Tumgik
#Ahmet Mithat
f-e-r-a-y-e · 3 months
Text
Her insanın bir meselesi, hayali, derdi, tasası, varmak istedikleri, terk etmek istedikleri, vesairesi. Var da var. Bunca histen, arzudan insanlık nasıl olur da kalıcı bir güzellik kalıcı bir huzur devşiremez, bilinmez.
Hâlbuki Dolaptan Temaşa'da Ahmet Mithat şöyle der: "Herkes bir ümide hizmet eder."
Öyleyse bu dünyanın hâli nedir?
Biz yine de, dünyanın güzelleşeceği ümidine sarılarak nefes almaya devam ediyoruz...
161 notes · View notes
benusbanus · 1 month
Text
Judass
Tumblr media
Rinkly old man
Also I wanna make them all an au like the other rad tboi blogs but idk how to
pls help
17 notes · View notes
yildizlaratutsaak · 11 months
Text
"Tatlı canın ağzıma gelse bile, dudağıma dudağını koydun mu, ebedi hayata erişirim."
2 notes · View notes
itsfusun-blog · 8 months
Text
Tarihte İlk Türk Kadın Yazar Fatma Aliye Topuz
Türk edebiyat tarihinde ilk roman yazan kadın edebiyatçı Zafer Hanımdır. Zafer Hanım ilk ve tek romanı Aşk-ı Vatan adlı eserini 1877 yılında yazdı. Daha sonraları Türk edebiyat tarihine 5 adet roman veren kadın yazar ise Fatma Aliye Topuz ya da Fatma Aliye Hanımdır. İlerleyen yıllarda edebiyat eleştirmenleri, birlikte yaptıkları çalışmalar ışığında Zafer Hanım tek bir roman yazmış olduğu için…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
diyariedebiyat · 1 year
Text
Ahmet Mithat Efendi ve Eserleri Kelime Oyunu
Tanzimat Dönemi yazarlarımızdan biri olan Ahmet Mithat Efendi ve eserleriyle oluşturulmuş kelime oyunudur. Bilgi Ya da soruyu okuduktan sonra aşağıda karışık olarak verilen harfleri sıraya koyarak doğru cevabı bulmaya çalışıyoruz.
Tanzimat Dönemi yazarlarımızdan biri olan Ahmet Mithat Efendi ve eserleriyle oluşturulmuş kelime oyunudur. Bilgi Ya da soruyu okuduktan sonra aşağıda karışık olarak verilen harfleri sıraya koyarak doğru cevabı bulmaya çalışıyoruz. Eğlenceli ve zevkli bir yazar eser etkinliğidir. Şimdiden kolay gelsin 😊 Bizi Takip Edin Diyariedebiyat.com ailesi olarak sunduğumuz paylaşım ve içerikleri yakından…
Tumblr media
View On WordPress
1 note · View note
faintingheroine · 1 year
Text
I randomly opened up Reşat Nuri Güntekin’s (the author of Çalıkuşu and Kızılcık Dalları) memoir Anatolian Notes and lo and behold, there is a reference to Aşk-ı Memnu and to “its unforgettable Nihal”, specifically to the scene at the end of Chapter 13 where she plays the piano thinking of death.
I swear to you I randomly opened a page and this was it.
“Its unforgettable Nihal”… Reşat Nuri you stole my heart once again.
Mehmet Rauf starting his review declaring that Nihal is the main character… Sabahattin Ali’s protagonist in Madonna in a Fur Coat likening his love interest to “Halit Ziya’s Nihal”… Yakup Kadri comparing Feride to her and saying that Nihal is the template for the teenage girl in the Turkish novel… Nahid Sırrı Örik saying that he doesn’t know who the main character of the novel is and finding Bihter’s writing weak… It seems like the early 20th century Turkish male authors and me myself are the sole fans of Nihal on earth (and Beşir and Mr. Freud).
The above writers clearly viewed Nihal as a protagonist and an iconic character in her own right. What I wonder is when exactly the shift happened and Nihal got sidelined so much that in 1980s Berna Moran essentially expressed surprise that she was so prominent in the book?
Yes Tevfik Fikret wrung his hands regarding Bihter being a bad influence on women with old husbands when the novel was still being serialized; in Mithat Cemal Kuntay’s Üç İstanbul there is an “immoral” vulgar nouveau riche female character who likes to be called “Bihter” after the character; Ahmet Hamdi Tanpınar always prioritizes Bihter in his writings on the novel and finds her to be the only living breathing charismatic character in the novel; so Bihter was also clearly an influential and iconic character. But Nihal was also regarded as important, iconic and unforgettable.
I am tempted to read the whole critical history on the novel and pinpoint the exact point when the shift happened.
My theory is that Aşk-ı Memnu was the first proper Turkish novel of its kind, and apparently every bookish Turkish person in early 20th century read and reread it and was influenced by it. And it was revered even if it was also criticized for the Westernized life it depicts and its “immorality”. All of these novelists I mentioned above were clearly influenced by it and reference it. But as the 20th century progressed it kind of became old-fashioned and became more a book whose name is more memorized as a historical fact than a book that is actually read. So Bihter who is clearly at the center of the plot and who more clearly relates to the book’s title became much more prominent in the public consciousness. The 2008 soap opera absolutely sealed it.
39 notes · View notes
aspaldiko · 1 year
Text
Şiir insanı yakmadıktan sonra ne işe yarar?
Felatun Bey ile Rakım Efendi, Ahmet Mithat Efendi
#^
13 notes · View notes
doriangray1789 · 1 year
Text
Nazım Hikmet diyor ya; ‘’Koyun gibisin kardeşim gocuklu celep kaldırınca sopasını sürüye katılıverirsin’ Oğuz Atay bize şunları fısıldıyor: ‘’Kafka’nın böceğini düşünüyorum. Düşünürken tiksiniyorum ne çirkin bir canlıdır fark edildiğini anlayınca hızlı hızlı yürümeye başlar. Frankeştayn gibi kurt adamın kuyruğunu çekiyorum. Hamlet’te bir mısra var onu biliyor musun? Dostoyevski olsa o bilirdi. Tolstoy’la aynı dönemde yaşamalarına rağmen hiç görüşmemişler. Neyse Balzac’ın sıra dışı aşklarını anlatmaya gerek yok zaten gerçek olmayacak kadar komikler.’’ Neyse kafamızı daha fazla yormayalım daha Karamazov Kardeşleri okuyacağız. Küçükken okumuştum da tekrar okuyacağım Alyoşa’yı özledim de selam verip çıkacağım. Bir iç çözümleme, iç konuşma, bilinç akışı dediğimiz biçime bakıyoruz, komplike şekilde okura verilen bir ölçüt. Bu tekniği ilk olarak Türk Edebiyatında Ahmet Mithat kullandığını söyler. ‘’Müşahedat’’ adlı eserinde batının dahi bu tekniği kullanmadığını belirtmektedir. Bu bakımdan iç konuşmayı ilk olarak Tanzimat ile görüyoruz. Zaten Ahmet Mithat da bu romanı Beşir Fuat ve Emile Zola etkisiyle kaleme alıyor. Böylelikle Natüralizm çığlıkları ilk defa farklı bir tekniğe el sallıyor tabi Türk Edebiyatı açısından. Türk Edebiyatı açısından yenilik yenilik diye kendini yırtan tiplere alın size yenilik denilen bir mizah, öyle bir mizah ki bize yeniliğin geçmişten geldiğini YENİ OLANIN ESKİ OLANDAN GELDİĞİNİ HATILATAN BİR MİZAH! Çok konuşulacak şey var ama ulu orta değil. Türk Edebiyatında geçmişten bugüne verilen eserlerde biliyoruz ki siyasi, sosyal, politik ideolojiyi yansıtan birçok eser karşımıza çıkıyor. Modernizmin en ufak fısıltısı bizde çığlık etkisini uyandırmış durumda. 1500’lü yıllarda Montaigne gibi bir deha yükselirken topraklarımızda hâlâ kerem ile aslı, leyla ile mecnun safsatasını bitirememiş vaziyette bir edebiyatın devam etmekte olması ayrı bir konu. Tanzimat’tı, Cumhuriyetti derken modernizm kavramında Yusuf Atılgan gibi Oğuz Atay gibi isimlerin bizlere modernist anlamda el sallaması, bunu çok uzak bir tarih olan 1950’li ve 1960’lı yıllarda olması ne kadar acı demi. Geç olsun güç olmasın derler ya o geç bu geç değil o farklı bir geç ve güç. Bazen arkamıza dönüp bakınca trenin kaçtığını görürüz koşarız ama yetişemeyiz.
7 notes · View notes
alpersadic · 11 months
Text
Edip yazar Alper Sadıç
Edip yazar: Alper Sadıç
                        1977 yılında Ankara’da hayata başlayan Alper Sadıç, çocukluk yıllarını bir ege kasabasında sürdürmüştür. Selçuk Üniversitesi Biyoloji Öğretmenliği mezunu, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi’nde yüksek lisans programını tamamlamış ve aktif olarak İstanbul’da bir ortaokulda Fen Bilimleri öğretmeni olarak hayatına devam etmektedir. Akademik makaleleri çeşitli dergilerde yayımlanırken şu anda simit çay edebiyat etkinlikleri tarafından üç ayda bir çıkan Betik dergisine minimal öyküleriyle katkıda bulunmaktadır. Yazmayı bir meslek olarak değil de heyecanını diri tutan bir destek olarak gördüğünü ifade eden Alper Sadıç, aynı zamanda benim de ortaokul Fen Bilimleri öğretmenliğimi yapan, benim için kıymetli öğretmenlerimdendir. Yollarımız çok kısa bir süre kesişse de öğrenim hayatımda kendimi şanslı hissetmemi sağlayan bir eğitimcidir kendisi. Her zaman öğretmenlerin öğrencileriyle gurur duyduğu bu dünyada bana öğretmenimle gurur duymayı öğretti şu zamanlarda. Kendisinin öyküden, novellaya, romandan, bilim kitabına kadar kaleme aldığı ve okuyucuya sunduğu eserleri bulunmaktadır.  Bilgi birikimine, öğütlerine ve düşüncelerine sıralarından geçerken de değer verdiğim öğretmenimle yıllar sonra yolumuzu tekrar birleştiren güçlü kalemi oldu. Yer yer Tanzimat esintili eserleri, geniş kitap bilgisi, güçlü betimlemeleriyle Alper Sadıç, kitapları ve kendisi hakkında daha fazla bilgi edinilmesi gereken eser sahiplerimizdendir.
Ortaokul yıllarında kapısından bakmaya bile çekindiğimiz öğretmenler odasında emektar hocam ile kıymetli eserlerini konuşmak benim için oldukça iyi bir tecrübeydi. İyi bir öğretmen bir insanın sahip olabileceği en değerli şeylerdendir.
 Sözlerime öncelikle okuttuğu öğrencilerinden hâlâ elini çekmeyen, desteğini esirgemeyen bir öğretmen olduğunuz ve röportaj teklifimi içtenlikle kabul ettiğiniz için teşekkürlerimi sunarak başlamak istiyorum.
 ·         Öncelikli olarak ilk aldığınız kitap neydi ve bu kitabı neden almak istediniz?
 Simyacı kitabı; ismi, kapağı ilgimi çektiğinden dolayı almak istemiştim. Babama kitabın ismi hakkında sorularımı yöneltmiştim fakat yaşıma uygun bir açıklama yapmamıştı. Belki de bilerek fazla açıklamak istemedi. Teşvik etmek, merakımı okuyarak gidermemi sağlamak için böyle yapmıştı. Bu yüzden kendim alıp okumak istedim.
 ·         Konularınızı neye göre seçiyorsunuz, baştan bir plan içerisinde misiniz yoksa hikâyenin akışına karakterlerin duygularına göre mi hareket ediyorsunuz?
 Yazarın sermayesi kendi yaşantısıdır derler. Biyografik ya da otobiyografik eserlerim bu ilke ile ortaya çıktı. Sadece gerçekleri yazdığım bu eserlerimi olay yeri tutanağı gibi de oluşturmadım. Edebiyat da tam olarak böyle bir şey aslında. Yaşanılanları uygun bir dil ile hisleri paylaşmak için icat edilmiş bir iletişim şeklidir edebiyat. Kurgu metinlerde ise çarpıcı bir son gereklidir, öykü yazma yarışmasında bana birincilik getiren en önemli etkenin öykümün çarpıcı final bölümü olduğunu düşünüyorum. Bazen gerçeği hayal dünyasında harmanlayabiliyoruz, karakterler yazı içerisinde kendini buluyor.
  ·         Yazar olarak bir mahlas kullanacak olsanız bu ne olurdu?
 Edip takma ismiyle yazabilirdim.  Anlam olarak saygılı, nazik kimse ve edebiyatla uğraşan kişi anlamına geliyor. Anlamı itibarıyla kendi adımla yazmasam bu takma adı seçerdim.
 ·         Kaç yaşında yazmaya başladınız?
 40 yaş tam olarak diyebilirim. İnsanın kendini yazmaya hazır hissetmesi gerekiyor. Yazar bir arkadaşımın söylediği gibi şişe yani zihin okumalarla dolup taşınca yazma eylemi sahneye çıkıyor.
  ·         Hangi edebiyatçıları kendinize yakın buluyorsunuz, Ben yazı yazmalıyım dediğiniz bir dönüm noktanız oldu mu?
 Hayatta olmayan yazarlar arasından Ahmet Mithat Efendi benim için efsanedir. Refik Halit Karay, Ahmet Haşim, Peyami Safa ve Sabahattin Eyüboğlu; bu beş yazar benim için çok önemlidir. Tanışma fırsatım hâlâ devam eden, gidip elini öpmek, sohbet etmek istediğim yazar ise Sevinç Çokum’dur. Amin Maalouf, Jean-Cristophe Grangé yabancı yazarlar olarak çok okuduğum eser sahipleridir. Her ikisi de mesleğinin getirmiş olduğu tecrübeyi edebiyata çok iyi yansıtmış ve bu durum beni oldukça etkilemiştir. Polisiye türünü edebiyattan pek saymazdım ama Grangé’yi okurken polisiyenin de edebiyat olduğunu kabul ettim.
  ·         Yazdıklarınızı kimsenin okumayacağını bilseniz yine de yazar mıydınız?
 Evet. Bu bir doyum benim için. Ancak bir yazarın en büyük mutluluğu paylaşmaktır. Paylaşmak için de yazıyorum. Okuyucularımın değerlendirmeleri benim için oldukça önemlidir. Eserlerim hakkında yorumlarını dinlerken, yazdığım kitabı elimde tutarken, içimde elimde tuttuğum kitabın benim dünyamdan çıkmış olmasının gururunu yaşıyorum. Bu gurur egodan çok mutluluk ve emeğin karşılığını somut bir şekilde görmenin vermiş olduğu heyecandan kaynaklanıyor.
  ·         Yazmış olduğunuz yazılarda sonun geldiğini nasıl anlıyorsunuz, karakterler hala yaşıyorken anlatımın son bulacağı yere nasıl karar veriyorsunuz?
 Ahmet Mithat Efendi’nin kendi evindeki matbaası ile yazdıklarını Tercüman-ı Hakikat adlı gazetesinde belirli zaman aralıklarıyla bölüm bölüm yayınladığı eserleri bulunmaktaydı. Bir gün yayınladığı bölümde kitabın başkarakterini öldürüyor ve bu bölümden sonra bütün Galata esnafı evini basıp, bu karakter nasıl ölür diye tepki gösteriyor. Hatta bir esnafın attığı taş Ahmet Mithat Efendi’nin başına geliyor ve başını yaralıyor. Bu olay sonucunda Ahmet Mithat, eserin bir sonraki bölümünde karakterin ölmediğini, komada olduğunu belirten bir bölüm yayımlıyor. Bu aslında okuyucudan çok yazarın hissiyatıyla alakalı bir durumdur. Bir kitap kaleme alınırken, girişteki yazar ve finaldeki yazarın bir olmaması gibi yazdığı karakter de aynı değildir. Bir karakter eğer eser içerisinde gelişme kaydetmiş ve okuyucuyu etkilemeyi başarmışsa çekileceği zamanı da bilmelidir.
 ·         Karakter ve tiplemelerinizde kendiniz ya da yakın çevrenizdeki insanlardan esinleniyor musunuz?
 Tabii, elbette. Yazarın sermayesi kendi yaşantısıdır. Bir karakterin betimlemesini yaparken mutlaka çevremi gözlemlerim. Bir gözüm yazdığım metinde bir gözüm de çevremde olur yoksa kurguya nasıl gerçeklik hissi katabiliriz ki? Sadece karakterlerde değil kurgu mekânlar oluştururken de çevreyi gözlemlerim. Bahçe Evi adlı eserimde bir okuyucumun dikkati ve bana ulaşmasıyla bir sonraki baskıda metinde küçük bir düzeltme yaptık. Bu düzeltmenin sebebi ise, kitabın bir bölümünde asmaların goruğa durmasıyla erik ağacının çiçek açmasının aynı döneme denk gelmesiydi. Kitapta betimlemede bulunurken iki ayrı zamanda gerçekleşecek olayı aynı zaman içerisinde oluyormuşçasına ele almışım. Kurgu olaylarda gerçeklik yakalamalıyız. Bu yüzden gözlem yapmak ve kurguyu gerçeklikle ele almak oldukça önemlidir.
  ·         Bir röportajınızda‘’Yazar önce okumalı, ruhunu kitap okuyarak beslemeli’’ demişsiniz, yazarların bu serüvende doygunluğa ulaştığı bir nokta olduğunu düşünüyor musunuz, yoksa okumak hep aç olmak mıdır?
 Okumanın sonu yok. Blake Snyder, ‘O Kediyi Kurtar’ adlı kitabında, toplam 20 farklı senaryo var ve bütün filmler bu senaryolar üzerinden dönüyor demiş fakat bu senaryolar aynı olsa da renkler, motifler, işleniş biçimleri farklıdır. Edebiyat zaten budur, aynı konuları bahse alırken kendimize özgü duyguları aktarmak, hissettirmek önemlidir.
  ·         ‘’Manayı en sade şekliyle’’ yazdığınızı ifade ediyorsunuz, sizce karmaşık olay ve cümle yapıları okuyucu üzerinde nasıl bir etki uyandırır?
 Hitap ettiğiniz kitle ile alakalı. Eğer üniversitelerde görev yapan kurullar için kitap yazıyorsanız kompleks cümleler sorun teşkil etmez. Ben eserlerimde daha çok sade ama basit olmayan bir üsluptan yanayım. Çok sevdiğim yazarlardan Sevinç Çokum, öğrencilik yıllarında kaleme aldığı bir yazı ile öğretmeninden övgüler alırken, bir sonraki yazısında notu beklediği kadar yüksek olmamış. Bunun nedenini öğretmeni Farsça ve Arapça kelimeleri de oldukça yoğun kullanması olarak açıklamıştır. Öğretmeni Türkçe yazmasını tavsiye etmiş. Yani dili zengin göstermek isterken karmaşık yapılı cümle yapısına sahip, farklı dillerden devşirme kelimelerle eserler ortaya koymak sade üslupla kaleme alınan eserlerden üstün değiller.
  ·         Bakır Çalığı kitabınızda kendi kurguladığınız bir son bulunmamaktadır. Bir okuyucunuz olarak Ruhi’nin bundan sonra ne yapacağını hayatını nasıl şekillendireceğini merak ediyorum. Sizin kurgu dünyanızda Ruhi şu an ne konumda?
 Ruhi mücadeleye devam ediyor. Kendine bulduğu uğraşı benimsemiş ve bu uğraşın onda oluşturduğu duygular olumlu duygular olmasa da onun tuhaf bir şekilde hoşuna gidiyor. Bu duyguyu benimsediği ve hissetmek istediği için kendisiyle ve çevresiyle çatışmaya devam edecektir.
 ·         Sadece Ruhi’yi değil, kitabınızdaki Zeytin karakterinin yolunu da çok merak ediyorum. Okula gidebilecek mi, Ruhi’yi o da seviyor mu bunların hepsi için birçok cevabım ve hikâyem var ama asıl eser sahibinin gözündeki yolu ve tercihleri merak ediyorum. Bir devam kitabı gelecek mi?
     Okurlardan gelen en büyük eleştiri Bakır Çalığı eserimin tam tadında bitmesidir. Devam kitabı okurun bana tavsiyesidir. Ben de düşünüyorum. Bu konuda bir devam kitabı çok istendiği için gelebilir.
 ·         Bakır Çalığı kitabı bir köyde geçmek yerine şehirde geçseydi sizce kurguladığınız karakteriniz Ruhi nasıl bir yol izlerdi, örtülü gerçeği yine de bulmaya çalışır mıydı yoksa hayatın akışına dalıp gider miydi, çevre eserlerinizde ve sizin hayatınızda önemli bir etken mi?
 Şehir insanı yorar, dertlerini unutturacak yeni dertlerle oyalar. Dolayısıyla örtülü gerçeği bulmaya çalışacak zamanı, enerjisi kalmaz; yeni davaları olur. Büyük şehir değirmen gibidir, öğütür insanı. Küçük yerlerde insanın davasını kamçılayan etmenler vardır çünkü karmaşıklık azdır. Ruhi’nin tutumu şehirde yaşayan ve büyüyen bir karakter olsaydı değişebilirdi.
 ·         Tasarladığınız bir karakterin kendi kontrolünüzden çıktığı ve bir çizgiye, benliğe ulaştığı, yaptıklarına sizin bile şaşırdığınız durumlar oldu mu?
 Elbette oldu. Ben Bulut Kapısı adlı eserimde erkek karakterin –Rasim- hoşlandığı kızın –Herdemet- izini sürdüğü zaman çok etkilenmiştim. Kendi hayal dünyama çok şaşırmıştım.
 ·         Sizin için yazı yazmak ne anlama geliyor tek cümle ile anlatacak olsanız bu ne olurdu?
 Yazmak bir doyumdur. Okumak aç olmaktır demiştik. Yazmak ise tam tersi. Doyduğunu yeniden yazmak isteyene kadar hissetmektir. Bir öyküyü kaleme aldığımda küçük ya da uzun soluklu olsun o kadar mutlu oluyorum ki onun üzerinde düzeltmeler yapıp vitrine hazır hale getirmek müthiş bir şey. Aslında cümleleri okuyucunun anlamasına uygun hale getirmek sancılı bir süreç, meyvesi tatlı bir olgunlaşma dönemi olarak tabir edebiliriz.
 ·         Bahçe Evi kitabınızda sizinle birlikte o köstebeğe ne olduğunu hayatı boyunca merak edecek birçok okuyucunuzun olması ve size ait bazı olayı birçok insanla paylaşmış olmak size ne hissettiriyor?
 Biz üç kardeşiz. Bahçe Evi’ni kaleme aldıktan sonra benim bir küçüğüm, bunca olayı nasıl hatırlayabiliyorsun diye sordu. En küçük kardeşim ise bunlar bizim özelimiz, geniş kitlelerle paylaşmak doğru mu diye sorguladı. Annem ise babamla anılarımıza ait olan bu eseri, henüz onunla ilgili bir eser kaleme almadığım için hafif kıskanmış bir tavırla “benim de ölmem mi lazım beni yazman için” diye eleştirdi. Onlara verdiğim en güzel cevap bunları ben yazmasaydım unutulacaktı oldu. Babama duyduğum özlemden dolayı bu eseri kaleme aldım, annem ile ilgili ise çok şükür ki hâlâ hayatta, ulaşabileceğim bir konumda olduğu için ve anılarımız oluşmaya devam ettiği için anılarımızdan oluşacak bir kitabı henüz kaleme almadım.  En küçük kardeşime cevabım ise babamı biraz tanıtmak istedim oldu. Babam vefat ettikten sonra onu internette arama motorunda ararken sadece yaşadığımız yer olan Nazilli Belediyesi’nin taziye mesajını gördüm ve çok etkilendim, yıllarca bu ülkeye emeği geçmiş bir polis memurunun hakkında araştırma yaparken sadece bir ölüm ilan metninin bulunması beni çok hırpaladı. Dünyadan bir Neşet Sadıç’ın geçtiğini anlatmak ve bundan daha fazlası olduğunu aktarmak istedim. Bu nedenle babamla anılarımızı kaleme alarak onu tanıtmak istedim.
  ·         Hayatınız boyunca tek bir türden eser verecek olsaydınız bu hangi tür olurdu?
 Roman olurdu. Çünkü bende romanın açılımı çok önemlidir, roman edebiyatın okyanus olan kısmıdır. Bir öyküden yazarın ruh dünyasını tamamıyla yakalayamazsınız ama roman da yakalanır. Kalemim öyküye yatık olsa da roman yazmak benim için önemli bir meziyet. Romanda oluşturduğunuz karakter büyüyor, gelişiyor ve siz bunu gözlemleyebiliyorsunuz; oldukça etkileyici bir izlenim diyebiliriz.
 ·         Biyoloji bölümü mezunu olduğunuzu biliyorum. Bilim ve edebiyatı kıyaslayacak olursak nasıl farklar ve benzerlikler bulabiliriz, sizin için biraz daha önde olan hangisidir?
 Farkları; bilimde gerçek ön plandadır; bilim saf gerçektir, manevra yapamazsınız gerçekler buna müsaade etmez, sonuçlar tıpkı bir reaksiyonun girdisi çıktısı gibidir, formüle edilirler. Edebiyatta böyle değildir. Forrester’ı Bulmak adlı filmde; bir kitap için iyi bir roman nasıl yazılır bunu bu kitapta öğretmişsiniz ama edebi değeri tartışılır anlamı taşıyan bir kitap yorumu vardır. Romanın nasıl yazılacağını formülüze ederiz fakat bu roman özelliği taşımaz. Hatta bu formüle göre de yazabiliriz fakat yazdığımız iyi bir roman olmayabilir.
 ·         Üzerinde çalıştığınız bir projeniz var mı şuanda?
 Evet. küçürek öykülerden oluşturduğum bir kitap dosyam var. En fazla 1000 kelime ile yazılan öykülere küçürek öykü diyoruz. Eli kulağında yayımlanmak üzere. Yaklaşık 25 öykü yer alıyor. Aslında benim gayem küçürek öyküyü, öykünün bir alt dalı olmaktan çıkartıp başlı başına bir edebiyat dalı yapmak. Az sözle çok şey anlatmak gerçekten çok zor. Blaise Pascal'ın “Daha kısa bir mektup yazacaktım ama vaktim yoktu” cümlesi tarihe geçmiş özlü sözlerden biridir. Az yazıp çok şey anlatmanın, uzunca açıklama yapmaktan daha zor ve uğraş gerektiren bir meziyet olduğunu düşünüyorum.
·         Kendiniz için mi yazıyorsunuz yoksa bir toplumsal mesaj içerikli kanal kullanarak okurlar için mi?
 Kendim için yazıyorum. Paylaşmak güzel bir şey fakat doyum noktasında bencillik yapmak lazım, yazmak eyleminin bana hissettirdiği duygular tarif edilemeyecek derecede iyi ve keyif verici. Ruhumu bu doyumdan alıkoymak istemem. Zamandan ve sevdiklerinizden bu kadar fedakârlık yapmak, bu kadar güzel duyguları hissetmek için aslında. Bence bu hoş görülen bir bencillik olmalıdır.
 ·         Eserlerinizde karşıma çıkan Charles Buhowski’nin ‘’Gerçekten yaşamak için önce birkaç kez ölmelisiniz, bunun başka yolu yok.’’ sözünün hayat mottonuzda yeri olduğunu düşünüyorum. Sizce gerçekten yaşamak için önce birkaç kez nasıl ölünür?
 Yaşamanın kıymetini böyle anlarsınız. İnsan çok nankördür. Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür derler. İnsan unutmak üzere kurulmuştur ve bu bir nimettir. Yaşamak bir bedeldir. Sait Faik Abasıyanık; maddi açıdan zorluk çekmeyen, çalışmak zorunda olmayan bir edebiyatçıydı. Şiirlerini çoğunlukla Beyoğlu-Burgazada arası vapur seferlerinde kaleme alırdı. Bir gün yurtdışına çıkmak için pasaport çıkartırken mesleği bölümüne işsiz yazılması onun çok ağırına gitmiş. Belki de bir farkındalık kazanmıştı. Bana göre Sait Faik’in bir ölümü de burada olmuştu. Dönüm noktası gibi düşünebiliriz.
  ·         Şu anki deneyimlerinizle yazmaya başlamadan önceki Alper Sadıç’a ne söylemek istersiniz?
“Her yazar bir roman teorisyenidir,” böyle bir cümle okumuştum. Yani hiçbir roman bitmemiştir aslında yazar kendi iç dünyasında yazdıklarını aktararak romanı ortaya çıkarıyor. Dolayısıyla kendisi de gelişim gösteriyor. İlk yazdığım eser olan Bulut Kapısı ve şimdiki eserlerim arasında elbette fark var ama bunu bir basamak olarak görüyorum. Şimdi olduğum yere gelmek için geçmek zorunda olduğum bir basamak.
·         Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
 Okumak bir erdemdir. Okumak lazım. Bizim insanımızın bu konuda biraz eksik. Örneğin ortaokul öğrencilerin girdiği LGS sınavı kitap okuyan öğrenciyi istiyor. Aynı zamanda öğretmen olduğum için bu yorumu kolaylıkla yapabilirim. Okumanın bir branşı yoktur.  Boş zamanlarımızda kitap okumalıyız sözü yerine, okumak için zaman ayırmalıyız sözünü daha doğru buluyorum.
2 notes · View notes
Text
Tumblr media Tumblr media
Gönül ister ki ben seni saçlarının dağınık bir durumda olduğu güzellik içinde göreyim. Ancak ne faydası var, ne zaman senin saçların dağınık olursa, benim de zihnim darmadağın olur.
🍀Ahmet Mithat Efendi
13 notes · View notes
binbirkitapnet · 1 year
Text
Türk Edebiyatının En İyi 100 Kitabı
Tumblr media
Hürriyet‘in 100 kişilik bir ekiple seçmiş olduğu Türk Edebiyatının En İyi 100 Kitabı sizler için listeledik. Bu kitapları alıp kütüphanenize eklemenizi tavsiye ederiz, çok değerli yazarların çok kıymetli eserleri bulunuyor bu listede. Türk edebiyatını tanımak ve anlamak adına kendinize yapacağınız en büyük iyilik bu kitapları okumak olurdu.. Lafı daha fazla uzatmadan Türk Edebiyatının en iyi 100 romanı listemize geçelim.. Listemizin Türk edebiyatı yazar-eser listesi sizin de tahmin edebileceğiniz üzere İnce Memed ile başlıyor..
Türk Edebiyatının En İyi 100 Kitabı
İlk sıra ince memed'in oldu, ardından tutunamayanlar, saatleri ayarlama enstitüsi, huzur, kara kitap şeklinde ilerliyor.. işte Türk Edebiyatının En İyi 100 Kitabı
1. İnce Memed - Yaşar Kemal
2. Tutunamayanlar - Oğuz Atay
Tumblr media
3. Saatleri Ayarlama Enstitüsü - Ahmet Hamdi Tanpınar
4. Huzur - Ahmet Hamdi Tanpınar
Tumblr media
5. Kara Kitap - Orhan Pamuk
6. Bereketli Topraklar Üzerinde - Orhan Kemal
Tumblr media
7. Aylak Adam - Yusuf Atılgan
Tumblr media
8. Aşk-ı Memnu - Halit Ziya Uşaklıgil
Tumblr media
9. Benim Adım Kırmızı - Orhan Pamuk
Tumblr media
10. Puslu Kıtalar Atlası - İhsan Oktay Anar
Tumblr media
11. Puslu Kıtalar Atlası - İhsan Oktay Anar
12. Sevgili Arsız Ölüm - Latife Tekin
13. Yaban - Yakup Kadri Karaosmanoğlu
14. Bir Düğün Gecesi - Adalet Ağaoğlu
15. Tehlikeli Oyunlar - Oğuz Atay
16. Ölmeye Yatmak - Adalet Ağaoğlu
17. Kürk Mantolu Madonna - Sabahattin Ali
18. Üç İstanbul - Mithat Cemal Kuntay
19. Çalıkuşu - Reşat Nuri Güntekin
20. 9. Hariciye Koğuşu - Peyami Safa
21. Devlet Ana - Kemal Tahir
Puan: 59
22. Bir Gün Tek Başına - Vedat Türkali
Puan: 58
23. Hakkari'de Bir Mevsim - Ferit Edgü
Puan: 55
24. Kuyucaklı Yusuf - Sabahattin Ali
Puan: 54
25. Yenişehir'de Bir Öğle Vakti - Sevgi Soysal
Puan: 50
26. Mai ve Siyah - Halit Ziya Uşaklıgil
Puan: 46
27. Kıskanmak - Nahid Sırrı Örik
Puan: 44
28. Cevdet Bey ve Oğulları - Orhan Pamuk
Puan: 43
29. Eylül - Mehmet Rauf
Puan: 41
30. Gece - Bilge Karasu
Puan: 41
31. Fahim Bey ve Biz - Abdülhak Şinasi Hisar
Puan: 39
32. 47’liler - Füruzan
Puan: 37
33. Gölgesizler - Hasan Ali Toptaş
Puan: 34
34. Demirciler Çarşısı Cinayeti - Yaşar Kemal
Puan: 33
35. Yorgun Savaşçı - Kemal Tahir
Puan: 33
36. Murtaza - Orhan Kemal
Puan: 32
37. Yer Demir Gök Bakır - Yaşar Kemal
Puan: 29
38. Tuhaf Bir Kadın - Leyla Erbil
Puan: 28
39. Ağır Roman - Metin Kaçan
Puan: 26
40. Orta Direk - Yaşar Kemal
Puan: 24
41. Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana - Yaşar Kemal
Puan: 23
42. İçimizdeki Şeytan - Sabahattin Ali
Puan: 23
43. Yalnızız - Peyami Safa
Puan: 23
44. Bin Hüzünlü Haz - Hasan Ali Toptaş
Puan: 22
45. Son Adım - Ayhan Geçgin
Puan: 22
46. Yılanların Öcü - Fakir Baykurt
Puan: 22
47. Her Gece Bodrum - Selim İleri
Puan: 21
48. Sinekli Bakkal - Halide Edib Adıvar
Puan: 21
49. Sultan Hamid Düşerken - Nahid Sırrı Örik
Puan: 21
50. Serenad - Zülfü Livaneli
Puan: 20
51. Tol - Murat Uyurkulak
Puan: 20
52. Ayaşlı ve Kiracıları - Memduh Şevket Esendal
Puan: 19
53. Müşâhedat - Ahmet Midhat Efendi
Puan: 19
54. Kinyas ile Kayra - Hakan Günday
Puan: 18
55. Berci Kristin Çöp Masalları - Latife Tekin
Puan: 17
56. Denizin Çağırışı - Kemal Bilbaşar
Puan: 17
57. Kırık Hayatlar - Halid Ziya Uşaklıgil
Puan: 17
58. Kurt Kanunu - Kemal Tahir
Puan: 17
59. Medarı Maişet Motoru - Sait Faik Abasıyanık
Puan: 17
60. Odalarda - Erdal Öz
Puan:17
61. Yeşil Gece - Reşat Nuri Güntekin
Puan: 17
62. Bir Solgun Adam - Selçuk Baran
Puan: 16
63. Kurtlar Sofrası
Puan: 16
64. Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi - Ayfer Tunç
Puan: 15
65. Buzul Çağının Virüsü - Vüs’at O. Bener
Puan: 15
66. Esir Şehrin İnsanları - Kemal Tahir
Puan: 15
67. Gurbet Kuşları - Orhan Kemal
Puan: 15
68. İstanbul Hatırası - Ahmet Ümit
Puan: 15
69. Mel’un - Selim İleri
Puan: 15
70. Rahmet Yolları Kesti - Kemal Tahir
Puan: 15
71. Bir Kadının Penceresinden - Oktay Rıfat
Puan: 15
72. Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı - Bilge Karasu
Puan: 14
73. Heba - Hasan Ali Toptaş
Puan: 13
74. Masumiyet Müzesi - Orhan Pamuk
Puan: 13
75. Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim - Nâzım Hikmet
Puan: 13
76. Çamlıca’daki Eniştemiz - Abdülhak Şinasi Hisar
Puan: 12
77. Çocukluğun Soğuk Geceleri - Tezer Özlü
Puan: 12
78. Kayıp Aranıyor - Sait Faik Abasıyanık
Puan: 12
79. Kiralık Konak - Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Puan: 12
80. Eski Hastalık - Reşat Nuri Güntekin
Puan: 11
81. Mutluluk - Zülfü Livaneli
Puan: 11
82. Şimdiki Çocuklar Harika - Aziz Nesin
Puan: 10
83. Boğazkesen - Nedim Gürsel
Puan: 10
84. Karartma Geceleri - Rıfat Ilgaz
Puan: 10
85. Matmazel Noraliya’nın Koltuğu - Peyami Safa
Puan: 10
86. Sahnenin Dışındakiler - Ahmet Hamdi Tanpınar
Puan: 10
87. Yaralısın - Erdal Öz
Puan: 10
88. Yeşilçam Dedikleri Türkiye - Vedat Türkali
Puan: 10
89. Ankara - Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Puan: 9
90. Araba Sevdası - Recaizade Mahmut Ekrem
Puan: 9
91. Ateş Gecesi - Reşat Nuri Güntekin
Puan: 9
92. Çılgın Gibi - Suat Derviş
Puan: 9
93. Göçmüş Kediler Bahçesi - Bilge Karasu
Puan: 9
94. Handan - Halide Edib Adıvar
Puan: 9
95. Mahur Beste - Ahmet Hamdi Tanpınar
Puan: 9
96. Şu Çılgın Türkler - Turgut Özakman
Puan: 9
97. Tütün Zamanı - Necati Cumalı
Puan: 9
98. Veda - Ayşe Kulin
Puan: 9
99. Viski - Çetin Altan
Puan: 9
100. Yalan - Tahsin Yücel
Puan: 9 Türk Edebiyatının En İyi 100 Kitabı Siz hangi kitapları okudunuz veya önermek isterdiniz? Yorumlarda belirtmeyi unutmayınız. Telegram kanalımızı takip edebilirsiniz! Keyifli okumalar! Read the full article
2 notes · View notes
dijitalyerli · 1 year
Text
Sen beni terk etsen bile ben seni terk edemem. Ben bir kere "Ölüm Allah'ın Emri" dedim. Bu sözden dönmem
Ahmet Mithat Efendi- Ölüm Allah'ın Emri
Tumblr media
5 notes · View notes
aykutiltertr · 1 month
Video
youtube
Aldatıldık Sezen Aksu Ritim Karaoke Orijinal Trafik ( Türkçe Pop)  Aykut ilter Ritim Karaoke Kanalıma Abone Olun Beğenip Paylaşın Aboneler İstek Şarkı İsteyebilirler. Şarkının Orijinal Versiyonunu Linkten Dinleyip Ritim Karaokesiyle Çalışabilirsiniz. https://www.youtube.com/watch?v=9YcwFYrM0JM Lise Üniversite Koroları Müzisyenler Solistler Vokalistler Yorumlara isteklerini Yazabilirler. Aldatıldık 1996’da, Attila Özdemiroğlu düzenlemesiyle, Rengin tarafından seslendirildi. Rengin’in cıvıltılı, kıvrak sesinden şarkının çok da seveni oldu. Son konserlerimde bir kaç kez repertuvara aldık, baktım hoşuma gidiyor söylemek, ben bunu bir albümde de söyleyeyim dedim. Kısmet bu YouTube projesineymiş. Neşesi çok hoşuma gidiyor benim, seversiniz diye düşünüyorum. Hikayesi biraz hüzünlü ama olsun, hayat da öyle, acı-tatlı soslu... Valla hem ağlarım hem oynarım, hoppaaaa… Sezen Aldatıldık Jabbar, Deeperise Ritim Karaoke Orijinal Trafik (Türkçe Pop) Bm   G   Em   F#        Bm                                       Em Bize neler neler öğrettiler sevdalar üstüne     A                                 D                F# Aldatıldık aldatıldık sevda böyle değil        Bm                                       Em Ne masallar ninniler söylediler dünya üstüne     A                                 D                F# Aldatıldık aldatıldık dünya böyle değil Bm                                                                     F# Ufalana ufalana kaç kuşak eridik bu yollarda F#                                                                 Bm Kimimiz yerle yeksan, kimimiz zor ayakta Bm                                                    Em           F# Kolu kanadı kırık kuşlar gibiyiz, ayrı diyarlarda F#                                                               Bm Bize saadet nasip şimdi, uçuk rüyalarda Sezen Aksu Madde Tartışma Oku Değiştir Kaynağı değiştir Geçmişi gör Araçlar Vikipedi, özgür ansiklopedi Sezen Aksu Doğum Fatma Sezen Yıldırım 13 Temmuz 1954 (69 yaşında) Sarayköy, Denizli, Türkiye İkamet Kanlıca, Beykoz, İstanbul Diğer ad(lar)ı Sezen Seley Eğitim Kız Lisesi, İzmir Ziraat Fakültesi, İzmir (bıraktı) Meslek Şarkıcı-şarkı yazarı · yapımcı · oyuncu Evlilik Hasan Yüksektepe (e. 1972; b. 1972) Ali Engin Aksu (e. 1974; b. 1978) Sinan Özer (e. 1981; b. 1983) Ahmet Utlu (e. 1993; b. 1997) Çocuk(lar) Mithat Can Özer Resmî site sezenaksu.com.tr Müzikal kariyeri Tarzlar Pop Etkin yıllar 1974-günümüz Müzik şirketi Hop · Kent · Kervan · Sembol · Fono · Coşkun · Foneks · Karma · Raks · PolyGram · Post · DMC · Seyhan  · SN İlişkili hareketler Onno Tunç İmza Sezen Aksu, doğum adıyla Fatma Sezen Yıldırım, (d. 13 Temmuz 1954, Denizli), Türk şarkıcı-şarkı yazarı ve yapımcı. Çıkış yaptığı 1970'lerin ortalarından itibaren şarkılarıyla etkili bir figür hâline gelerek Türk pop müziğine yön verdi. Şarkıcılığının yanı sıra yazıp bestelediği şarkıları başkalarına vermesi sayesinde söz yazarı ve besteci kimliğiyle de sık sık ön plana çıktı. Kendisine geri vokallik yapan birçok kişiyi destekleyerek bu kişilerin albümlerinin yapımcılığını üstlendi. Bu sayede 1990'lar boyunca ve 2000'lerin başında çeşitli isimlerin tanınmasına yardımcı oldu ve bu isimleri etkiledi. Medyada Minik Serçe[1] unvanıyla sıkça anılan Aksu, Selanik'ten Türkiye'ye gelmiş mübadil bir ailenin kızı olan anne ile Rize Pazarlı bir babanın kızı olarak Sarayköy, Denizli'de doğdu. Üç yaşındayken ailesinin İzmir'e taşınması sonucunda burada eğitim gördü, İzmir Kız Lisesini tamamladıktan sonra Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesine devam etti ancak ikinci sınıfta okulu bıraktı. 1974'te plak yapmak için İstanbul'a taşındı ve bir yıl sonra ilk 45'liği "Haydi Şansım"ı Sezen Seley adıyla çıkardı. 1977'de ise ilk stüdyo albümü Allahaısmarladık'ı yayımladı. Ardından Serçe (1978), Firuze (1982), Sen Ağlama (1984), Git (1986), Sezen Aksu Söylüyor (1989), Gülümse (1991), Deli Kızın Türküsü (1993), Düş Bahçeleri (1996) dâhil olmak üzere onlarca albüm piyasaya sürdü. Bunlardan Gülümse, Türkiye'de tüm zamanların en çok satan albümlerinden biri oldu. Aksu, bugüne kadar dünya genelinde 40 milyondan fazla albüm sattı. Hayatı ve kariyeri 1954-1974: İlk yılları ve kariyer başlangıcı 13 Temmuz 1954 tarihinde Denizli'nin Sarayköy ilçesinde doğdu. Fen bilgisi öğretmeni olan annesi Şehriban Hanım, Selanik'ten mübadele ile gelen bir ailenin kızıdır. Pazar, Rizeli olan Laz kökenli babası Sami Yıldırım ise bir matematik öğretmenidir.[2] Aksu, üç yaşına kadar Denizli'de oturduktan sonra, ailesiyle İzmir'e taşındı. Nihat adındaki kardeşi ile beraber büyüyen Aksu, gençlik yıllarında birçok sanat dalına merak saldı. Bir süre Cengiz Bozkurt'tan resim dersleri aldı. Tiyatro ve dans derslerini de bu süreye sığdırdı. Bu sürede asi kişiliğiyle dikkat çeken Aksu, dansöz olma hayali kurmaya başladı. Sanatçı, daha sonrasında, bu süreç için "Allah babama acıdı da şarkıcı oldum" demiştir. Aksu, 1970
0 notes
haytaogluyunus · 2 months
Text
Tumblr media
ANMA:
BUGÜN TÜRKÇÜLÜĞÜN BÜYÜK İSİMLERİNDEN
YUSUF AKÇURA'NIN VEFATINI YIL DÖNÜMÜ. RAHMET VE SAYGIYLA ANIYORUM.
HAYATI:
2 Aralık 1876 tarihinde Moskova'nın doğusundaki Ulyanovsk'ta (eski adıyla Simbir) dünyaya geldi. Kazan'a göç etmiş Kırım Türkleri'nden aristokrat bir ailenin mensubu idi. Babası çuha fabrikası sahibi fabrikatör Hasan Bey, annesi Yunusoğulları'ndan Bibi Kamer Banu Hanım idi. 2 yaşında iken babasını kaybetti ve annesi ile birlikte yedi yaşına gelmeden İstanbul'a göç ettiler. Annesi, İstanbul'da Dağıstanlı Osman Bey ile evlendi. Osman Bey, Yusuf'un eğitimi ile yakından ilgilendi, onu asker olmaya teşvik etti.
Kuleli Askeri Lisesi'nde öğrenim gördükten sonra 1895 yılında Harp Okulu'na girdi. Harbiye yıllarında Necip Asım Yazıksız'ın, Veled Çelebi'nin, Bursalı Tahir Bey'in Türkçülük fikrine ait yazıları ile İsmail Gaspıralı'nın Bahçesaray'da yayımlanan ve bir ara İstanbul'da da dağıtılan Tercüman Gazetesi Türkçülük fikirlerinin oluşmasını etkiledi. 1897 yılında Malumat Dergisi'nde yayımladığı "Şehabettin Hazret" adlı ilk makalesini Rusya Türkleri ile Osmanlı Türkleri'ni tanıştırma amacıyla kaleme aldı.
Fizan Sürgünü
Okulun 2. sınıfında iken Türkçülük hareketlerine katılmaktan dolayı 45 gün ceza aldı. Erkân-ı Harbiye sınıfına ayrıldıktan sonra askeri mahkeme tarafından müebbet olarak Fizan'a sürgün edildi ve askerlikten uzaklaştırıldı. Fizan'a sürgün edilen diğer 83 kişi ile beraber 1899 yılında Trablusgarp'a ulaştı. Onları Fizan'a gönderecek yol parası bulunamadığından Trablusgarp'ta hapsedildiler. İttihat ve Terakki Partisi'nin girişimleri sonucu bir süre sonra şehir içinde serbest dolaşma izni aldı ve bazı resmi görevler aldı. Aynı yıl, kendisiyle birlikte sürgün edilmiş olan Ahmet Ferit Bey ile Fransa'ya kaçtı.
1903 yılında, İstanbul'a dönmesi yasak olduğu için amcasının yanına Kazan'a gitti ve dört yıl kaldı. Tarih, coğrafya, ve Osmanlı Türk Edebiyatı öğretmenliği yaptı. Ahmet Rıza'nın çıkardığı Şura-yı Ümmet ve Meşveret gazetelerinde adsız yazıları yayımlandı.
Kazan’da iken yazdığı ve onu Türk siyasal hayatında meşhur eden Üç Tarzı Siyaset isimli dizi makalesi 1904 yılında Mısır (Kahire)’da yayımlanan “Türk” adlı gazetede çıktı. Türkçülük akımının manifestosu olarak kabul edilen 32 sayfalık makalesinde Akçura, Osmanlı İmparatorluğu'nun tekrar toparlanabilmesi için üç ana görüşün bulunduğunu (Osmanlıcılık, İslamcılık, Türk Milliyetçiliği)ve bunlar arasında en uygununun Türk Milliyetçiliği doktrini olduğunu savundu.
İstanbul'a geldiği 1908 yılına kadar Kazan'da siyasal ve kültürel faaliyetlerde bulundu. Türkçülük fikrini yaymak üzere "Kazan Muhbiri" adlı bir gazete çıkardı. Gaspıralı İsmail Bey, Alimerdan Bey, Abdürreşit Kadı İbrahimof gibi Türkçülerle birlikte 1905 yılında "Rusya Müslümanları İttifakı" adında bir parti kurdu. Kuzey Türkleri bu parti sayesinde ilk kez Rus meclisi Duma'ya temsilci gönderdi. Akçura, seçimler bitene kadar hapiste tutulmuştu.
1907 yılında Rusya'da meclis dağıtılmış, kanunlar Rus olmayanlar aleyhine değişmişti. Bu gelişmelere karşı yayın yapan Akçura tutuklanmak için arandığı sırada Osmanlı Devleti'nde II. Meşrutiyet'in ilan edildiğini öğrendi. Bunun üzerine işlerini tasfiye edip 1908 yılının Ekim ayında İstanbul'a gitti.
İstanbul’da siyasi faaliyetleri[
İstanbul'a geldikten sonra Darülfünun'da ve Mülkiye Mektebi'nde tarih dersleri verdi. Bütün ısrarlara rağmen İttihat ve Terakki Partisi'ne girmedi. 25 Aralık 1908 tarihinde İstanbul’da, Ahmet Mithat, Emrullah Efendi, Necip Asım, Bursalı Fuat Raif, Feylesof Rıza Teyfik ve Ahmet Ferit ile birlikte Türk Derneği'nin kurucuları arasında yer aldı. Türk milliyetçilik esasına dayalı ilk dernek olan Türk Derneği'nin ömrü kısa oldu, yerine 18 Ağustos 1911 tarihinde Türk Yurdu Derneği kuruldu. Mehmet Emin, Ahmet Hikmet, Ağaoğlu Ahmet, Hüseyinzade Ali Bey, Akil Muhtar ile birlikte kurucular arasında yer aldı ve derneğin yayın organı olan Türk Yurdu Dergisi'ni 17 yıl boyunca idare etti. 1912 yılında kurulan Türk Ocağı’nın kuruluşunda da etkin rol aldı.
Rusya'daki Türklerin haklarını korumak için 1916 yılında Rusya Mahkumu Müslüman Türk-Tatarların Hukukunu Müdafaa Cemiyeti'ni kurdu. Çeşitli Avrupa ülkelerinde Rusya'daki Türklerin haklarını dile getiren konferanslar verdi. 1918 yılında Rusya’daki Türk esirleri kurtarmak için Hilâl-i Ahmer Cemiyeti (Kızılay) temsilcisi olarak Rusya'ya gitti ve bir yıl kaldı.
Millî Mücadele Yılları
1919 yılında yurda döndüğünde arkadaşı Ahmet Ferit'in kurduğu siyasi bir parti olan Millî Türk Fırkası'na katıldı. Aynı yılın sonunda İngilizler tarafından tutuklandı. 1920 yılında hapisten çıkınca Ahmet Ferit Bey'in eşi Müfide Ferit'in kız kardeşi Selma Hanım ile evlendi ve Millî Mücadele'ye katılmak üzere Anadolu’ya geçti. Hariciye Vekâleti'nde Genel Müdür olarak görev yaptı. 1923 yılında İstanbul mebusu seçilerek meclise girdi. Kurtuluş Savaşı sonrası TBMM adına İstanbul'u İtilaf Devletleri temsilcilerinden teslim aldı.
Tarih Çalışmaları
1925 yılında Ankara Hukuk Mektebi'nde siyasi tarih dersleri vermeye başladı. Mustafa Kemal'in kültür ve siyaset danışmanı olarak çalışmaktaydı. 1931 yılında Mustafa Kemal tarafından Türk Tarih Kurumu'nun kuruluşunda görevlendirildi ve ertesi yıl kurumun başına getirildi. I. Türk Tarih Kongresi'ni yönetti. 1933 yılındaki Üniversite Reformundan sonra İstanbul Üniversitesi'nde Siyasi Tarih profesörü oldu.
Kars milletvekili iken 11 Mart 1935 tarihinde geçirdiği kalp krizi sonucunda İstanbul'da öldü. Edirnekapı Şehitliği’ne defnedildi.
ESERLERİ
• Mevkufiyet Hatıraları, Matbaa-i Kader, İstanbul, 1904
• Eski "Şuray-ı Ümmet"te Çıkan Makalelerimden, Tanin Matbaası, İstanbul, 1911
• Türk, Cermen ve Islavların Münasebat-ı Tarihiyeleri, Kader Matbaası, İstanbul, 1914
• Muasır Avrupa'da Siyasi ve İctimai Fikirler ve Fikri Cereyanlar, Maarif Vekaleti Neşriyatı, İstanbul, 1923
• Türk Yılı 1928, Yeni Matbaa, İstanbul, 1928
• Zamanımız Avrupa Siyasi Tarihi (6. Tedris Senesi), Ankara Hukuk Mektebi Neşriyatı, Ankara, 1930
• Zamanımız Avrupa Siyasi Tarihi (5. Tedris Senesi), Ankara Hukuk Mektebi Neşriyatı, Ankara, 1930
• Zamanımız Avrupa Siyasi Tarihi (4. Tedris Senesi), Ankara Hukuk Fakültesi Neşriyatı, Ankara, 1933
• Osmanlı Devletinin Dağılma Devri, Türk Tarih Kurumu, İstanbul, 1940
0 notes
faintingheroine · 1 year
Note
In early English novels, it's common to make a 'truth-claim' and assert that the story is literally true, i.e. an introduction in character, an author insert, a subtitle claiming the tale is autobiographical. Is there any similar or different trend in Turkish novels? How clear are the lines between truth and fiction?
Interesting, I think early Japanese fiction also had that.
As far as I know there wasn’t really the Moll Flanders “true claim” in early (meaning written in 1872-1900, the novel came to Turkey late) Turkish novels. But I remember that Ahmet Mithat Efendi had a novel where he was one of the characters and supposedly witnessed the events. But I don’t think that it was a common practice? I might be mistaken though. I did read a lot of individual early Turkish novels but my knowledge on its history is still not stellar. I do buy all these books about early Turkish novels and just read the section on Halit Ziya, I should start reading them in their entirety :). But as I have said, based on the individual novels I have read I haven’t really noticed a trend like that.
But while I think the line between truth and fiction wasn’t that important in early Turkish novels and Turkish canonical novels in general, nowadays Turkish popular media likes to claim that its stories are based on true events, and Turkish public definitely reveres “based on a true story” stories more than fictional ones. I do think that the Turkish public has that American fear of dragons Ursula K. Le Guin talked about in 1970s.
4 notes · View notes
futbolpenceresi · 2 months
Text
FUTBOLUN ARABA SEVDASI
ARABA SEVDASI https://tr.wikipedia.org/wiki/Araba_Sevdas%C4%B1
Romanın konusu
Bir paşa oğlu olan Bihruz Bey yarım yamalak bir öğrenim görmüş, 23-24 yaşlarında bir gençtir. Babası ölünce, annesiyle kendisine 28.000 liralık bir servet kalır. Yazları Çamlıca'da, kışları Süleymaniye'de oturur. Çalışmakta olduğu işyerine ara sıra uğrar. Bütün merakı pek zarif arabasıyla gezinti yerlerinde dolaşıp kendini göstermek, herkesten daha şık giyinmek, Türkçe cümleler arasında Fransızca sözcükler kullanmaktır. Berber, garson, terzi ve kunduracılarla Fransızca konuşur.
Karakterler
Bihruz Bey: Tam da dönemin burjuva gençliğinin olması gerektiği gibi Fransız kültürüne hayran züppe bir gençtir. Ona göre Türkçe kaba ve yetersiz bir dildir. Türkler kaba ve medeniyetten yoksun insanlardır. Türkçe gerekmediği sürece konuşulmamalıdır. Ama o dönem yüksek memur ve tüccar çocuklarının genelinde olduğu gibi Fransızcaya da hakim değildir ve Türkçe Fransızca karışımı bir dil ile konuşur. Öyle ki doğru dürüst Fransızca şiir çevirisi bile yapamaz. Ayrıca Bihruz Bey mirasyedi bir gençtir ve hayatı lüks alafranga kıyafetler ısmarlamak, kır kahvelerinde ve mesire yerlerinde lüks arabasıyla gezmekten ibarettir. Yine Bihruz Bey'in diğer bir karakteristik özelliği ise istediği her şeye sahip olması ve bunun verdiği şımarıklığın pençesinde olmasıdır ki hikâyenin ana kısmı da biraz da bu konu üzerinden gelişir.
Temalar
Roman, dönemi İstanbul'unda görülen kimi cahilce davranış kalıplarını, eğlence ve zevk yaşamını anlatmaktadır. Osmanlı yenileşme hareketleri çerçevesinde Tanzimat'la birlikte Batı'ya açılan Osmanlı Devleti'nde yaşanan batılılaşma sürecinin yanlış özelliklerinin vurgulandığı yapıtta, Bihruz Bey ve onun romantik aşkı konu edilmiştir. Romanda Bihruz Bey karakterinden hareketle batılılaşmayı anlamayan tip eleştirilir. Bihruz Bey, az buçuk Fransızcasıyla berberler, kunduracılar, terziler ve garsonlarla konuşmayı, araba kullanmayı ve şık giyinip kendine bakmayı marifet bilmekte ve komik durumlara düşmektedir. Roman kahramanı Bihruz Bey, birçok yönden Ahmet Mithat Efendi'nin Felatun Bey'le Rakım Efendi adlı romanındaki Felatun Bey karakteriyle benzerlikler gösterir.
Kitap bir aşk hikâyesini anlatmakla beraber, dönemin toplumsal ve sosyal yapısını incelemekte, İstanbul'un entelektüel çevresini oluşturan Jön Türklerin ve üst tabakanın yaşantısını eleştirmektedir.
Ahmet Hamdi Tanpınar, Araba Sevdası için “Muayyen iktisadi şartlar etrafında teşekkül etmiş köksüz bir kalabalığın romanıdır” yorumunu yapmıştır.[3] https://tr.wikipedia.org/wiki/Fel%C3%A2tun_Bey_ile_R%C3%A2k%C4%B1m_Efendi
Felâtun Bey ile Râkım Efendi veya Felâtun Bey'le Râkım Efendi, Ahmet Mithat Efendi'nin 1875 yılında yazdığı romandır.[1]Tanzimat'ı takiben ortaya çıkan ilk Türk romanlarının ana teması "yanlış Batılılaşma" üzerine kurulmuştur.[2]
Karakterlerden Felâtun Bey, Batılılaşmayı yüzeysel olarak yorumlamış ve sefa hayatı süren biridir. Râkım Efendi ise ona karşıt bir karakter olarak kurulmuştur. Oldukça çalışkan ve tutumlu biridir. Romanın sonunda bu dönem romanlarından bekleneceği üzere Râkım Efendi dilediği hayatı elde ederken, Felâtun Bey yaptığı hataların sonucuna katlanmak zorunda kalır. İsimlerinde kullanılan "efendi" ve "bey" kavramları da karakterlerin temsil ettikleri değerlerin sembolüdür.[3] https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1427228
Araba Sevdası adlı romanın ismi ile içeriği arasında doğrusal bir ilişki vardır. Merkezinde arabanın olduğu romanda isim-içerik arasındaki ilişkisi hakkında Tanpınar (2006: 441) “pek az Türk romanı Araba Sevdası kadar adına bağlıdır” der. Eserde başkişi Bihruz Bey’in arabalara düşkünlüğü ve kendi statüsünü onun üzerinden belirlemesi ironik bir üslupla anlatılmaktadır. Bu bağlamda eserde fetiş nesnesine dönüşen arabayla aslında kişinin kendisini gösteriye sunması eleştirilmektedir. Mallar sahibinin kimliğini göstermekten ziyade sahibi tarafından bir kimlik oluşturma amacı ile düzenlenmektedir, denebilir. Nitekim Jale Parla’ya göre (2003: 536) Batılılaşma serüveninde araba anlatıları, sahip olma ve olmama, güç kazanma ve kaybetme, amaçlılık ve amaçsızlık, olgunlaşma ve çocuksuluk, narsisizm ve fetişizm, parçalanmışlık ve kendi kendini yıkmanın hikâyesidir. Bu da “Batılılaşmayla karışık bir modernleşme” (Çıkla, 2013: 273) ile açıklanabilir. Romanda söz konusu araba, 19. yüzyıl Osmanlı toplumunda statü göstergelerinden faytondur:
Başkişinin kamusal alanda varlığını bağladığı araba, statü göstergesidir. Arabanın markası, özellikleri gibi hususlarla sahibinin zenginliğini teşhir etmesi dışında kullanıcısına zaman ve mekânı aşması nedeniyle de güç ve özgüven verir. “Pratik kullanımının yanında bir gösterge olarak tüketil[en]” (Lefebvre, 2007: 117) ve belli bir hayat tarzına atıf yapan araba ile statüye dönük semboller üretilir. Kimliğini araba üzerinden inşa etmeye çalışan, kıyafetleri ile etrafındaki beylerden her zaman daha şık görünmeye çalışan Bihruz Bey’in, Çamlıca’da gezinirken asıl amacı kendisini gösteriye sunmak ve kamusal gözün dikkatin çekmektir. Arabayı araç olmaktan çıkarıp amaçlaştıran Bihruz Bey’in parkın belirli bir yerinde dinlenmesinin sebebi arabasının diğerlerinde bıraktığı tesiri görmektir. Bihruz Bey’in Periveş’e yönelmesinin nedeni de Periveş’in içinde bulunduğu arabanın niteliğidir. Görünene odaklanan Bihruz Bey arabadan yola çıkarak Periveş’i hayalindeki bir hayatın ortasında konumlandırır.
ÇOĞUMUZ BİHRUZ BEYİZ
Muzo @futbolvizyon_ Allah senin belanı versin Burak Elmas! Sacha Boey’i alırken sonraki satıştan eski kulübüne %15 pay, oyuncunun menajerine de %7.5 pay gibi maddeler ekledi. Bize ne kalacak o zaman aq
Avfattas@Avfattas Burak Elmas’ın bol para harcayıp sosyal medyadaki şakşakçılarıyla kurduğu vasat takım neredeyse küme düşüyordu, penaltılarla kurtardılar. İşte benzeri olan Çebi kalsaydı, 2. yarı Rıza ile falan 8 Afrikalı işinin altından hayatta kalkamaz, bizi de kimse kurtarmazdı, düşerdik eminim. Şimdi Santos gelişi sonrası takımdaki ve oyundaki ciddileşmeyi görünce rahatladığım için transfer yönünden acelem azaldı. Zaten hedef kupa ve seneye. O yüzden gecikmeyle ilgili agresif yazmıyorum. İyisini ve sürekliliği olanı, bir plan dahilinde alsınlar. İcraatın neticesini değerlendiririz.
murat@semtinmuhabiri G.Saray; Burak Elmas döneminde alınan Boey’i 25 milyon €’ya satıyor. Beşiktaş ise Ahmet Nur Çebi döneminde gönderilen oyuncuya 2.7 milyon € tazminat ödüyor. Burak Elmas hiç değilse Nelssonn ve Boey’i bıraktı. Ahmet Nur Çebi’nin bıraktığı hiçbir şey yok.
Galatasaray@tribunGS Haluk Yürekli: Galatasaray rakamı 30 milyon € getirmiş durumda. Rennes %15 pay alacak. Boey transferi yapılırken o dönemin başkan Burak Elmas menajerine de bir sonraki satıştan %5 komisyon sözü vermiş. Sözleşmeye bağlı. (343)
𝓹𝓪𝓾𝓵𝓸10@ToniYildiz10 Gese'nin en kotu baskani Burak Elmas bu kadar eleştirilmişti Hasan Arat geleli 2-3 ay filan oldu ama küfür eden fenolar mi dersin köstek olanlar mi dersin hepsi bir agizdan bu adam sizi çok iyi susturacak az bekleyin bu adam diğer yönetimin pisliklerini temizlemeye çalışıyor.
Burkowsky@Burkowskyyy Abi Fatih Terim başarısız olur hoca zaten Boey istemiyordu Rosier istiyordu, oe Burak Elmas hocanın istedigini almadı derler Boey 30M'a gider, hoca tek oyuncudan o dönemin harcamasını çıkarttı İmparator... Oğlum neyi savunuyorsunuz siz amk?
mistik terim@mistosfatik 1 milyona aldırdığı adam 25 milyona dünyanın en büyük kulübüne gidiyor.. çok büyüksün be hocam..
Zlatan@palpatimp Bu adam Rosier isterken Boey aldığın için teşekkürler Burak Elmas
Aras@leaderofthegala Galatasaray tarihinin en yüksek gelirli transferi Burak Elmas sayesinde olmuştur. Çok teşekkürler BURAK ELMAS bASKanım Karayip Aslanı@DelloSoccer Sacha Boey oyuncu değil, elden çıkarın diye rapor vermişti bu herif. Bunu başımıza bela eden Burak Elmas utanıyor mu?
Alp1905@AlpC1905 Fatih Terim'in 1 M € getirttiği ve 25 M € para kazandığımız Boey için Torrent adlı Katalan oe, çaycı td çakması "Bu topçu falan değil gönderin" diyordu. Adam Bayern Münih yaparken Torrent'e Işıtan Gün ve Burak Elmas'tan başka hocalık teklif eden olmadı. Teşekkürler Fatih Hocam.
Gökhan Aktas@gokhanaktassss Floodun altına Fatih Terim düşmanları girip Cicaldau - Morutan falan yazmışlar, ahrazlık yemin ediyorum para ile satılsa kredi çekip alacak Galatasaraylılar mevcut, Pep’in bile tutmayan transferleri var o bütçeye rağmen, bir söz var ya “Galatasaray taraftarı eğitilmez” çok doğru
Kırmızı Bölge@KrmiziBolge İmparator Fatih Terim aldırdı Burak elmas ucuz diye aldı 4-5 milyon Euro olsaydı emin ol onuda akamazdı bu beceriksiz
𝑀𝑒𝑙𝑡𝑒𝑚 𝑇.@GSliTurkk Eski kulübüne %15, menajerine %5.. işte Burak Elmas böyle bir adamdı. Geldiği güne lanet olsun.
Forza Cimbom@forzacimbomtr Nevzat Dindar: "Torrent, Boey için 'Futbolcu değil' ifadesini kullanmıştı. Ona yakın bir isim bana ulaştı, 'Böyle bir şey yok' dedi ama Torrent efendi geçmiş olsun, Boey ile ilgili geçmişte yönetime verdiğin raporu ben biliyorum!"
@SerhanNMTD nevzatın torrent nefreti bambaşka gdsfhdsfhfd
https://twitter.com/i/status/1750835306801123350 SemihhGssemihh35312 Linç edilen pva, berkan gibi adamları topçu yapan torrent boey için kesin öyle demiştir zaten okan hoca'da kampa almamıştı ona bakarsak demi Boey nasıl tatile gittiyse artık sezon başında fizik olarak tüm takımdan daha hazırdı kamp yapsa ne olurdu dubois bozdu onun işini resmi maçlar başlayıncada formayı kendi aldı adam
Cimbomingo@cimbomingo Fatih Terim’in ısrarla istediği adam Boey değil Rosier’di. Git iyi araştır sonra gel konuş.
leqend@leqend2055 5 m euro istediler terim israrla parası ne olursa olsun istedi yönetim almadı yönetim alsaydı boey gelmeyecekti net yönetim e yazar o dönem ne kadar kötü olursa olsun yönetim https://www.goal.com/tr/haber/isitan-gun-fatih-terim-limit-konusu-acildiginda-s-kerim-limitini-diyerek-tepki-gosteriyormus/bltc346d842d4d310cd Sonuç olarak, özetlemeye ve örneklendirmeye çalıştığım emareler, futbol şubemizde çok acilen ciddi tedbirler alınması gerektiğini göstermektedir. Söylemeye dilim varmıyor ancak ne yazık ki Galatasaray’ın transfer işlemleri adeta bir çete tarafından kontrol altına alınmış görünmektedir. EFLATUN BEYLERİN ÖLÜMCÜL REKABETİ
Korkunç bir borç batağı içine düşmüş olan üç büyüklerin ve onları örnek almaya çalışarak mütevazi bir şekilde izleyen diğer klüplerin Avrupa'nın devlerini(BATI) trajik bir şekilde Bihruz Bey misali taklit etme çabaları hazin sonuçlara gebe görünüyor. Evet, üç büyüklerin hatırı sayılır rakamlarla yaptığı büyük yıldız transferlere ödediği yüksek ücretler zaten batmış durumda olan bu klüplerin bütçelerinin üstünde demoklesin kılıcı gibi sallanıyor.
Klüplerin başlıca gelirlerini oluşturan yayın ve seyirci gelirleri bu harcamaları karşılamaktan fersah fersah uzak. Klüpler sürekliliği olmayan sponsor gelirleri ve siyasetin sağladığı avantajlarla devasa deliklerine yamalar yapıyorlar.
Gelir kalemleri içinde önemli yer tutan şampiyonlar ligi kalemi piyangosu ise her sene sadece bir takıma çıkıyor. Yöneticiler, troller, taraftarlar arasındaki acımasız kavga ve kör dövüşü de sadece bir tane büyük havuç olmasından kaynaklanıyor. Borç batağı içinde çırpınan ve o yüzden gardı iyice düşmüş olan klüplerin, olağanüstü merkezileşmiş ve yoğunlaşmış ve hayatın her alanına hükmetmek için elinden geleni ardına koymayan iktidarın da oyuncağı olması, en azından suyuna gitmekten kaçınamaması da eşyanın doğası gereğidir. BURAK EFENDİNİN SAĞDUYUSU
Burhan Can Terzi@burhancanterzii O yaz hem Fatih Terim hem Burak Elmas 3-5 yıllık bir plan üzerinde çalışıyor. Uygun bonservisle gençler alınıp, hem başarı hem de kulübün geleceğini kurtarmak paralel şekilde hedefleniyor.
Burak Elmas yönetimi bu uçuruma yapılan amok koşusuna dur demek için kolları sıvamış ve bu doğrultuda strateji oluşturmuş ve uygulamaya koymuştu.
Bu strateji nipeten düşük maliyetli ve gelecek vaat eden irice isimlerin ve tamamen isimsiz ve son derece ucuz ama potansiyeli olan oyuncuların transfer edilmesi ve altyapıya ağırlık verilmesi ayaklarından oluşmaktaydı.
Sacha Boey, Nellson, Morutan, Cicildau gibi isimlerin transferi bu felsefeye göre yapılmıştı. Barcelona'yı başarıdan başarıya koşturan sistemin arka plandaki mimarlarından biri olan Torrent'in teknik direktör olarak seçilmesi ve benzer bir sistemin orta ve uzun vadede Galatasaray'da da oluşturulmasının hedeflenmesi de bu felsefeyle uyumluydu. Gedson Fernandez'in transfer edilmemesi de diğer rakiplerle ölümcül rekabete girilmemesi de daha mütevazi ve akılcı bütçe yönetimini sağlayarak bu felsefeye uygun davranmak anlamına geliyordu.
İki tür batılılaşma var. Japonya, Güney Kore, Tayvan gibi özde batılılaşma, yani batıyı batı yapan sistem, kültür, üretim, bilgi, bilim gibi değerleri içselleştirme ve ondan sonra onun meyvelerini (TÜKETİM) toplama. Ve Bihruz Bey türü batılılaşma, yani batının sadece tüketim ve adetlerini kopyalayarak, taklit ederek sadece şeklen batılı olma. Tabii daha sonra, geç "batılılaşan", gelişen, kalkınan bir ülkenin varolan gelişmişlerin rekabeti nedeniyle daha çok çalışması, daha çok çaba sarfet etmesi, daha çok üretip daha az tüketmesi yani daha çok tasarruf etmesi geç kalmışlığın acı gerekleriydi.
Şu andaki Ali Koç, Dursun Özbek yönetimlerinin ve diğer klüplerin transfer politikası, klüp yönetimi, alt yapıya verdikleri önem ve ayırdıkları kaynaklar ve diğer faaliyetleri Bihruz Bey türü (SÜRDÜRÜLEMEZ) batılılaşma örneğini teşkil ediyor.
@DeparSports Ümit Özat: "Galatasaray şimdi Sacha Boey'i satıp 3 oyuncu alacak, kalan parayla iç ödemeleri yapacak. Üzerine de şampiyon olursa Fenerbahçe artık kendine gelemez." Bu tür "batılılaşma" çabasının sürdürülemez olması son derece bıçak sırtı bir dengede yürütülmesinden kaynaklanıyor. Yapılan pahalı transferlerin bir kaçının çeşitli nedenlerle verimsiz çıkması, arka arkaya bir kaç sene şampiyon olunamaması ve şampiyonlar ligine katılamama ve gelirlerinden mahrum kalma, yetersiz olan diğer gelirlerin harcamaları karşılayamamasıyla sonuçlanacak ve dengelerin bozulması bir fakirleşme kısır döngüsüne yol açacaktır.
Burak Elmas'ın yapmaya çalıştığı, giriştiği ama yarım bile kalamayan şey özde ve SÜRDÜRÜLEBİLİR bir batılılaşma örneği ve çabasıydı. Tüketimin kısılması, tasarrufların yatırıma yönlendirilmesi, uzun vadede bu yatırımların üretimin, başarının, gelirlerin artmasına ve bir zenginleşme döngüsüne yol açacaktı.
Çağdaş ve özde bir "batılılaşma" çabası doğal olarak yıllar alacaktı. Bu süreçte atılan tohumların yeşermesi, dikilen fidanların büyüyüp serpilmesi ve meyve vermesi, bolluğun, zenginliğin oluşmaya başlamasına kadar uzun bir dönemde kıtlık çekilmesi, başarıya hasret kalınması doğaldı. Maddi ve sistemsel açıdan büyük bir rasyonalizasyonu gerçekleştiren bu akılcı hamleler siyasetin o dönemde Fatih Terim'i göndermek için Galatasaray'ı düşme potasına itmesi, Burak Elmas'a açık açık bu adamı gönderin denmesinden sonra oluşan büyük başarısızlık tablosuyla sekteye uğradı.
Diğer büyük klüplerin de Galatasaray'ı örnek alarak onu izlemesi, küçüklerin de büyük klüpleri rol modeli olarak alarak taklit etmesi ve böylece bütün klüplerin akılcı bir şekilde yönetilerek ölümcül rekabete son vermesi borç batağının kurutulması ve siyasete bağımlığın sona ermesiyle sonuçlanacağı için bu zehirli ortamdan beslenen bazı önemli aktörlerin işine gelmedi.
Akbabalar karşısında tek başına mücadele eden Burak Elmas burnunun ucunu göremeyen Bihruz Bey kitlesi tarafından da yalnız bırakıldı hatta hançerlendi. Burak Elmas'ın Galatasaray klübünün menajerler aracılığıyla nasıl soyulduğunu, zarara uğratıldığını açıklaması, ifşa etmesi karşısında bile taraftarın tutumu değişmedi.
Sonuçta yılların sosyal, siyasal, kültürel, ideolojik birikimiyle harmanlanmış cahil, Bihruz Bey alıklığındaki kitleler ve o vasat kitlelerden çıkan siyasetçi, klüp yöneticisi, basın mensupları gibi aktörlerin işbirliğiyle Burak Elmas'ın kurutarak verimli topraklara dönüştürdükten sonra üstüne sağlıklı tohumlar atmaya hazırlandığı bataklığın keşmekeşi galip geldi, futbol aklı ve sağduyu kaybetti.
0 notes