Tumgik
#film incelemesi
ay-13 · 8 months
Text
Tumblr media
selam sizin için oppenheimer’ı inceledim, bakmak isterseniz:
2 notes · View notes
sinematurg · 1 year
Text
0 notes
magazinxhaberler · 2 months
Text
Argylle Gizli Casus film incelemesi
Tumblr media
Argylle Gizli Casus film incelemesi
Hafta sonu kendime bir sinema keyfi yapmaya karar verdim ve soluğu Matthew Vaughn’un yönettiği ve Henry Cavill, Sam Rockwell, Bryce Dallas Howard, John Cena, Dua Lipa ve Samuel L. Jackson gibi yıldız isimlerin yer aldığı bir casus filmi Argylle filminde aldım. Bu arada filmimizin yönetmeni için küçük bir paragraf açmak istiyorum zira benim için önemli bir yönetmen. Nedeni ise Kigsman serisinin yönetmeni ve aksiyon sahneleri çekimlerinde de bana göre tam işinin erbabı. ,Argylle filmi çok satan casus romanları yazarı Elly Conway’in hikayesini anlatıyor. Ünlü roman yazarımızın öngörüleri bir gün gerçek olmaya başlar ve casuslar hayatına girer ve kendisini ister istemez bir casusluk macerasını içinde bulur. Filmin temposu daha ilk dakikalarından itibaren temposu yüksek ve neredeyse her dakikasında izleyicisini içine alıyor. Ayrıca filmdeki karakterler de çok etkileyici olarak işlendiği için filmde aslında ne arıyorsanız bulabiliyorsunuz. Şu bir gerçek ki bu tarz filmlerin en büyük handikaplarından biri de aksiyon sahnelerinin dozajını aşıyor olması ki Argylle filminde de maalesef özellikle filmin sonlarına doğru aksiyon sahneleri anormal bir şekilde göze batıyor. Bir de filmdeki bazı karakterlerin yeterince işlenmemesinden dolayı filmin kalitesini bir tık düşürüyor olsa da buna takılacağınızı düşünmüyorum. Genel olarak Argylle filmini değerlendirdiğimizde aksiyon ve casusluk filmlerinden hoşlananlar için mükemmel bir film olarak değerlendirebiliriz. Ayrıca filmde keyifli ve neşeli sahneler de mevcut. Filmin özgün yönleri: - Filmin hikayesi oldukça orijinal. Yazar Elly Conway’in öngörüleri ve casusluk romanlarıyla gerçek dünya arasındaki bağlantılar, filme ilgi çekici bir gizem katıyor. - Filmin soundtrack’inde Dua Lipa, Ellie Goulding ve diğer sanatçıların şarkıları yer alıyor. - Filmde yer alan Alfie adlı kedi, film severler tarafından oldukça sevimli bulunuyor. Filmi izlerken dikkatimi çeken bazı noktalar: - Filmin görselliği oldukça etkileyici. Özellikle aksiyon sahneleri çok iyi çekilmiş. - Filmin müzikleri de oldukça güzel ve filmin atmosferine çok yakışıyor. - Filmin humor unsurları da oldukça başarılı. Özellikle Elly Conway’in esprili diyalogları filmi daha da eğlenceli hale getiriyor. - - Kamil Hızer / Magazinname.com Magazin X Haberler : Magazin Read the full article
0 notes
lcnpo · 10 months
Text
Extraction 2 Filmi Altyazılı izle | Netflix izle
Extraction 2 cast, Extraction 2 ekşi sözlük, Extraction 2 HD Film cehennemini, Extraction 2 imdb puanı, Extraction 2 incelemesi, Extraction 2 izle, Extraction 2 izle Netflix, Extraction 2 karakterleri, Extraction 2 konusu, Extraction 2 ne zaman çıkacak, Extraction 2 olacak mı, Extraction 2 oyuncuları, Extraction 2 Türkçe Dublaj izle, Extraction 2 Türkçe Dublaj izle Jet film, Extraction 2 Türkçe Dublaj izle Netflix, Extraction 2 yorum, Extraction 2 yorumları, Extraction 3 var mı, Watch extraction 2
0 notes
remainingkenobi · 4 months
Text
Real Steel
Tumblr media
"Real Steel" İncelemesi: Bilim kurgu ve aksiyonun etkileyici bir birleşimini sunan bu film, izleyicilere büyüleyici bir evrene yolculuk yaptırıyor. Hikaye, gelecekte geçen bir zamanda dövüş robotları etrafında şekilleniyor.Baba-oğul ilişkisi, baş karakter Charlie Kenton (Hugh Jackman) ile oğlu Max (Dakota Goyo) arasındaki dinamik, filmin duygusal bir boyut kazanmasına olanak tanıyor. Robot boks sahneleri, etkileyici görsel efektlerle birleşerek seyirciyi aksiyonun içine çekiyor. Film, sadece teknolojik gelişmeleri değil, aynı zamanda insanlığın temel duygularını ve bağlarını da ele alıyor.Bu film, hem aksiyon severleri hem de duygusal anlamlar arayan izleyicileri tatmin edebilecek bir deneyim sunuyor.
22 notes · View notes
pinhanmai · 9 months
Text
Tumblr media
TEMMUZ 2023
Temmuz başları benim için oldukça yorucuydu çünkü 7 Temmuz'da final sınavım vardı. Onu atlatana kadar birkaç gün sadece ders çalıştım.
2 ay tatilim var, bu süre bana az geliyor çünkü geçen yıl yoğun bir tempodaydım ve bir sonraki yıl bundan daha yoğun olacak. Bunu düşünmek de biraz yoruyordu. Sınavdan sonra ne yapacağıma karar veremediğim için pek bir şey yapamadım dizi izlemek dışında.
İzlemek istediklerim vardı ve onları bitirince yine bir boşluğa düştüm, bir şeyler izlemek bile keyif vermemeye başladı. Kişisel birkaç sorunum vardı ondan dolayı yapmaya çalıştığım bazı aktivitelerde istikrarı sağlayamadım. En azından şimdi daha iyiyim. Sorunlarımı çözmeye daha yakın hissediyorum kendimi.
İzlediklerim: My name, Discovery Channel 'Çernobil Faciası' belgeseli, Chernobyl, A Small Light, Celebrity, Modern Family(hâlâ bitiremedim S9'dayım.), Oppenheimer
Podcast: OSB İçimizdeki Kahramanı Bulmak, OSB Fırsatları Kaçırıyor Muyuz?, OSB Özgüvensiz Misiniz?, OSB Narsistleri Tanıma Rehberi, OSB Oppenheimer.
YouTube: Oppenheimer...(Barış Özcan), Oppenheimer Film İncelemesi (Filme Gitmeden Önce),Oppenheimer...(Evrim Ağacı), (Murat Soner) birkaç dizi eleştirisi videosu....
Kitaplar: Bu aylık sadece bir kitap okudum: Anne Frank'ın Hatıra Defteri.
Şarkılar: My Name, Mediocre Life, Still With You.
5 notes · View notes
keemlenyekun · 4 months
Text
bu nasıl bir yıla merhabadır
öncelikle merhaba sayın defter.
iç sıkıntım bugün doruk yapmış durumda. Bast haline girmiş bulunuyorum. hayırlısı. astroloji çık aklımdan. retro var. 24 ocağa kadar sıkıntı deyorlar.
kafam ağrıyor.
oysa bu tip iç sıkıntılarına alışığım. böyle olduğumda genelde kendimi odama kapatıp sabahlara kadar dizi film izler kitap şiir geçiştirirdim. deftere yazardım yazardım yazardım. bir de üstüne hayatıma ilişkin keskin bir karar alırdım. eskiden. eskidendi. eskilerde kaldı o serco cancağzım.
şimdi öyle kaçıp saklanma imkanım yok. oğlan ağlıyor. işler beni bekliyor. hanım hasta.
işte büyümek de tam olarak bu.
ama dur bakalım. halledicez.
şimdi canım neye sıkıldı? önümde akrabalardan gelen üç mühim dava var. yani hepsi hakkında fikir sahibiyim. ancak uygulama sahibi değilim. kafayı yedirecek bana bu. çünkü böyle olmalı diyorum bu davada. ama sonra başka bir karar okuyunca şöyle de olabilirmiş diyorum. bu da beni bir miktar özgüvensizliğe itmiş durumda.
avukat olmanın en büyük zorluğu takmamayı öğrenmek olmalı. ama ben bunu öğrenemem. her davayı her sorunu profesyonellikten uzak şekilde şahsileştirip dert edinirim. ki öyle oluyor. alışmam gerek sanırım.
söz konusu davaları öyle kafaya takmış durumdayım ki, başka şey düşünemez oldum.
bu gibi durumlarda, eskiden olduğu gibi kaçamayacağıma göre, fikir üretmek en iyisi.
sadece bu da değil sanırım. bir tatile ihtiyacım var. yaklaşık bir buçuk aydır inanılmaz yoğun çalıştım. üstüne geçen hafta onca yoğunluk içerisinde ev ahalisi hasta oldu. oğlanın ateşi düşmez, hastaneye götürdük 200 kişi sırada acilde, hop özele götürdük, orada çocuk ortalığı yıktı, doktor ve sedye travmamız var zira, yetmedi evde üç gün boyunca hasta geceler geçirdi, yetmedi hanım da hastalandı. bunaldım haliyle. yetmedi ödevler, dilekçeler, sorular derken. he bir de zaten retro. puahahhahah.
tez konumu netleştirdim. kamu görevlileri ve AİHS md. 8 incelemesi. yani zevkli bir tez olacak. fakülte araştırma görevlisi kadrosu açmış, hoca siz de başvurun diyor bana. sayın hocam ben kamu görevlerinden yasaklandım, ömür boyu, avukatlığımı zor verdiler siz ne diyorsunuz dedim. ayrıca ben siyasetin ve bağnazlığın kol gezdiği bir akademide neden bulunmak isteyeyim ki? geçim derdi sebebiyle akademi seçenler dışında. hukuk saçma konuların tartışıldığı bir mecra olmamalı. yani şöyle hukukçu akademisyenler eğer ülkedeki hukuksuzluklara, ya da dünyadakilere ses etmiyor, ses etmeye korkuyorlarsa, hukuk akademisi neden var ki? avukat olun ve bu konuda özgür olun.
ülkede herkesin tımarhanelik olduğu kanım gün geçtikçe güçleniyor. iki büyük baro şiddeti övmese de bayrak tutan birisine vurulan yumruğu hakmış gibi savunabiliyor? güzide bir üniversitede okuyan bir gencimiz sevmiyor diye birisine vurma noktasına geliyor? biz toplum olarak kavramlarımızı ve eğitimimizi tamamlayamadık bir türlü. okumuş ya da okumamış farketmiyor. hepimiz cahiliz, bu cahilliğimiz bizi kötülüğe sevkediyor, ve en kötüsü de şu bu kötülüğe kendimize hak görüyoruz. insanları sevmiyor olabiliriz, bizim açımızdan savunulacak bir düşünceyi bırakın bizim için çok salakça düşünceleri de olabilir. bu kimileri için tarikatlardır, kimisi için kemalizmdir, kimisi için galatasaray, kimisi için fenerbahçe. tüm bunlara rağmen eğer ortada açık bir suç yoksa kimsenin düşüncesini, hayatını,yaşayışını yasaklayamayız. yumruklayamayız. burada açık bir suç terimini özellikle belirtmeli. misal verelim bir islamcı için lgbt yürüyüşü ölümüne yasaklanmalı. böyle değilse bile uygulamada böyle. şahsen hiç sevmiyorum, ama bu sevmemek onların yürüyüş düzenleme hakkını engellememeli. veyahut da aynı şekilde gazze için galatada yürümek isteyene yumruk atmanın saçmalığı gibi.
en kötüsünün tüm bunlar olurken herkesin kendisini tek haklı görmesi. işte bizi yok eden de bu. çünkü bu haklılık herkesi her kötülüğü yapmaya hakkı olduğuna ikna ediyor. öyle büyük örnekler aramamalı. her komşu kendisini haklı görüyor mesela gürültü konusunda. şuan bu apartman yöneticisi olarak gecenin birinde çamaşır makinesinin sıkma sesi eşliğinde yazıyorum bu yazıyı misal. çok daha büyük bir kötülük anlatayım misal. dün haberlere yansıdı. balıkesirin bir köyünde bir çiftçi kuzularının öldüğünü, yaralandığını farkediyor. ahırına kamera takıyor. komşusu olan adamın kuzuların koyunların makatına sopa soktuğu görülüyor. bakın bu iğrenç kötülüğü yapan normal namazında niyazında, muhtemelen ailesi tarafından iyi olarak görülen bir köylü. bu kötülüğe kendisine hak görüyor. bu tip binlerce örnek var. örneklerin önemi yok.
kötülüğün cahilliğimiz sebebiyle normalleşmesi.
işte bizi millet olarak bitirecek illet budur. bundan kurtulmak bizim açımızdan mümkün gözükmüyor.
galiba sosyoloji okumam artık farz oldu. puahahahha.
yazmak insanı rahatlatıyor. saçma sapan da olsa durum bu.
24 ocağa kadar diş sıkacağız. bir de kış gelmedi bir türlü. ben kışçıyım tüm şişmanlar gibi. şişman adam yazı nasıl sevsin, vıcık vıcık. puh senin allah belanı.
şişman demişken, diyetteyim yeniden. bir üç kilo verdim. ama pek niyetli değilim. annem pancar sarması yapmış, macır böreği yapmış. ben nasıl diyet yapayım. sonra kahvaltıda maydanoz ye ne olacak.
bir şey daha var. futbolsuzluk. benim kafayı rahatlatan şeylerden bir tanesiydi. ama bir soğudum yahu. izlemek içimden gelmiyor.
uzun oldu ama ilaç gibi geldi.
şimdi şu sıkıntılı zamanımı güzele çevireyim. hanımı ilk gördüğüm ana gideyim. üsküdar su sebili. sonra kuzguncuk. bak sayın defter, istanbuldan nefret eden adama istanbulu sevdirdiler. daha ne olsun.
bugün ben bir güzel gördüm. kamaştı gözümün nuru onun hüsnü cemalinde. yaz sıcağı. ağustos. üsküdar. kalabalık. heyecanlıyım. sebilden su aldım. heyecanı bastırmanın yolu saçma şeyler yapmaktır. dedim bu kız ufak tefek bir şey. ben ayı gibiyim. ahahahah. ne yalan diyeyim bu kadar aşık olacağımı sanmazdım. cezaevinden çıkalı altı ay oldu olmamıştı. allah o sebildeki su gibi aşk şarabından içirdi. 7 seneyi devirdik. bak bu şükür vesilesi de iyi geldi haaa.
tam da o gün dinlenilen türkü. çamaşır makinesi sesini bastırsın mümkünse.
youtube
2 notes · View notes
tozluveolagan · 5 months
Text
Tumblr media
Dün akşam evde Darren Aronofsky'nin son filmlerinden biri olan Balina'yı (The Whale) izledik. Evdeki herkes filmden nefret etti, müzikleriyle atmosferiyle aşırı karamsar buldular. İzlerken sıkıldılar. Fakat benim için kısa film izlemek kadar zevkliydi, çok çabuk bitti. Üzüldüğüm yerler oldu tabii ki ama o karanlık atmosferden şikayet etmedim. Belki Aronofsky'ye aşina olduğum içindir bilmiyorum. Filmlerinde garip bir karanlık tema mevcut. Neredeyse her filminde var ve artık yadsımıyorum. Olmadığı zaman "Burada bir sorun mu var" düşüncesi doğuyor. Filmin yönetmenini başından bilmeseydim o final sahnesini gördüğümde derdim ki: "Vay be, bunu yapsa yapsa Aronofsky yapar, başkasıysa da çok büyük bir hayranıdır" İşte böyle de bir filmdi. Biraz yönetmenimizi yere göğe sığdıramadık ama olsun.
Bazen film incelemelerinde ister istemez film künyesini veriyoruz çünkü eksik hissettiriyor yazarken ama ben film seçerken fragmanlarını izlemiyorum, konularını okumuyorum, hangi oyuncular var bakmıyorum. Bu yüzden bu tam olarak bir film incelemesi olmasa da bunları yapmayacağım. Sadece baktığım iki temel konu var: İlki yönetmeni kim ve senaryosunu kim yazmış? İkincisi izleyen insanlar üzerindeki etkisi ne, izlerken ne hissetmişler?
Not: Afiş çok iyi değil mi? Orijinal afişi değil ama bence bu afişin orijinal olması gerekiyormuş, çok iyi tasarlanmış.
6 notes · View notes
raksh4sa · 5 months
Text
Tumblr media
"Her şeyin ne anlama geldiğini ya da nasıl yorumlanacağını bilmemek daha iyidir. (Burada Eduardo Galeano'nun şu sözlerini de hatırlamak güzel olacaktır: Düşünürseniz, acı çekersiniz. Şüphe ederseniz, delirirsiniz. Hissederseniz, yalnız kalırsınız.) Çünkü aksi takdirde olayları kendi akışına bırakmaya korkarsınız. Psikoloji gizemi ve büyü niteliğini yok eder. Anlamlardan konuşmak beni çok rahatsız ediyor. Çünkü anlam çok kişisel bir şeydir ve herkese göre değişir." Yer vermiş olduğum bu sözlerinin ardından David Lynch sineması üzerine birkaç kelâm etmek istiyorum.
Bu gece Lynch sinemasının zirvelerinde yer alan bir filmi, Blue Vellet (Mavi Kadife) filmini, seyrettim. Film, ilgi manyağı bir kadın ve psikopat ruhlu bir adamın sadomazoşist (psikiyatrik terimle parafili) ilişkisini konu edinmektedir. Kendisini birden bire bu tuhaf ilişkinin tam ortasında bulan Jeffrey ile de film tam anlamıyla başlamış olur ve Jeffrey yaşananların esrarını ve gizemini anlamaya koyulur.
Film, Freud'un psiko-analitik gelişim kuramı üzerine inşa edilmiştir. Freud'a göre insan kişiliğinin gelişiminde altı yaşına kadar yaşanılanlar büyük rol oynar. Özellikle, bu evrede cinsel gelişimin kişiliğin oluşmasında büyük bir etkiye sahip olduğunun altı çizilir. Ona göre cinsel gelişimin beş evresi vardır (Oral, Anal, Fallik, Gizli&Latent, Genital dönemler) ki Mavi Kadife filminde bu evreler canlandırılmıştır.
Bunlarla birlikte, filmin her bir karesi sayısız sembollerle doludur. Oedipus Kompleksi'nin sunuluşu, Id-Ego-Süperego kuramının karakterize edilişi ve renklerle verilmeye çalışılan yoğun anlam katmanları... Mavi Kadife filmi hakkında daha birçok izah getirilebilmek mümkündür. Ancak hepsini burada ifade edebilmek hiç de mümkün gözükmemektedir. Bunun yerine, Youtube platformunda yer alan "25. Kare" kanalının yayımlamış olduğu "Blue Velvet - Mavi Kadife Film İncelemesi" başlıklı video serisini izlemenizi tavsiye ederim.
Blue Vellet / Mavi Kadife (1986)
2 notes · View notes
doriangray1789 · 1 year
Text
ABD NİN OYUNCAKLARI.... VE FAŞİZM
YALANLARIN GERÇEKMİŞ GİBİ SUNULUP ISRAR EDİLMESİ VE SEÇİM İNKARCILIĞI....
BUNA FAŞİZM DENİR 1924 VE 1933 DE DÜNYANIN TANIŞTIĞI VE SONUÇLARI TÜM DÜNYAYA YIKIM GETİREN BİR KAVRAMDI...
TEK KUTUPLU DÜNYA DÜZENİNDEN SONRA ''KAPİTALİST DEMOKRASİ'' NİN ESKİ 3. DÜNYA YENİ 2. DÜNYA ÜZERİNDE KURMAYA ÇALIŞTIĞI SİSTEM DE FAŞİZMDİR....ÜSTELİK GLOBAL SERMAYENİN DE HİÇ İNKAR ETMEYECEĞİ BİR REJİM OLDUĞU BU YILLARDA YAPILANLARDAN ÖĞRENDİK ( isteyenler Mussolini faşizmi ve Hitler nasyonal sosyalizmi dönemlerinde sermayenin geldiği nokta ve imparatorluklarını araştırabilirler, otarşik bir sistem içinde köle düzenine dönüştürülmüş bir ortam)
FAŞİZM ALELADE BİR SEÇMENİN ÜLKENİN GELECEĞİNİ YÖNLENDİRMESİNİ KABUL ETMEZ... ( bunu Mussolini de Hitler de Salazar da, Franco da söylemiştir... Bolsanaro geri kalır mı?)
TRUMP'ın AMERİKAN DEMOKRASİSİNİ, kaybettiği seçimler sonrası yaptıklarıyla nasıl bypass edilebileceğini dünyaya gösterdiği zaman diktatörlere de bir model gösterdi... gerçi ABD çabuk toparladı, aleyhinde çıkan haberlere '' parayla tutulmuş gazeteciler'' devlet düşmanı gazeteciler'' ABD nin yakaladığı ivmeye sekte vurmak isteyenlerin tuttuğu gazeteciler'' der dururdu...ZIMNİ FAŞİZMİ EVANJELİZMLE kamufle ettiğinde TÜM DÜNYAYA BİR ŞEY ÖĞRETTİ - DEMOKRASİ DİKTATÖRLERCE İSTENİLEN BİR REJİM DEĞİLDİR... AVRUĞA LİDERLERİNİN NASIL SATILIK OLDUĞUNU PAUL GRAİG ROBERTS -> ''YENİ MUHAFAZAKAR TEHDİT, ORTADOĞUDAN UZAK DOĞUYA WASHİNGTON UN HEGOMONYASI'' ADLI KİTABINDA YAZMIŞTI... AB liderlerinin sözde kalan ''demokrasi'' laflarının ardında kendi çıkarlarını düşünen bir yapının olduğunu Afganistan da Taliban yönetimiyle, Lithium madenleri için yaptıkları görüşmelerde gördük... ÖNEMLİ OLAN HALKLARIN BU KONUDA Kİ DAVRANIŞ ŞEKLİDİR... yani,
"Milletin Kaderini yine milletin azmi ve kararlılığı kurtaracaktır.. "
BOLSANARO, AMAZON ORMANLARINDA 2 MİLYAR AĞAÇ KESTİĞİNDE VE AMAZON ORMANLARINI İMARA VE MADENLERE AÇTIĞINDA TÜM DÜNYA DOĞA SEVERLERİN TEPKİSİNİ ALMIŞTI... BU TEPKİYE KARŞILIK BOLSANARO, ''BREZİLYANIN BÜYÜMESİNİ ENGELLEMEK İSTEYENLERE KARŞI DURACAĞIZ'' BENİ BU KOLTUKTAN TANRI ALABİLİR'' DEMİŞTİ... FAŞİZM BUDUR... sadece kendi halkına değil dünyaya da zarar verir, geçen yüzyılda bunu öğrenmedik mi? 1914 de başlayan savaş 1945 de bitti... ancak etkileri halen devam ediyor... ''ÇÖKÜŞ'' sadece bir film değildir belgesel tadında size bir şey anlatmıyor mu?
ARŞİVİMDE-> Mussolini ilk faşist, Hitler-Kavgam ve Goebbels’in büyük yalanlar incelemesi mevcuttur... bunla birlikte Müesses Nizam yazılarımı da önerebilirim 
12 notes · View notes
alyaalexandrovic · 10 months
Text
Tumblr media
“Hayatta öğrenebileceğin en harika şey: yalnızca sevmek ve karşılığında sevilmek olacaktır.”
🥀
Moulin Rouge Film İncelemesi: Psikolojik Tepkisellik mi Aşk mı?
**Bu yazı Moulin Rouge filminin psikolojik açıdan incelenmesini içerir. Moulin Rouge filmini izlemediyseniz veya bir filmi izlemeden önce analiz okumayı sevmeyenlerdenseniz okumaya devam etmemenizi öneririm, bol miktarda spoiler içerir. Popüler şarkıların uyarlamalarıyla, renklerin etkileyici kullanımıyla izleyiciyi hem güldüren hem ağlatan hem de imgelerin kullanımıyla şaşırtan müzikal film; Moulin Rouge. Klasik bir aşk üçgeni senaryosu, izleyelim...
Tumblr media
Popüler şarkıların uyarlamalarıyla, renklerin etkileyici kullanımıyla izleyiciyi hem güldüren hem ağlatan hem de imgelerin kullanımıyla şaşırtan müzikal film; Moulin Rouge. Klasik bir aşk üçgeni senaryosu, izleyelim zaman geçsin derseniz keyif alacağınız bir film ve filmde psikolojik ögelere de oldukça yer verilmiş.
Bir yanda 1900lerin Parisinde maceracı bir yazar olan Christian, bir yanda ekonomik gücü ve unvanı ile The Duke (Dük), ikisinin arasında da dönemin en ünlü gece kulübü olan Moulin Rouge’un en gözdesi, Christian’ın deyimiyle “Aşkını erkeklere satan bir fahişe” Satin…
Tumblr media
Satin, zengin bir eş bulup kankan dansçısı olarak sürdürdüğü yaşamını değiştirmek istemektedir. Filmdeki her şarkının anlamlı bir hikayesi olduğu gibi, Sparkling Diamonds şarkısı da Satin’in hayata bakışını göstermektedir ve Dük’ün kendisini artist yapacağına inanmaktadır. Satin, tesadüfler sonucunda odasında Dük sandığı Christian ile karşılaşır ve macera başlar.
Christian, Satin’i gerçek aşkın varlığına ikna etmeye çalışsa da Satin “I am a material girl” diyerek onu reddeder. Bu reddetmeden sonra Satin’in gerçek aşka kapılması çok sürmez, Christian’a tutulur ama bir yandan da Moulin Rouge’u kurtarabilmek için Dük ile beraber olmak zorunluluğu oluşmuştur. Hikaye böyle akar gider…
Tumblr media Tumblr media
Renkler içinde insanı büyüleyen bu filme psikanalitik yaklaşımla baktığımızda Eros ve Logos’un savaşını görmekteyiz. Film sadece aşkın değil ölümün de hikayesini anlatır. İki temel dürtü; Cinsellik ve şiddet, aşk ve ölüm… İki kavramı da göstermek için en güzel yol: “Rouge” yani kırmızının kullanımı… Satin’in kızıl olması, dekorun kırmızılarla dolu olması, Red Lights göndermeleri, Roxanne, Meet me in the Red Room gibi şarkılardaki kırmızı renk film boyunca hep baskındır. Kırmızı; aşkın, günahın, tutkunun ve ölümün rengidir.
Tumblr media
Filmde özellikle sosyal psikoloji temelli birçok kurama rastlanıyor. Sternberg’in Üçgen Aşk Kuramı’ndan, Festinger’in Bilişsel Çelişki Kuramı’na, kıskançlık ve saldırganlık konularından Sosyal Değiş Tokuş Kuramı’na kadar birçok konunun işlendiğini açıkça görebilirsiniz. İzlerken önünüze bir sosyal psikoloji kitabı koyup “Aaa bundan da örnek varmış” diyebileceğiniz bir film.
Birey, sahip olduğu iki düşüncenin çatıştığı durumlarda bu çatışmanın yarattığı rahatsızlığı azaltmak için çeşitli yollara başvurur, buna da bilişsel çelişki denir. Yapmak zorunda olduğu seçimlerde Satin’in bilişsel çelişki yaşadığını izliyoruz. Çelişen bilişlerin önemini azaltma yolu olarak Christian’ın: “Hayatta en önemli olan şey sevmek ve karşılığında sevilmektir.” sözünü benimsemeyi ve buna göre yaşamayı seçer. Davranışlarını bu yeni bilişine göre şekillendirir. Bilişsel çelişkiyi azaltmak için seçtiğimiz seçeneğin olumlu yanlarını yüceltirken olumsuz yanlarını küçümseriz ki Satin’in yaptığı da tam olarak budur. Seçimler üzerine olan bu filmde görebileceğimiz konulardan biri de seçimlerimizden bahseden tepkisellik teorisidir.
Peki nedir bu tepkisellik teorisi?
Zaten yapmayı planladığınız bir şeyi sırf başka biri söyledi diye yapmamaya karar verdiğiniz oldu mu? Rahat rahat otururken aile bireylerinizden birinin “Hadi git ders çalış.” dediğinde çalışmaya dayalı bütün içsel motivasyonunuzun yıkıldığı, yine aile bireylerinizden biri çoraplarınızı giymenizi söylediğinde üşümenize rağmen giymek istemediğiniz zamanlar oldu mu? Peki bunun nedeni ne olabilir, inatçı veya dik başlı biri olmanız mı?
Tepkisellik teorisi, bu durumu bireyin kişiliğininin bir parçası ile açıklamaktan ziyade diyor ki: Birey, seçmekte özgür olduğunu düşündüğü bir davranış engellendiğinde veya ne yapması gerektiği söylendiğinde doğan tepkisellik nedeniyle tehdit edilen davranışı istediği gibi yapar. (Miron &Brehm, 2006).
Satin Dük’ü seçmesi için zorlanır, eğer Dük’ü seçmezse Dük, Moulin Rouge’u kapattıracaktır. Satin’in akıl hocası Zidler, onun Christianla yakınlaşmasını fark eder ve Satin’e “Gideceksin ve Christiandan ayrılacaksın, Dük seni bu hayatı yaşamaktan kurtaracak, senin bir yazar parçasıyla işin olamaz.” der. Satin’in bu sözler üzerine Christian’a daha da bağlandığını görüyoruz.
Yine bu teoriye göre, birey seçim özgürlüğü elde edemediği davranışın çekiciliğini azaltır ve başta reddettiği davranışın çekiciliğini arttırabilir. (Miron & Brehm, 2006).
Satin, Dük ile olması gerektiğini düşünüyordu ve bu konuda seçim özgürlüğü yoktu. Seçim özgürlüğüne sahip olmaması sebebiyle de aslında maddiyatın o kadar da önemli olmadığına, hayatta en önemli şeyin sevgi olduğuna kendini inandırmış olabilir. İki seçenek arasında kendi özgür iradesiyle hareket edebileceği tek seçenek Christian’dır.
Tumblr media
Bir kişi iki çekici alternatif arasında seçim yaptığında, daha çekici olanı seçmeyi düşündüğü için tepkisellik yaşayacak ve sonuç olarak diğer alternatifi daha çekici bulmaya başlayacaktır (Miron & Brehm, 2006).
Christian ve Satin’in fil odasında karşılaştıkları sahnede Satin, etkilendiği bu adamın Dük olmadığını öğrendiğinde hayal kırıklığı yaşar çünkü Dük parası ve unvanıyla ona o güne kadar hayal ettiği yaşamı verecek kişidir ve böylece daha çekici gelen alternatiftir. Satin maddeye önem veren bir kadın olmasına rağmen ona bunları sunmayan Christian’ı seçmeye bu şekilde karar verir.
Birey özgür seçim yapamazsa hayal kırıklığı doğar, bu da saldırganlığa yol açar, saldırganlığın en önemli sebeplerinden birinin ise engellenme olduğunu biliyoruz.
Tumblr media
Satin ve Christian’ın özgür tercihleri Montmartre’den kaçıp gitmek olsa da Satin verem olduğunu öğrenir ve ölüm özgürce bir seçim yapabileceği bir konu değildir fakat Christian’ı ölümden kurtarmak Satin’in özgürce seçebileceği bir seçenektir. Bu yüzden Christian’dan ayrılır. Christian’ın beraber olmak için planlar yaptığı kadının Dük’ü seçmesiyle engellenme yaşaması buna bağlı olarak hayal kırıklığı ve saldırganlık tepkisi göstermesi; Dük’ün de aynı şekilde kandırıldığını ve planlarının engellendiğini fark etmesiyle karşı saftakileri öldürmeye varan planlar yapmaya başlaması seçim özgürlükleri elinden alınan iki adamın tepkiselliğini gösterir bizlere.
Tumblr media
Hayatı boyunca birileri tarafından seçimleri konusunda yönlendirilmiş bir kadın özgür bireysel seçimini yapabilmişken ve sonunda sevgilisine kavuşmuşken seçme özgürlüğü olmayan bir hastalığın elinde ölüp gider.
Yazardan ufak bir not: Kadınlık özellikle o dönemin ataerkilliğinde bir eğlence ve sömürü nesnesiyken Cristian’ın Satin’e olan sonsuz aşkı ve Satin’in aldığı kararlar kadının özgürleşmesinin sembolleri gibiydi.
Bu yazı Hacettepe Üniversitesi Sosyal Psikoloji ve Sinema dersinde hazırladığım bir analizden uyarlanmıştır.
Kaynak: Miron, A. M., & Brehm, J. W. (2006). Reactance Theory – 40 Years Later. Zeitschrift für Sozialpsychologie, 37(1), 9-18
4 notes · View notes
birazyazi · 2 months
Text
KİTAP İNCELEMESİ
FARKINDALIK
İnsanlar ailelerini, dinini, dilini, ırkını birçok şeyini seçerek doğmaz. Bunu herkes bilir. Fakat yine herkes bu farkındalığını yaşam içinde eritir gider. Bu yanıbaşımızdaki kişilerin, sahip olduğumuz değerlerin, şansların farkında olmadan yaşamamız gibi bir şeydir. Onları da yaşarken unutur ve sürekli bir şeylerden yakınırız. İnsanoğlu yaşama kapıldığından gözü hiçbir şeyi görmez halde. Halbuki etrafındaki güzelliklerin, farklılıkların yarattığı cümbüşün, bilmenin, öğrenmenin, keşfedebilmenin, sevmek ve sevilmenin tadını başka hiçbir canlı bizim gibi alamaz. Artık sevgiler basitleşti, dost sayıları gittikçe azalıyor, bilgiye ulaşmak tek parmağın ucuna bakıyor, insanlar birbirlerinin acılarını film izler gibi izlemekle yetiniyor.  Kısacası bence hayatı kaçırarak yaşıyoruz. Peki hayatın anlamı ne? Yunus Emreler, Mevlanalar, Hz. Muhammed bu dünya da yaşamadı mı yoksa? Bu koşturmacalar, çabalar ne için, nereye yetişmek için? Bu soruları bir süredir kendime soruyordum. Bu yüzden kitapta özellikle "hayatın anlamı, hayat" bölümleri dikkatimi çekti. Yine de düşüncelerim sadece bu iki bölümden ibaret değildir, diğer bölümlerin bir kısmını da karşılamaktadır.
"hiç şiir okumamış gibi kötüsünüz,
bir köpeğin başını hiç okşamamış,
hiç bayram şekeri dağıtmamış,
çocukla çocuk olmamış gibi kötüsünüz!
sevinince kötüsünüz,
korkunca kötüsünüz,
korkunçca ve korkakça kötüsünüz!
bu topraklardan hiç turgut uyar geçmemiş gibi kötüsünüz."
Bu dizelerin sahibi Cem Uslu diye birisiymiş, tanımıyoruz. Fakat bildiğim bir şey var, böyle güzel anlatılamazdık! Kötüyüz. Bize verilen güzelliklerin değerini anlayamayacak kadar da körüz. Kendimizden başka kimse için yaşamıyor gibiyiz. Benciliz hepimiz bir yerde. Etraftaki yoksulluğun, savaşların, ölen çocukların, gencecik fidanların hepsinin suçlusu biziz. Hayatı adaletsiz yapanlar yine biz ve bizim büyüttüklerimiz değil mi? Eğitimde öğretilenler kalıplaşmış düşünceler... Bizi din, dil, ırk olarak ayıran gördüğümüz eğitim değil mi yine? Neye göre, kime göre yaşıyoruz? Durup düşünmüyoruz. Çünkü fırsatımız olmuyor. Çünkü yaşamımızı bir televizyon karesi gibi hızlı geçirmemiz isteniyor. Doğduğumuzdan beri hep bir koşturmaca içinde sürüklenip gidiyoruz. En iyi şeylere sahip olmaya çalışıyoruz. Bu en iyiler uğruna kendimize ve çevremizdekilere zarar veriyoruz. Fakat yine kime göre neye göre hareket ediyoruz, sorgulamıyoruz. Eflatun insanoğlu için "Yarından endişe ederken bu günü unuturlar. Dolayısıyla ne bu günü ne de yarını yaşarlar. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler. " demiş, ne güzel demiş. Sürekli dünü, yarını düşünürken bugünün kıymetini bilemiyoruz. Oysa dünyadaki hiçbir şey bize kalmayacak ki...
Modern yaşamda giderek duygusuzlaşırken, bir yanda diğer insanları duygusuzlaştırıyoruz. Onları farklı sebeplerden eziyoruz, hor görüyoruz, kendi isteklerimiz için evinden barkından ailesinden ediyoruz. Bunları hep birlikte yapıyoruz. Çünkü hepimiz birbirimizden şekilleniyoruz. Gördüğümüz çoğu insan da aslında gerçek değil, tepkileri, mimikleri konuşmaları bir rol aslında. Sen bile gerçek değilsin, ben bile. Sosyal medyadaki kaçı göründüğü kadar mutlu ki? Büyük bir kandırmaca içindeyiz. Kendi kendimize zarar veriyoruz. Yetmezmiş gibi kendi isteklerimiz doğrultusunda, rahatımız için, doğaya zarar verip diğer canlılara da dünyayı dar ediyoruz. Gerçektenden canlıların en kötüsü biz insanlarız!  
Albert Camus'un Veba eserini merak ettiğimden o bölümü de okuduğumda, onun da hayatla alakalı, hayatın içinden yazarın deyimiyle 'yaşamın saçmalığı ve belirsizliğine karşı insandaki onurlu direniş duygusunu anlatan bir kitap' olduğunu öğrenmiş oldum. Bu eserde hastalığın halka, hükümete, kurumlara etkileri anlatılmaktaymış. Aklıma henüz bitiremediğim "Ölüm bir varmış bir yokmuş" adındaki Jose Saramago romanı geldi. Bu romanda da ölüm bir anda ortadan kalkmaktadır. Artık insanlar ölmemektedir. Bu durum Veba'da olduğu gibi hükümet, halk ve kurumlarda değişikliklere neden olmaktadır. İnsanların durumu vebadaki gibi fırsata çevirmeye çalıştığı göze çarpmaktadır. Hayatımızda aslında Veba'daki gibi belirgin bir hastalık olmasa da biz de yalnızlık, çaresizlik, sevgisizlik, duyarsızlık hastalıklarına yavaş yavaş kapılıyoruz. Oysa sonumuz belli, -yazması kolay, düşünmesi zor bir kelime- "ölüm".Ölüm bir varmış bir yokmuş romanındaki gibi bizi terk etmedi de. Her anı son günümüzmüş gibi sadece kendimiz için de değil başkaları için, başkalarını mutlu ederek yaşamalı.
Hayatta kimi için para, kimi için aile kimi için çocukları kimi için arabası en önemlidir. Ama dikkatli bakınca hepsinde sevginin varlığını görebiliriz. Yani aslında sevgidir bizi ayakta tutan, yaşama bağlayan, odur. Ama önemli olan bir şeye, bir kimseye sevgi duymak değil, herkese her şeye sevgi duyabilmek. Ancak o zaman yaşam güzelleşecek ve anlamlı hale gelecektir."Bir gün veba çekip gider, geride iyilik ve sevgi kalır..." der yazar Veba romanını anlatmayı bitirirken. Thomas Mann Büyülü Dağ kitabında da insanlığın kurtuluşununun sevgide olduğunu söyler. Genç Weither'ın acısı ve intiharının sebebi bir kadına duyduğu sevgidir yine. Kafka modern yaşamdaki sevgisizlikten, samimiyetsizlikten yakınır, çözümü yabancılaşmada bulur.
İşte böyle bir dünyada yaşadık yaşıyoruz. Söylediğim gibi her şeyin sorumlusu biz ve körelen kalbimiz. Oysa herkes sevgiyle yaşasa şu dünyada! Ölümün varlığını unutmasa! Ölüm varmış, yine varmış, hep varmış. Bu yüzden her günü son günüymüşcesine yaşamalı insan. Sevgisini belli etmekten çekinmemeli, yapılacak iyi işleri erteleyip durmamalı, o çok sevdiğinden giyemediği kırmızı kazağını dolabının kuytusundan çıkarmalı, kalp kırmamaya uğraşmalı, kırılmışsa gönül almalı.... Çünkü ölüm her anımızda, her an yanımızda.
0 notes
kuturkoglu · 3 months
Text
Matrix | Sinemanın Sınırlarını Zorlayan Bir Efsanenin İncelemesi
“Matrix”, bilim kurgu dünyasında bir dönüm noktası olarak kabul edilen, 1999 yılında vizyona giren bir filmdir. Wachowski kardeşlerin yönetmenliğini üstlendiği bu film, sıradan bir bilim kurgu filminden çok daha fazlasını sunarak, izleyicilerin gerçeklik algısını derinden sarsmıştır. Konusu ve Temalar Film, Neo (Keanu Reeves) adında bir bilgisayar programcısının, gerçek dünyanın aslında…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
lcnpo · 10 months
Text
Zamanda Tutsak Filmi | Konusu | Oyuncuları | Netflix
Denize giren yaşlanıyor filmi Netflix, Zamanda Tutsak 2 olacak mı, Zamanda Tutsak cast, Zamanda Tutsak ekşi, Zamanda Tutsak ekşi sözlük, Zamanda Tutsak filmi Full HD izle, Zamanda Tutsak imdb puanı, Zamanda Tutsak incelemesi, Zamanda Tutsak izle, Zamanda Tutsak izle Beyazperde, Zamanda Tutsak izle YouTube, Zamanda Tutsak izleyenler, Zamanda Tutsak kaç yaş üstü, Zamanda Tutsak karakterleri, Zamanda Tutsak konusu, Zamanda Tutsak Netflix, Zamanda Tutsak oyuncuları, Zamanda Tutsak Türkçe Dublaj izle, Zamanda Tutsak Türkçe Dublaj izle Jet film, Zamanda Tutsak var mı, Zamanda Tutsak yorum, Zamanda Tutsak yorumları
0 notes
remainingkenobi · 4 months
Text
"Meet the Robinsons" İncelemesi: "Meet the Robinsons" eğlenceli atmosferi ve çarpıcı hikayesiyle dikkat çeken bir animasyon filmi. Gelecekte geçen macera dolu zaman yolculuğu, baş karakter Lewis'in serüveniyle izleyiciyi etkileyici bir şekilde ekran başına çekiyor. Film, mizahi unsurlar ve duygusal derinlikle sadece çocukları değil, aynı zamanda her yaştan izleyiciyi cezbetmeyi başarıyor.
Karakter tasarımları ve animasyon kalitesi, "Meet the Robinsons"u görsel açıdan çekici kılıyor. Renk paleti ve detaylar,hikayede yer alan beklenmedik gelişmeler, filmi daha da ilgi çekici hale getiriyor.
Film, evrensel temalar etrafında dönerek aile değerleri, kabul ve başarıya giden yoldaki zorluklar gibi konulara odaklanıyor. "Meet the Robinsons," eğlenceli bir animasyonun ötesine geçerek izleyicide yaşamla ilgili önemli mesajlar bırakıyor. Bu nedenle, çocuklar ve yetişkinler için izlenmeye değer bir yapım olarak öne çıkıyor. #MeetTheRobinsons #FilmEleştirisi 🎬🚀
11 notes · View notes
bironerinet · 4 months
Link
Oppenheimer ve Oppenheimer Film İncelemesi. Tüm zamanların en etkili fizikçilerinden biri olan Robert'ın hayatını ve unutulmaz filmindeki detayları keşfedin.
0 notes