor. Herkes bir yanda Huseyn(as) tek başına...
Günümüze uyarlıyorum; İşin var örneğin, okula giden çocukların, araba, ev, çekilen banka taksitlerin...
Sonra, daha bakmakla yükümlü oldukların...
Sen gidersen nasıl olacak? Kimlere kalacak onlar?
Hem konjoktür de müsait değil...
Senin gibi "Gel Ey İmam neredesin?" diyen binlerce, onbinlerce insan birazda bu şekilde ayrılıp gitmemiş miydi zaten .
Ferezdâk diyordu ya; "kalpleri seninle..."
Ya kılınç?!
Kılınç o kadar şekile bürünmüş ki.
Huseyn(as)'e karşı şimdi zer-zor-tezvirat sarmalında.
Tüm bunları aşmak için kalp yetiyor mu?!
Ya akıl?
Kalp bazı şeyleri ister ama akıl tuzağını kurar işte. Sor kendine; aklınla kalbin arası ne kadar?
Kalp duygu, akıl gerekçe üretir; ve kavga senin içinde. İçindeki kavgayı iyi tanı.
Tüm samimiyetinle yüzleş kendinle, ama cevabın sana kalsın. Paylaşma kimseyle.
İçindeki sesi senden iyi kim duyabilir? Kim senin samimiyetine kantar kurabilir?
Kendi sınavını kendin yap! Soruları sorduktan sonra geç cevap kağıdını kendin yaz.
Sonra yine geç karşıya bu sefer, not ver.
Ve geçtiysen sınavı, çık alanlara.
Göğsünü siper et artık tüm hayasız akınlara.
En gırtlaktan, en gür gür sesinle asumâna bir haykırış gönder;
Lebbeyke Ya Huseyn!
Allah sakınsın; olur ya, "ama, ancak, fakat..." diye başlayan bir gerekçeyle sende katıldıysan gecenin karanlığında gözden kaybolanlara...
İşte o zaman kelâm orucu başlat artık.
"Ya mugellibe'l-gulub, sebbit gelbi ela dinik" düşmesin dilinden...
Umulur ki, değişesin...
Yukarıdaki anlatımla aslında kendimi yazdım; "sen" dediğim, benim...
Derdim kendimle.
İmtihanım da...
7 notes · View notes
akinci · 2 years
Text
YAŞANMIŞ BİR KURBAN BAYRAMI HİKAYESİ..!
“Gölcük depremi öncesiydi. O zamanlar İlköğretim 5 ci sınıfa gidiyordum. Kimseye muhtaç değildik. İnşaat kalfası olan babam inşaatını yaptıkları bir kooperatife girmişti.
“Altı, yedi aya kalmaz, evimize taşınırız” diye hayaller kuruyorduk.
Derken, 17 Ağustos’ta korkunç bir sallantıyla uyandık. Çok şükür ne bizde ne de yakın çevremizde kötü bir şey yoktu.
Binamızdaki hiç kimseye zarar gelmemişti, ama yaralarımız derinleştikçe farklı yaralandığımızın farkına varmaya başladık.
Depremle birlikte inşaatlar durmuş, babam işsiz kalmıştı.
Biz ne kadar kısmaya çalışsak da olmuyor, babamın arada bir bulduğu tadilat işlerinden kazandığı para evi geçindirmeye yetmiyordu.
Kış boyunca babama hiç iş çıkmadı. Ümitlenerek gidiyor, üzülerek geri dönüyordu.
Ramazan bayramına bir kaç gün kalmıştı. Babam, eve sevinçle geldi. Bir iş bulmuştu. Üstelik sigortalı. “Evraklarını tamamla gel” demişler. Sevinçle haber verip uçar gibi çıktı. “Bugün yetiştirmeliyim” diyordu.
Bir kaç saat geçmişti ki, karşı komşumuz telaşla içeri girdi. Yüzünde ürkütücü bir ifade vardı.
“–Korkmayın, ama babanız küçük bir kaza geçirmiş” dedi.
Hastaneye gittiğimizde babamın yüzü sapsarıydı. Kol ve bacağı alçıya alınmıştı. Kırmızı ışıkta süratle gelen bir araç çarpmıştı. Biz sağ oluşuna dua ederken babam, gözlerinden akan yaştan utanıyor gizlemeye çalışarak:
“–Neden ölmedim, yükünüzü arttırdım” diyordu.
Bir müddet sonra babam eve çıktı. Sobamız yanmıyordu, evimiz soğuktu. Bir kaç komşu belediyeye telefon ederek bize kömür istemişler. “Yok” denilmiş. Önceden kayıt olmak gerekirmiş.
Böylece ‘Şekersiz’ Ramazan bayramımız da gelip geçti. Tüm zorluklara rağmen hava biraz daha ısınmış, babamın kolundaki alçı alınmıştı, ama bacağı hala alçıdaydı.
Ardından kurban bayramı geldi. İçimden;
"12 daire var bizim apartmanda, bir çoğu da kurban kesecek. Nasılsa bize de verirler; Annem sevdiğim et yemeklerinden pişirir” diyordum. Ben pencereden seyrederken, karşıdaki boş arsada, kurbanlar kesildi, yüzüldü, leğenler dolusu etler evlere taşındı. Her kapı açılışında, evlerde kavrulan etlerin
mis kokuları evimizin içine kadar yayıldı. Ama ne hazindir ki, bir tek et getiren bile olmadı.
Komşu evinden seslendiler. Babaannem köyden telefon açmış. Konuşurken, sesim
ona iyi gitmemiş. Israr ve telaşla sordu:
‘Baban mı kötüleşti?’ diye.
“Yok” dedim yavaşca. “Komşular bize kurban eti vermediler.”
Yaz aylarında babaanneme giderdik.
Adına ‘Güccük’ dediği bir kara ineği, beş
altı da tavuğu vardı. ‘Güccük - müccük ama sütü iyi” derdi. Sağarken ona türküler söylerdi.
Bayramın üçüncü günü sabah erkenden kapı çalındı. Babaannem di gelen. Koşup karşıladık. Ağlayarak sarıldı hepimize. “Kuzularım, kuzularım” diyordu. Size çok et getirdim.
Buzdolabını tıka basa etle doldurduk.
Ablam aceleyle doğradı. Etlerin pişerken çıkardığı cızırtılardan saldığı mis gibi koku, iki gündür kabaran iştahımı daha da körüklüyordu. Ağzım sulanarak dolanıp durdum ocağın etrafında. Sofra beklemeye tahammülüm kalmamıştı. Çatalı alıp batırdım. Üfürerek ağzıma alıyordum ki, babamın babaanneme:
“–Ah anam ahh! Neden kestin güccük ineği?” diyen sözleri kulağıma çalındı.
Midemin kalkıp, başımın döndüğünü hissettim. Elimdeki çatalı bırakıp koşarak dışarı çıktım. Dedemin katığı, babaannemin umudu, türküler yakarak sağdığı Güccük, benim canım et istedi diye mi kesilmişti?
Sofra kurulduğunda kolumdan çekip ısrarla oturttular. Yine batırdım çatalı isteksiz ve utanarak. Boğazıma bir şeyler tıkanıyordu. Gözümden yaşlar boşaldı.
“Ne oldu neyin var?” diye sordular.
“–Dişimmm...! diye karşılık verdim.
Dişim çok ağrıyor.”
* * *
Yukarıda okuduklarınız, bir çocuğun belleğine hiç çıkmamak üzere kazınmış, mutsuz bir bayram anısıdır.
Kurbanda en çok hatırlanması gerekenler, evlerine hiç et girmeyen fakirlerdir. Onları da hatırlayalım ki bayram hepimizin bayramı olsun..
Netten Alıntıdır
12 notes · View notes
ramazanserdar · 2 years
Text
Tumblr media
SUSURLUK BİR KİTAP OLSAYDI…
Mahir Ünsal Eriş, “Olduğu Kadar Güzeldik” isimli kitabında “Erdek bir kitap olsaydı bu çay bahçeleri ilk cümlesi olurdu onun” diye yazar. Ben de bu cümleyi ödünç alarak “Susurluk bir kitap olsaydı ‘ayran ve tost’ ilk cümlesi olurdu onun” diyorum.
Ayran-tost eşliğinde dinlenme tesislerinde yoldan geçen arabaları izlerken, Yalı Gazozunun, Dereköy Maden Suyunun hikayesini öğrenirdik.
Susurluk Postası, Susurluk’ta Halkın Sesi, Susurluk, Olay, Güneş, 24 Haziran, Doğan Gün, 5 Eylül, Kardeş; H.Şadi Kural’dan, Ahmet Kınay’a, Ahmet Parlakoğu’ndan Tahsin Ayyıldız’a günümüze kadar gelen tüm yerel gazetelerimiz haberleriyle, yazarlarıyla, kurucularıyla hepsi ayrı bir bölüm olurdu…
Bu şehre hizmete etmiş milletvekilleri, belediye başkanları sayfalarca yazılırken, 35 yıl Yeni Mahalle Muhtarlığı yapan İbrahim Turan’a da mutlaka yer verilirdi.
Hayatımıza iz bırakan öğretmenlerimiz anlatılırdı.
Bir şekilde hayatımızın hep içinde olan, kimileri mahallemizin, kimileri şehrimizin ekonomik önderleri; Tunalıları, Altunbaşları, Güneşleri, Sözerileri, Tatlıoğullarını, Yörükleri, Göçerleri, Seyfelileri okurduk.
Bu şehrin damakta iz bırakan lezzet ustaları; Aşçı Hilmi, Köfteci Fikri, Tatlıcı Ali yer alırdı sayfalarında…
Bir zamanlar park bekçisi Ahmet Güvendi’nin gözü gibi baktığı parkta oturup çay içtiğimiz ahşap masalar, sandalyeler kitabın bir sayfasını oluştururdu…
“Odunu Çataldağ’dan, unu Tunalı’dan, suyu Çaylak’tan…” diyerek kendine özgü manileriyle simit satan Hüseyin Dede, kitabın bir paragrafında mutlaka yer alırdı…
Çaylak demişken, orada Hıdırellezlerin kalabalık ama samimi pikniklerini okurduk.
Keçi Bayırındaki toplanma yerlerine giden keçilerin boynundaki çanların çıkardığı sesler tarif edilirdi ilerleyen sayfalarda…
Bir zamanlar sayıları yüz altmışı bulan at arabacılarımızın hazin sonlarını okurduk diğer satırlarda…. (Sahi şimdi kaç atlı arabacımız kaldı; dört mü, beş mi, yoksa daha mı az?)
Zevk Sinemasında, Şeker-İş’de, yazlık Meramses’de izlenen filmlerin ahşap panolarda asılı afişleri yer alırdı bir başka sayfada…
Şeker Fabrikasından Susurluk’un üstüne yayılan pancar küspesinin kokusu tarif edilirken, fabrikanın kuruluş hikayesi de Nuri Eroğlu olmadan yazılmazdı.
Katrancı Mehmet Pehlivanı, binlerce sporcu yetiştiren Adnan Büyükdemirel’i, Fehim Dikmen’i okurduk bir bölümde.
Yüzme havuzları yerine Kocadere’de yüzmeyi öğrenen, söğüt ağacından sipsi, mürver ağacından patlangaç, telden çeşit çeşit arabalar yapıp kendi yaptığı bu oyuncaklarla sokaklarda oynayan çocukları okurken;
Her yaz tatilinde kaymaklı veya pandispanya tezgahını saatlerce başının üzerinde taşıyıp, karpuz pazarında karpuz indirip, boyunlarına astığı beyaz sandıklar içinde -Roma sütten dondurma- diye sokaklarda sessizce bağırıp satarak harçlıklarını çıkarttıklarını öğrenirdik bir de…
Bir sayfa çevirirdik; tabelacılığın eskiden nasıl bir marifet olduğunu, nasıl yapıldığını, şimdikilerin her şeyi bilgisayardan çıkarıp hazırladığına bakıp Tabelacı Hafız Zekeriya Abinin hikayesini okurken ustalığına şapka çıkarırdık.
Agop Çeşmesinin, İstasyon binasının, Atatürk Heykelinin, Harp Hastanesinin, Demirkapı’daki Atatürk’ün kaldığı Taş Konağın tarihini okurduk.
Ayakkabıcılar Çarşısında, ayağınızın kalemle ölçüsünü alarak en âlâ deri ve köseleden yapılan ayakkabıları haftasına teslim eden ayakkabıcılarımız yer alırdı bir de…
Bakkal Salih Nogayların, Mehmet Tuncerlerin, Halim Kaptanların, Mehmet Özdellerin, Ahmet Çakarların, Şekerci Necdet Atayların, Terzi Bahattin Denizlerin yerini şimdilerde AVM’lerin aldığı yazılırdı…
Düğünlerimizin, kurtuluş şenliklerimizin olmazsa olmazları müzisyenlerimiz İpteşlerin, Göçmenlerin, Çalkanların klarnet seslerinin coşkusu anlatılırdı sayfalarında…
Selahattin Altınbaş’ın şarkılarına, Sabri Altınel’in şiirlerine yer verilirdi…
Susurluk bir kitap olsaydı…
Sadece anılarımız, hatırladıklarımız değil, unuttuklarımız da yer alırdı her bir sayfasında…
Ve son cümlesi; -Bu şehri çok sevin- olurdu…
Ramazan S.TOPRAKTEPE
2 notes · View notes