Yemin ederim sen bana her şeyi yapabilirsin, her şeyi. Aklına gelip gelmeyen, ne varsa, her şey. İster beni öldür, ister yaşat. İster it, ister kendine çek, ister sev, ister sevme, istersen beni mahvet. Senin yapacağın her şeye razıyım, senin yapacağın her şeye biterim ben küçüğüm.
Ben mükemmel değilim. Benim de hüzünlerim, herkesten sakladığım veya saklamadığım acılarım var. Bir şey başardıktan sonra değer vermeye başlayıp süs oyuncak gibi yanınızda dolaştırıp övüneceğiniz bir şey de değilim. "O zaten uslu, kendini idare ediyor, bırakın kendi halinde oynasın, kendi kendine büyüsün" denilecek bir 'çocuk' hiç değilim. Benimle de ilgilenin, yeri geldiğinde bana da kızın, bana ders verici öğütler verin, uymam gereken kuralları, yerine getirmem gereken sorumlulukları anlatın. Benim de saçımı okşayın, gece üstümü örtün, benim için de endişelenin, madem seviyorsunuz sevginizi bana da hissettirin. Gözümün sulandığını fark edin, kabustan uyandığımı veya uyanamadığımı görün, kederlendiğimde anlayın, geçmeyecek bile olsa geçecek deyin.
Benim istemediğim kadar arkadaşım var zaten. Bana arkadaş değil, aile olun. Beni kalabalıklar içinde yalnız hissettirmeyin, eve döndüğüme pişman etmeyin. Çünkü benim bundan başka evim diyebileceğim bir yerim yok. Zaten içime işlemiş olan bu yalnızlıktan bıktım usandım. Ben sizin arkadaşınız değilim, kızınızım. Ne kadar büyümüş gibi gözüksem de, çocukken olduğu gibi hâlâ yatağıma kapanıp uyumuş gibi yapıp ağlıyorum sürekli. Ve bu gözyaşlarımı hâlâ kimsenin fark etmemesi o kadar canımı yakıyor ki. Siz yanımdaymış gibi gözükürken yanımda sizi hissedememenin acısı çok büyük, hele ki sizin iyi niyetle bir şeyleri doğru yaptığınızı düşündüğünüzü görmek, kendime kızgınlığımla karışarak daha da büyütüyor bu acıyı.
Beni, 'sen oldun' deyip dışlamayın. Benim de elimden tutun, beni orda öylece acılarımla bırakıp sonra da unutmayın. Çünkü bunu fark ettiğim her seferinde içimden çok büyük bir parça kopuyor.
Bir kere de benim için ağlayın, çünkü ben hep birileri için ağladığım halde hiç ağlamayan kişi sanılmaktan yoruldum. Yaşamaktan çok; herkesin gözünde cesur, güçlü, hayata hazır gözükmek yakıyor canımı. Çünkü kendimi bildim bileli hayata karşı cesur olmak, ta çocukken kendini avutmayı öğrenmek zorunda kalmak, her zaman kendi sesini dinlemek, hep yetişkin gibi davranmak kuytu köşede saklanan içimdeki kırgın çocuğun büyümesini engelledi, o hâlâ çocuk.
Çocukken cesur davrandığım her anda aslında ne kadar korktuğumu asla bilemediniz. Aynı yaştaki kuzenlerimin arabada uyuya kalınca kucakta taşınıp yataklarına yatırıldıklarını gördükten sonra benim uyandırılıp yatağıma kendi kendime yürümek zorunda kalmamın acısının yerini hiçbir zaman hiçbir oyuncak doldurmadı, bu satırları yazarken bile ağlatıyor.
Babamın başkalarının çocuklarıyla benle oynadığından çok oynaması, daha çok ilgilenmesi; annemin çoğu zaman kendi problemleriyle ilgilenip bana yansıtması; şimdi hatırlamıyorumdur tutunacak güzel bir anım olsun diye düşünerek anne ve babama kendi çocukluğumla ilgili anı sorduğumda ikisinin de benim hatırladıklarımdan başka bir şey hatırlamaması...
Çok hasta olmadım diye mi çok ilgilenmediniz benle? Ya da kaybolup bi kaza geçirmedim diye mi endişelenmediniz? Neden bu kadar iyi bi çocuk oldum ki... keşke yaramaz ve şımarık olsaydım. Derslerim iyi diye mi ödevlerime yardım etmediniz?
Geçmiyor kırgınlıklarım, geçmiyor. Bunun şifası aşk mı olur? Gerçi şimdiye kadar bana doğru düzgün aşık olup peşimde koşan da olmadı. Ne yapayım? Kariyer yapıyorum, ne işim var benim kocayla çocukla mı diyeyim? Benim de başımı yaslayacak bir omza ihtiyacım var ya.
Neyse, bunu günlüğüme değil de buraya yazmamın sebebi birilerinin okuyup yazımda kendini bulup yalnız olmadığını anlamasını sağlayabilmekti, onları görünce ben de rahatlarım belki bi nebze.
Çocukluk yaraları iyileşmiyor. Keşke bir zaman makinesi olsa ve çocukluğumun yanına gidip ona sımsıkı sarılsam. Çünkü sarılmaya çok ihtiyacı var, tıpkı benim gibi.
" Bu garip bir hikaye , Kimse fazla bilmez, Bilenler anlarlar zaten ne demek olduğunu."
"Aşkın öyle kolay ulaşılamayacağını ve kıymet bilmek gerektiğini. Ve uğruna attığı cesaret adımlarının ne kadar değerli olduğunu , Aslında hep özenmişimdir kelebeklere ,Daha küçük bir tırtılken sürünmeye başlamışlardır, Ve daha ilk anda 1-0 başlamışlardır hayatın zorluklarına, Ama pes etmeden uçacakları zamanın hayalini kurmuşlardır , Ve zamanı geldiğinde kendilerini kozaya kapatıp karanlığın en zifirisinden, kanatlarını cennettin ve yeryüzünün en güzel renklerine bulamışlardır , Ve işte bekledikleri an; İnsanların kıymet bilmediği, birbirlerini kandırdıkları dünyaya ilk adım. 4 kelebek hikayesi ise , Ateşe merak duyan 4 kelebekle başlamıştır."
" 4 arkadaş, çıktıkları karalığın daha koyusunun içinde bir parıltı görmüşlerdir , Ve merak edip oraya doğru kanat çırpmışlardır yavaşça. Yaklaştıkça göz alıcı hale gelen kızılımsı ışık kelebeklerin olan merakının üzerine merak eklemiştir. Bir dala konup ateşin hayranlık bırakıcı heybetini ve renklerini izlemeye koyulmuşlardır. Baktıkça bakmışlar ve baktıkça içlerinde ki merak yanan alev gibi içlerinde büyümüştür. Kelebekler daha fazla dayanamamış ve bu güzellikle parlayan şeyin ne olduğunu anlamaya karar vermişlerdir."
"Ve aralarından bir kelebek kanatlarını çırpıp ateşin uzağından şöyle bir geçip gelmiş. Diğerlerine dönüp şöyle demiş; Ateş aydınlatan bir şeydir."
"Ateşin gerçekliği ve sırrı bu değildi. O yüzden ikinci kelebek ateşe biraz daha yaklaşıp gelir ,Ve şöyle der; " Ateş ısı veren bir şeydir."
Eksikti. Sır, bu değildi....
"Üçüncü kelebek diğer ikisinden de daha fazla yaklaşır. O kadar yaklaşır ki hayranlık duyduğu alevler kanatlarını yalayıp geçer. Ve döndüğünde hemen konuşur; " İşte buldum! Ateşin gerçek sırrı yakıcı olmasıdır. "
"Dördüncü kelebek diğerlerinde de olduğu gibi buna da inanmamıştır. Ateş o kadar güzeldi ki sırrının ve gerçekliğinin bu olduğuna inanamıyordu bir türlü. Bu yüzden yavaşça kanatlarını hareket ettirip konduğu daldan havalanmıştır. Diğer kelebekler ne olduğunu anlayamamışlar bile. Sadece izlemeye başlamışlar. 4. kelebeğin ise gözleri ateşten başka bir şey göremiyordu. Kanatlarını heyecanla çırpıp kızılın en koyu tonlarında ki ateşe doğru uçtu. 4. kelebek önce ateşin etrafında bir tur atmış. Sonra bir tur daha ve bir tur daha.... Her seferinde ateşe daha çok yaklaşıyormuş. Artık o kadar çok yaklaşmış ki alevler kanatlarını kavurmaya başlamış. Ateşin etrafında son bir kez daha dönmüş ve sonra.. ateşin içine kendisini bırakmış. Küçük bir parıltı yanıp sönmüş ateşin içinde......"
"O hayranlık duydukları ateşin gerçek sırrının ne olduğunu sadece bu kelebek anlıyor tabi ki. Geri gelip arkadaşlarına ateşin ne olduğunu anlatamıyor, zaten anlatması da gerekmiyor..."
~ "Çünkü; Ateş aşktır ve anlatılmaz, sadece yaşanır....."
"Bizler de hayatımız boyunca bir şeyleri anlamaya çalışırız ve bunu da 3 kelebek gibi yapmaya çalışırız. Yani hepimiz 4.kelebeğin yaşantısını isteriz ama 3 kelebeğin hayatını yaşayıp dururuz....."
"Sadece birkaç gün yaşadı kelebekler ,Ömrünce gerçek aşkı bulunamayan insana inat; Ateşin aşk olduğunu bilerek ve aşk için yanmayı bilerek..."
küçüğüm inişler çıkışlar olucak evet çok yorulacaksın soluklanmak isteyeceksin bir merdiven başında yığılıp kalacaksın emekleye emekleye merdivenin ucuna ulaşacaksın ayakların kayacak en başa dönüceksin biliyorum zor... göz yaşların zemini ıslatacak yine kayacaksın ve bir gün güneş pencereden merdiveni ısıtıcak önce kalbin yumuşayacak sonra dizlerin koşacaksın güneşin izinden bulutların peşine takılacaksın ayna olucak merdivenler yansıyacak gülüşün kaderine...