Tumgik
#gençlik düşü
siir-defterim · 6 months
Text
Tumblr media
SEN DE UYUSAN / SÜREYYA BERFE
Gölgeni seviyorum, boynunu büküşünü, serinini.
Ben senin çiçeklerini seviyorum. Köklerini de…
Dağlardaki geçitlerin oralardan
hava kararınca bakan çiğdem!
Uyudum seni. Akşam uyudu. “Sen de uyusan…”
Sana gelen sonbahar
tabiattaki ilkbahardır bana.
iğdeler yerlerde biz görmeden, ne zaman?
Ben hâlâ ahlat, hâlâ buruk…
Mevsimler uyudu. “Sen de uyusan…”
“Senin kadar hızlı değişemiyorum
insanı derdine yandırmıyorsun.
Derin küstüm, zaman bilir.
Uykum geliyor gibi.”
içim uyudu. “Sen de uyusan…”
“Muharrem Ertaş’ı dinliyorum.
Sadece bunu istiyorum ölünceye kadar.”
Gözlerimle tadarım, dinleyişini dinler
seninle, içindekilerle, söylediklerinle uyurum.
Sen de uyursan.
Doğrudürüst yürürken çarpıştık.
Düştü elindeki deniz salyangozu. Kırılmadı ama.
Denizleri uğuldadı durdu.
Bir geri gitti ki zaman, uyurum belki
Sen de uyursan.
Bir Yeniay daha doğursak
doğduğuyla kalmayan.
“İşte, öyle” desek.
Geri çekilip seyretsek hiç kımıldamadan.
Uykusuz kalma. Uyurum o zaman.
Azalt zamanımı, ömrümü
beklet, yetişeme.
Fıstık ağacın
iste, baykuşun olurum.
Uyursan, uyurum.
Boş bir sayfa daha. Bana bakıyor.
Dokunsam uyur mu senin gibi?
Baksam belli olur mu sevdiğim?
Senin içindi yıkan hayatına doğru
Uyurum. Uyandırırsan, sen de uyursan.
Kalbinin içini, akarsuyunu düşünür
gözünün gördüğü olurum.
Gecelerimi, dağlarımı ışıtanım
senden yuvarlanıp sende kaybolurum
Sen de uyursan, uyurum.
Seni nerede, nasıl görmek isterim
ey deniz kıyısı hasreti
ey nefes almam, dürüstlüğüm?
Görünür geçer sanmalar, yanılmalar.
İyiyim. Sen de uyursan.
“Yarın da geçmezse, gelemezsem, yetişemezsem…”
Kaygılarını, cesaretini hep yanında taşırsın.
Onların huyunu, suyunu da.
Kimseye, bana bile yakınmadan atlattın.
Uyurum, uyursan.
“Yalnızım, çay yaptım. Çocukluk düşü gerçek.
Gençlik düşü? Eh. Şimdi? Varsa bile yok.”
Düşleri düşünebilsem, unuttuklarımı görsem.
Gerçek mi? Kimmiş ? Nereliymiş?
Uyuyalım. Düşler de…
“Kalbim çırpınıyor.” Çarpıyor yerine.
Kulağımın uğultusu geçti yerine
“Kulak sustu.” İyisin. Kalp söyledi.
Kanın ellerim gibi dolaşıyor gövdende.
Duyduğum uyudu. “Sen de uyusan…”
Rüzgârçiçeği diye bir çiçek varmış
sarı – yeşil açarmış o zamanlardaki Kore’de.
Bıraksam kara elmas gibi açarım seni.
Parlayanlar, sönenler…
Uzun sürer hatırlamak.
Uyurum, uyursan…
Aldırış etme. Kelimeler çoraklaşıyor bazen.
Çekilsin karşımdan şu zavallı zihin.
Önünden geçerim evinin, mektup yazarım.
Saat kaç, ne zaman, gidelim mi? Falan.
Uyurum. Sen de uyursan.
Gök gebe, bulutlar gebe, güz gebe.
Kokun, bakışların çoktan gebe.
Sevişmeler, rüzgârlar başladı. Saçların?
Düzelt çıkmadan. Havalandı sevgilim.
Uyumam, sen uyumadan.
Yatmak ne demek, uyumak ne?
Kim kiminle uyudu uykuyu?
Şafağım, ışığım üveyiğim.
Uyurum.
Sevdiğim için
sadece bunun için
Özlemem uyudu.
“Sen de uyusan…”
-çıkrık, 2008-
14 notes · View notes
gundemarsivi · 16 days
Text
Tumblr media
Onlar İçin
✍🏻 Hayrettin Geçkin
https://www.gundemarsivi.com/onlar-icin/
Daha büyük bir güç elde etme peşindeydi Che
Don Kişot’la buluşabilse
Yoksa kim tutabilirdi onu, kim
Koşarken imkansıza
Her biri Che idi onların, onların her biri birer Don Kişot! Mümkün hayatlara inandılar, mümkün insan ilişkilerine… Güneşe, yağmura, insana, devrime…
Aslolan dünyayı yorumlamak değildi onlar için. Aslolan dünyayı değiştirmekti. Bu yüzden Deniz oldular.
Her yerdendi onlar, her dilden, her kültürden, her yaştan… “Yaşanası bir dünya” dediler hep bir ağızdan. Bir ağız oldular imkansızı denemek için. Yürüdüler, yürüdüler… Bir devrim kadar kalmıştı sonsuzla aralarındaki mesafe.
Onlar için gençlik dağlara karşı sevişmekti..
Kimi hayatta onların, kimi yaralı hâlâ… Kederli birer şarkı gibi yaşlanıyorlar, kederli birer şiir gibi…
Ölenlerse güneşe gömülenler…
Doğa kıyımları yaşanmayacaktı onların istediği olsaydı. İnsan kırımları olmayacaktı… Savaş suç sayılacaktı örneğin. Silahlar dünyanın dışında bir yere gömülecekti eğer onlar başarabilseydi. Kısa çöp uzun çöpten hakkını alacaktı. Bunun içindi verdikleri savaş.
Ulaştılar, Mahirdiler…
İnsan insanın kurdu değil yurdu olacaktı onlar istediği düzeni kurabilselerdi. Herkes kendisini gerçekleştirecekti. Yalnız kalmayacaktı tek bir zeytin dalı bile… Açta açıkta kimse kalmayacaktı. Hiç kimse…
Kafa sayısı kadar düşünce, yürek sayısı kadar sevgiyle karanlığın üzerine bu yüzden yürüdüler.
İnsanın kendisine, insanın başkalarına ve insanın doğaya karşı yabancılaşmasını kırmak içindi seferleri…
Düş düşe, baş başa vermişlerdi bunun için.
Onlardan birkaçı Çanakkale’den geçti bugün… Ali Akgün, Mahmut Memduh Uyan ve arkadaşları… “Gelibolu’da yatan yoldaşımız Soner İlhan’ın mezarını ziyaret ettik, sana da uğrayıp bir soluk geçmiş olsun diyelim” dediler.
Göğü kucaklayıp getirmişlerdi bana sağ olsunlar. Bir sürü devrim düşü bıraktılar avuçlarıma. Sol yanımın iyileşmesini dilediler.
Yaşanmamış aşklara, kurulmamış dünyalara doğru yürür gibi geçip gittiler yanımdan sonra da. “Bitmedi daha sürüyor o kavga /ve sürecek / yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek” der gibi bakıştıktan sonra birbirimize. Göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir zamanda oldu her şey.
İçimde bir rüzgârın havalanmasına yol açtılar. Bir deli rüzgârın…
Sonra da gittiler… Gittiler dünyaya doğru…
Yazımın girişindeki şiiri onlar için yazmıştım yıllar önce …Onların her biri için…Ölen ve yaşayan.
O şiiri okudum arkalarından.
O şiiri dua niyetine…
Hayrettin Geçkin
#68kuşağı #devrim #BağımsızTürkiyeYürüyüşü #umut #sevgi #MahirÇayan #Üçfidan #UlaşBardakçı #DahaGüzelBirDünyaUmudu #şiir #düşkurmak #deneme
0 notes
dagcicegi · 8 months
Text
youtube
“Bu yaşa erdirdin beni, gençtim almadın canımı ölmedim genç olarak, ölmedim beni leylak büklümlerinin içten ve dışardan sarmaladığı günlerde bir zamandı heves ettim gölgemi enginde yatan o berrak sayfada gezindirsem diye ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende. Vakti vardıysa aşkın, onu beklemeliydi genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için halbuki aşk, başka ne olsundu hayatın mazereti demedim dilimin ucuna gelen her ne ise vay ki gençtim ölümle paslanmış buldum sesimi.Hata yapmak fırsatını Adem’e veren sendin bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana gençtim ben ve neden hata payı yok diyordum hayatımda gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini tanıdım Ademoğlu kimin nesiymiş ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi.Çeşme var, kurnası murdar yazgım kendi avcumda seyretmek kırgın aksimi.Gençtim ya, ne farkeder deyip geçerdim nehrin uğultusu da olur, dalların hışırtısı da gözyaşı, çiğ tanesi, gizli dert veya verem ne fark eder demişim bilmeden farkı istemişim. Vay beni leylak kokusundan çoban çevgenine arastadan ırmaklara çarkettiren dargınlık! Yola madem çöllerdeki satrabı yalvartmak için çıkmıştım hava bozar, yüzüm eğik giderdim yine yaza doğru en kuduzuyla sürüngenlerin sabahlar yola devam ederdim.Gençtim işte şehrin o yatık raksından incinen yine bendim gelip bana çatardı o ruh tutuşturucu yalgın onunla ben hep sevişecek gibi baktık birbirimize. bir kez öpüşebilseydik dünyayı solduracaktık.Oysa bu sürgün yeri,bu pıtraklı diyar ne kadar korkulu yankı bulagelmiş gizlerimizde hani yok burda yanlışı yoklayacak hiç aralık bütün vadilere indik bir kez öpüşmek için kalmadı hiç bir tepe çıkılmadık eriyeydik nesteren köklerine sindiğimizce alıcı kuş pençesiyle uçarak arınaydık ah, bir olaydı diyorduk vakar da yoksanaydı doğruydu böyle kan telef olmasın diye çabalamamız ama kendi çeperlerimizi böyle kana buladık gönendi dünya bundan istifade dünya bayındırladı: Bir yakış, bir yanış tasarımı beride öte yakada bir benî adem her gün küsülü kaldık.Bunca yıl bu gücenik macera beni tutuklu kılan artık bu yaşa erdirdin beni,anladım gençken almadın canımı, bilmedim demek gökten ağsa bile tohum yürekten düşecekmiş çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret yer çiğ tanesi sanmak ne cüret, gözyaşıymış insanın insana raptolduğu cevher.Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi taşınacak suyu göster, kırılacak odunu kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin tütmesi gereken ocak nerde?
0 notes
yorgunherakles · 2 years
Quote
sadece sen yolunu kaybetmiş değilsin, yolun kendisi de kaybolmuş.
ayhan geçgin - son adım
52 notes · View notes
dramatik-buluntular · 3 years
Text
Adına Kurban Bayramı dedikleri, bana göre insan denen vahşinin inancı uğruna hayvanları boğazladığı dini bayramda, yapacak başka bir şeyim olmadığı için, iki romanıma ev sahipliği yapan Göçmen Kuşlar Kasabası’ndaydım, 20 Temmuz 2021′de. Çocukluğumun ve ilk gençlik yıllarımın geçtiği bu kasaba bana sadece romanlar değil şiirler de yazdırıyor. Geçen yıl babamların evinin bahçesine gömdüğüm şiiri deşip yeniden çıkardım ortaya. Bahçe ışıldadı, yalnızlık bayram etti. Sonra bir baktım Zeyno bahçe kapısından içeri giriyor. Hoş geldin Zeyno, hoş geldin çaresizliğim benim!
***
herkes nereye gidiyor böyle düşüncelerini o çok çocuklu bahçelerde bırakıp kederlerini yıpranmış valizlere yükleyip herkes böyle hiçbir yere doğru, hızlıca ve telaşla kendini yanına almadan kelimelerin taştan olduğu yere doğru
“iyileşmek istiyorsan hayal kurmayı öğrenmelisin” diye yazıyordu bir kitapta
ben de öyle yaptım, az kalsın iyileşiyordum en çok seni hayal ettim daha çok iyileşmek için insanın gözü doymuyor iyileştikçe hep daha çok iyileşmek istiyor bir gün sıkılıp çıktın bu konforlu hayalden yıllar önce kapanmış eski bir fabrikanın çatısına kondun
kasabayı görebiliyordun oradan bakınca Göçmen Kuşlar Kasabası (Dramatik Buluntular adlı romanda adı sıkça geçiyordu) tam ortasındaki tenha tren istasyonuna takıldı gözlerin öylece donup kaldın, anlattıklarımdan biliyordun orayı orada anlam sonsuz sayıdadır çocuklar da öyle zihnin çırpındı, sustun, üşüdün, titredin sonra parmakların yandı heyecandan hani avucunun içi gibi biliyordun sen bu yalnızlığı! fotoğraf makineni düşürdün elinden ışık değiştiren ağaçlar son anda tutup getirdiler sana
çiçek yüklü trenler geçerdi bu istasyondan trene koşardı hüzünlü bahçelerin çocukları her yer koku düşü olurdu fazla yer kaplamazdı gerçeklik üstelik gerçekliğin daha yaşı kaçtı ki solmuş çiçekler atarlardı tren camlarından düşen her çiçek o çocukların yüzlerinde ölmüş sözcüklere dönüşürdü
bazen de asker yüklü olurdu o detone trenler onlar da eğlence olsun diye sigara paketleri atarlardı trenle koşan çocuklara kimisi Bafra, kimisi Bitlis, kimisi de Birinci götürüp babama verirdim tutabildiklerimi “afffferin Mete” derdi babam “f” harfini uzatarak harçlığımın doğuş senfonisiydi bu
Bakkal İsmail vardı bir de mahallemizin burjuvası burjuvaziye eşdeğerdi dükkân sahibi olmak o günlerde sokağın en görkemli yerindeydi dükkânı ah nasıl da düşsel bir görüntüydü ahşap tezgâhta duran ve içinden artist resimlerinin çıktığı nohut tozu ve lokum Bakkal İsmail harçlıkların ölünce gittiği yerdi geçen yüzyıl
bin yıl geçti aradan, bin yıl ah zaman, seni gidi şanslı tanrı!
ah zaman, tinsel yolla bulaşan hastalık yatağa düşürdü belleğimi ben’liğimi eritip eritip tenime damlatıyorum iyileşir gibi oluyorum ama iyileşmiyorum kasten iyileşmiyorum, ironistim ben çıkamayacağım yolculukların resmini yapıyorum
ama herkes gitmeye devam ediyor hâlâ kendiyken “diğerleri” olmaya doğru anılarını o çok çocuklu bahçelerde bırakıp bedenlerini fermuarı bozuk valizlere yükleyip kelimelerin sesten ibaret olduğu yere doğru biz kalmaya karar veriyoruz burada; Zeyno ve ben ben biliyorum, Zeyno da biliyor: kim nereye giderse gitsin kim nereye kaçarsa kaçsın eninde sonunda kendine toslar insan
11 notes · View notes
simurguvercinka · 3 years
Text
Gölgeni seviyorum, boynunu büküşünü, serinini. Ben senin çiçeklerini seviyorum. Köklerini de… Dağlardaki geçitlerin oralardan hava kararınca bakan çiğdem! Uyudum seni. Akşam uyudu. “Sen de uyusan…”
Sana gelen sonbahar tabiattaki ilkbahardır bana. iğdeler yerlerde biz görmeden, ne zaman? Ben hâlâ ahlat, hâlâ buruk… Mevsimler uyudu. “Sen de uyusan…”
“Senin kadar hızlı değişemiyorum insanı derdine yandırmıyorsun. Derin küstüm, zaman bilir. Uykum geliyor gibi.” içim uyudu. “Sen de uyusan…”
“Muharrem Ertaş’ı dinliyorum. Sadece bunu istiyorum ölünceye kadar.” Gözlerimle tadarım, dinleyişini dinler seninle, içindekilerle, söylediklerinle uyurum. Sen de uyursan.
Doğrudürüst yürürken çarpıştık. Düştü elindeki deniz salyangozu. Kırılmadı ama. Denizleri uğuldadı durdu. Bir geri gitti ki zaman, uyurum belki Sen de uyursan.
Bir Yeniay daha doğursak doğduğuyla kalmayan. “İşte, öyle” desek. Geri çekilip seyretsek hiç kımıldamadan. Uykusuz kalma. Uyurum o zaman.
Azalt zamanımı, ömrümü beklet, yetişeme. Fıstık ağacın iste, baykuşn olurum. Uyursan, uyurum.
Boş bir sayfa daha. Bana bakıyor. Dokunsam uyur mu senin gibi? Baksam belli olur mu sevdiğim? Senin içindi yıkan hayatına doğru Uyurum. Uyandırısan, sen de uyursan.
Kalbinin içini, akarsuyunu düşünür gözünün gördüğü olurum. Gecelerimi, dağlarımı ışıtanım senden yuvarlanıp sende kaybolurum Sen de uyursan, uyurum.
Seni nerede, nasıl görmek isterim ey deniz kıyısı hasreti ey nefes almam, dürüstlüğüm? Görünür geçer sanmalar, yanılmalar. İyiyim. Sen de uyursan.
“Yarın da geçmezse, gelemezsem, yetişemezsem…” Kaygılarını, cesaretini hep yanında taşırsın. Onların huyunu, suyunu da. Kimseye, bana bile yakınmadan atlattın. Uyurum, uyursan.
“Yalnızım, çay yaptım. Çocukluk düşü gerçek. Gençlik düşü? Eh. Şimdi? Varsa bile yok.” Düşleri düşünebilsem, unuttuklarımı görsem. Gerçek mi? Kimmiş ? Nereliymiş? Uyuyalım. Düşler de…
“Kalbim çırpınıyor.” Çarpıyor yerine. Kulağımın uğultusu geçti yerine “Kulak sustu.” İyisin. Kalp söyledi. Kanın ellerim gibi dolaşıyor gövdende. Duyduğum uyudu. “Sen de uyusan…”
Rüzgârçiçeği diye bir çiçek varmış sarı – yeşil açarmış o zamanlardaki Kore’de. Bıraksam kara elmas gibi açarım seni. Parlayanlar, sönenler… Uzun sürer hatırlamak. Uyurum, uyursan…
Aldırış etme. Kelimeler çoraklaşıyor bazen. Çekilsin karşımdan şu zavallı zihin. Önünden geçerim evinin, mektup yazarım. Saat kaç, ne zaman, gidelim mi? Falan. Uyurum. Sen de uyursan.
Gök gebe, bulutlar gebe, güz gebe. Kokun, bakışların çoktan gebe. Sevişmeler, rüzgârlar başladı. Saçların? Düzelt çıkmadan. Havalandı sevgilim. Uyumam, sen uyumadan.
Yatmak ne demek, uyumak ne? Kim kiminle uyudu uykuyu? Şafağım, ışığım üveyiğim. Uyurum. Sevdiğim için sadece bunun için Özlemem uyudu. “Sen de uyusan…”
Süreyya Berfe
Tumblr media
3 notes · View notes
rezilgibi18 · 4 years
Text
İSMET ÖZEL
MÜNACAAT
Bu yaşa erdirdin beni, gençtim almadın canımı
ölmedim genç olarak, ölmedim beni leylak
büklümlerinin içten ve dışardan
sarmaladığı günlerde
bir zamandı
heves ettim gölgemi enginde yatan
o berrak sayfada gezindirsem diye
ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende.
Vakti vardıysa aşkın, onu beklemeliydi
genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için
halbuki aşk, başka ne olsundu hayatın mazereti
demedim dilimin ucuna gelen her ne ise
vay ki gençtim
ölümle paslanmış buldum sesimi.Hata yapmak
fırsatını Adem’e veren sendin
bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana
gençtim ben ve neden hata payı yok diyordum hayatımda
gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi
haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne
bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak
bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini
tanıdım Ademoğlu kimin nesiymiş
ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi.Çeşme var, kurnası murdar
yazgım
kendi avcumda seyretmek kırgın aksimi.Gençtim ya, ne farkeder deyip geçerdim
nehrin uğultusu da olur, dalların hışırtısı da
gözyaşı, çiğ tanesi, gizli dert veya verem
ne fark eder demişim
bilmeden farkı istemişim.
Vay beni leylak kokusundan çoban çevgenine
arastadan ırmaklara çarkettiren dargınlık!
Yola madem
çöllerdeki satrabı yalvartmak için çıkmıştım
hava bozar, yüzüm eğik giderdim yine
yaza doğru en kuduzuyla sürüngenlerin sabahlar
yola devam ederdim.Gençtim işte şehrin o yatık raksından incinen yine bendim
gelip bana çatardı o ruh tutuşturucu yalgın
onunla ben
hep sevişecek gibi baktık birbirimize.
bir kez öpüşebilseydik dünyayı solduracaktık.Oysa bu sürgün yeri,bu pıtraklı diyar
ne kadar korkulu yankı bulagelmiş gizlerimizde
hani yok burda yanlışı yoklayacak hiç aralık
bütün vadilere indik bir kez öpüşmek için
kalmadı hiç bir tepe çıkılmadık
eriyeydik nesteren köklerine sindiğimizce
alıcı kuş pençesiyle uçarak arınaydık
ah, bir olaydı diyorduk vakar da yoksanaydı
doğruydu böyle kan telef olmasın diye çabalamamız
ama kendi çeperlerimizi böyle kana buladık
gönendi dünya bundan istifade
dünya bayındırladı:
Bir yakış, bir yanış tasarımı beride
öte yakada bir benî adem
her gün küsülü kaldık.Bunca yıl bu gücenik macera beni tutuklu kılan
artık bu yaşa erdirdin beni,anladım
gençken almadın canımı, bilmedim
demek gökten ağsa bile tohum yürekten düşecekmiş
çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret yer
çiğ tanesi sanmak ne cüret, gözyaşıymış
insanın insana raptolduğu cevher.Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
taşınacak suyu göster, kırılacak odunu
kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin
tütmesi gereken ocak nerde?
5 notes · View notes
greyfurtt · 2 years
Text
Bu yaşa erdirdin beni, gençtim almadın canımı
ölmedim genç olarak, ölmedim beni leylak
büklümlerinin içten ve dışardan
sarmaladığı günlerde
bir zamandı
heves ettim gölgemi enginde yatan
o berrak sayfada gezindirsem diye
ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende.
Vakti vardıysa aşkın, onu beklemeliydi
genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için
halbuki aşk, başka ne olsundu hayatın mazereti
demedim dilimin ucuna gelen her ne ise
vay ki gençtim
ölümle paslanmış buldum sesimi.
Hata yapmak
fırsatını Adem’e veren sendin
bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana
gençtim ben ve neden hata payı yok diyordum hayatımda
gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi
haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne
bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak
bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini
tanıdım Ademoğlu kimin nesiymiş
ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi.
Çeşme var, kurnası murdar
yazgım
kendi avcumda seyretmek kırgın aksimi.
Gençtim ya, ne farkeder deyip geçerdim
nehrin uğultusu da olur, dalların hışırtısı da
gözyaşı, çiğ tanesi, gizli dert veya verem
ne fark eder demişim
bilmeden farkı istemişim.
Vay beni leylak kokusundan çoban çevgenine
arastadan ırmaklara çarkettiren dargınlık!
Yola madem
çöllerdeki satrabı yalvartmak için çıkmıştım
hava bozar, yüzüm eğik giderdim yine
yaza doğru en kuduzuyla sürüngenlerin sabahlar
yola devam ederdim.
Gençtim işte şehrin o yatık raksından incinen yine bendim
gelip bana çatardı o ruh tutuşturucu yalgın
onunla ben
hep sevişecek gibi baktık birbirimize.
bir kez öpüşebilseydik dünyayı solduracaktık.
Oysa bu sürgün yeri,bu pıtraklı diyar
ne kadar korkulu yankı bulagelmiş gizlerimizde
hani yok burda yanlışı yoklayacak hiç aralık
bütün vadilere indik bir kez öpüşmek için
kalmadı hiç bir tepe çıkılmadık
eriyeydik nesteren köklerine sindiğimizce
alıcı kuş pençesiyle uçarak arınaydık
ah, bir olaydı diyorduk vakar da yoksanaydı
doğruydu böyle kan telef olmasın diye çabalamamız
ama kendi çeperlerimizi böyle kana buladık
gönendi dünya bundan istifade
dünya bayındırladı:
Bir yakış, bir yanış tasarımı beride
öte yakada bir benî adem
her gün küsülü kaldık.
Bunca yıl bu gücenik macera beni tutuklu kılan
artık bu yaşa erdirdin beni,anladım
gençken almadın canımı, bilmedim
demek gökten ağsa bile tohum yürekten düşecekmiş
çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret yer
çiğ tanesi sanmak ne cüret, gözyaşıymış
insanın insana raptolduğu cevher.
Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
taşınacak suyu göster, kırılacak odunu
kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin
tütmesi gereken ocak nerde?
0 notes
demlik · 2 years
Text
Münacaat
Bu yaşa erdirdin beni, gençtim almadın canımı ölmedim genç olarak, ölmedim beni leylak büklümlerinin içten ve dışardan sarmaladığı günlerde bir zamandı heves ettim gölgemi enginde yatan o berrak sayfada gezindirsem diye ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende. Vakti vardıysa aşkın, onu beklemeliydi genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için halbuki aşk, başka ne olsundu hayatın mazereti demedim dilimin ucuna gelen her ne ise vay ki gençtim ölümle paslanmış buldum sesimi.
Hata yapmak fırsatını Adem’e veren sendin bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana gençtim ben ve neden hata payı yok diyordum hayatımda gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini tanıdım Ademoğlu kimin nesiymiş ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi.
Çeşme var, kurnası murdar yazgım kendi avcumda seyretmek kırgın aksimi.
Gençtim ya, ne farkeder deyip geçerdim nehrin uğultusu da olur, dalların hışırtısı da gözyaşı, çiğ tanesi, gizli dert veya verem ne fark eder demişim bilmeden farkı istemişim. Vay beni leylak kokusundan çoban çevgenine arastadan ırmaklara çarkettiren dargınlık! Yola madem çöllerdeki satrabı yalvartmak için çıkmıştım hava bozar, yüzüm eğik giderdim yine yaza doğru en kuduzuyla sürüngenlerin sabahlar yola devam ederdim.
Gençtim işte şehrin o yatık raksından incinen yine bendim gelip bana çatardı o ruh tutuşturucu yalgın onunla ben hep sevişecek gibi baktık birbirimize. bir kez öpüşebilseydik dünyayı solduracaktık.
Oysa bu sürgün yeri,bu pıtraklı diyar ne kadar korkulu yankı bulagelmiş gizlerimizde hani yok burda yanlışı yoklayacak hiç aralık bütün vadilere indik bir kez öpüşmek için kalmadı hiç bir tepe çıkılmadık eriyeydik nesteren köklerine sindiğimizce alıcı kuş pençesiyle uçarak arınaydık ah, bir olaydı diyorduk vakar da yoksanaydı doğruydu böyle kan telef olmasın diye çabalamamız ama kendi çeperlerimizi böyle kana buladık gönendi dünya bundan istifade dünya bayındırladı: Bir yakış, bir yanış tasarımı beride öte yakada bir benî adem her gün küsülü kaldık.
Bunca yıl bu gücenik macera beni tutuklu kılan artık bu yaşa erdirdin beni,anladım gençken almadın canımı, bilmedim demek gökten ağsa bile tohum yürekten düşecekmiş çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret yer çiğ tanesi sanmak ne cüret, gözyaşıymış insanın insana raptolduğu cevher.
Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi taşınacak suyu göster, kırılacak odunu kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin tütmesi gereken ocak nerde? İsmet Özel
İsmet Özel'e benden ek 👇
"Ne yapsam?" diyorum şimdi. Bulduğum her odunu kırdım. Suyu taşıyacağım, kırdığım odunları yakacağım ocağı bulamıyorum. Ya rabbelalemin var mı böyle bir yer? Yoksa ben boşuna mı çabalıyor, yoruluyorum.
1 note · View note
sapphicramity · 3 years
Text
Bu yaşa erdirdin beni, gençtim almadın canımı
ölmedim genç olarak, ölmedim beni leylak
büklümlerinin içten ve dışardan
sarmaladığı günlerde
bir zamandı
heves ettim gölgemi enginde yatan
o berrak sayfada gezindirsem diye
ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende.
Vakti vardıysa aşkın, onu beklemeliydi
genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için
halbuki aşk, başka ne olsundu hayatın mazereti
demedim dilimin ucuna gelen her ne ise
vay ki gençtim
ölümle paslanmış buldum sesimi.
Hata yapmak
fırsatını Adem’e veren sendin
bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana
gençtim ve ben neden hata payı yok diyordum hayatımda
gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi
haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne
bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak
bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini
tanıdım Ademoğlu kimin nesiymiş
ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi.
Çeşme var, kurnası murdar
yazgım
kendi avcumda seyretmek kırgın aksimi.
Gençtim ya,ne farkeder deyip geçerdim
nehrin uğultusu da olur,dalların hışırtısı da
gözyaşı,çiğ tanesi,gizli dert veya verem
ne fark eder demişim
bilmeden farkı istemişim.
Vay beni leylak kokusundan çoban çevgenine
arastadan ırmaklara çarkettiren dargınlık
Yola madem
çöllerdeki satrabı yalvartmak için çıkmıştım
hava bozar,yüzüm eğik giderdim yine
yaza doğru en kuduzuyla sürüngenlerin sabahlar
yola devam ederdim.
Gençtim işte şehrin o yatık raksından incinen yine bendim
gelip bana çatardı o ruh tutuşturucu yalgın
onunla ben
hep sevişecek gibi baktık birbirimize.
bir kez öpüşebilseydik dünyayı solduracaktık.
Oysa bu sürgün yeri,bu pıtraklı diyar
ne kadar korkulu yankı bulagelmiş gizlerimizde
hani yok burda yanlışı yoklayacak hiç aralık
bütün vadilere indik bir kez öpüşmek için
kalmadı hiç bir tepe çıkılmadık
eriyeydik nesteren köklerine sindiğimizce
alıcı kuş pençesiyle uçarak arınaydık
ah,bir olaydı diyorduk vakar da yoksanaydı
doğruydu böyle kan telef olmasın diye çabalamamız
ama kendi çeperlerimizi böyle kana buladık
gönendi dünya bundan istifade
dünya bayındırladı:
Bir yakış,bir yanış tasarımı beride
öte yakada bir benî adem
her gün küsülü kaldık.
Bunca yıl bu gücenik macera beni tutuklu kılan
artık bu yaşa erdirdin beni,anladım
gençken almadın canımı,bilmedim
demek gökten ağsa bile tohum yürekten düşecekmiş
çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret yer
çiğ tanesi sanmak ne cüret,gözyaşıymış
insanın insana raptolduğu cevher.
Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
taşınacak suyu göster,kırılacak odunu
kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin
tütmesi gereken ocak nerde?
0 notes
abiskitap · 3 years
Photo
Tumblr media
Posted @withregram • @leylakkokusu__ “Atatürk’ün Düşü: Mutlu İnsanlar Ülkesi”… Yaşamını, yurdunun "mutlu insanlar ülkesi" olmasına adamış bir kişiyi, Mustafa Kemal Atatürk'ü, yaşadığı çağı, yaptıklarını ve yapmak istediklerini anlatan bir kitap… Kimler için, neden ve nasıl yazıldı? Atatürk’ü ne kadar anladık? Bugünün gençleri Atatürk’ü ne kadar tanıyorlar ve anlıyorlar? Yazar Mina Tansel’le LEYLAK KOKUSU’nda sohbet edeceğiz. LEYLAK KOKUSU her pazartesi 14:00-15:00 saatleri arasında TRT Türkiye’nin Sesi Radyosu’nda… www.turkiyeninsesiradyosu.com #leylakkokusu #trt#tsr #canlıyayın #radyo #kadın #aile #çocuk #gençlik #yaşam #atatürk #kitap #mutluinsanlarülkesi #19mayıs https://www.instagram.com/p/CO9v3z1ppsn/?igshid=wvs68p3t5ns1
0 notes
yorgunherakles · 3 years
Quote
sadece sen yolunu kaybetmiş değilsin, yolun kendisi de kaybolmuş.
ayhan geçgin - son adım
31 notes · View notes
barkoturktv · 4 years
Text
Kılıçdaroğlu: Yetkileri törpülenen TBMM, 100. yılda yeniden demokrasinin timsali olacaktır
Tumblr media
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı için yayımladığı mesajda" Meclisin sahip olduğu keramet ise şüphesiz “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesidir." dedi. Kılıçdaroğlu'nun mesajı şöyle; Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, gençlik yıllarından itibaren kurduğu “Demokrasi” düşü, tam 100 yıl önce bugün, hâkimiyeti kayıtsız şartsız millete devretmek üzere açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi’yle gerçeğe dönüşmüştür. Mustafa Kemal, “Ben her kerameti Meclisten bekleyenlerdenim” der. Meclisin sahip olduğu keramet ise şüphesiz “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesidir. Bu nedenledir ki Kurtuluş Savaşı’nı Mustafa Kemal’in liderliğinde ve dünyaya örnek olan bir dayanışmayla kazanan milletimizin özgürlük ve bağımsızlığa ulaşma kararlılığının merkezi TBMM’dir. Yurttaşları arasında hiçbir ayrım gözetmeyen, hiç kimsenin bir diğerinden üstün olmadığı, her vatandaşının eşit haklara sahip olduğu genç Türkiye Cumhuriyeti’nin lideri Atatürk, bu kıymetli günü aynı zamanda çocuklara armağan etmiştir. Atatürk’ün bu tercihi, güzel ülkemizin gelecek nesillere emanetinin de bir nişanesidir. Unutulmamalıdır ki, milletin vekâletini taşıyan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin asli görevi, demokratik, laik, sosyal hukuk devletini geliştirmek, ülkemizin dünyada söz sahibi olmasını sağlamaktır.  Bugün yetkileri törpülenen, işlevsiz hale getirilmek istenen TBMM, yurdumuza vurulmak istenen prangayı 100 yıl önce kırdığı gibi kıracak, 29 Ekim 2023’de kutlayacağımız Cumhuriyetimizin 100. yılında yeniden demokrasinin timsali olacaktır. Yaşanan salgın hastalık nedeniyle evlerimizde karşılayacağımız 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, TBMM’nin 100. yaşına girmiş olmasının da coşkusuyla yüreklerimizde kutlanmaktadır. İnanıyorum ki bu salgın günleri geçer geçmez coşkumuz yüreklerimizden sokaklara taşacak; Cumhuriyetimizin bugünkü mirasçıları, onu hak ettiği şekilde demokrasiyle taçlandıracaktır. Sevgili çocuklar, Sizler, bu güzel ülkenin geleceğini inşa edeceksiniz. Bu nedenle 100 yıl önce neler yaşandığını, Ulu Önder Atatürk’ün neden ilk iş olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açtığını iyi öğrenmelisiniz. Güzel Cumhuriyetimizin temel ilkesi “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesidir. Bu aynı zamanda sizlere “Bağımsızlık ve adalet” üzerine inşa edilmiş bir mirasın da temelidir. Bu mirası, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün işaret ettiği “Muasır medeniyetler seviyesi” ve onun da ilerisine taşıyacak olan sizlersiniz. Bu duygu ve düşüncelerle, dünya çocuklarıyla birlikte tüm çocuklarımızın ve milletimizin Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutluyorum. Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışına yetişen 115 mebusu ve sonrasında çalışmalara katılan diğer mebuslarımızı rahmetle, saygıyla anıyorum. Kovid 19 salgınında hayatını kaybeden vatandaşlarımıza, terörle mücadelede şehit düşen güvenlik güçlerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına sabırlar diliyorum. Tüm gazilerimizle birlikte, Kovid 19 mücadelesinde hepimizi duygulandıran ve gururlandıran bir özveriyle mücadele eden sağlık çalışanlarımıza şükranlarımızı sunuyorum. Read the full article
0 notes
orabooks · 4 years
Photo
Tumblr media
Gençlik Düşü - Ayhan Geçgin Metis Yayınları | 14TL | #orabooks #oraetc #kitap #book #books #turkey #istanbul #kadıköy #moda #ikinciel #klasik #classic #koleksiyon #şiir #yazar #edebiyat #şair #kütüphane #roman #sahaf #söz #okumak #kitaplık #orabook #bookstore #library #literature #poem https://www.instagram.com/p/B-4N5S7gxYR/?igshid=10o5be8laikd8
0 notes
pistantrafobi · 4 years
Text
Bu yaşa erdirdin beni, gençtim almadın canımı ölmedim genç olarak, ölmedim beni leylak büklümlerinin içten ve dışardan
sarmaladığı günlerde bir zamandı heves ettim gölgemi enginde yatan o berrak sayfada gezindirsem diye ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende.
-
Vakti vardıysa aşkın, onu beklemeliydi genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için halbuki aşk, başka ne olsundu hayatın mazereti demedim dilimin ucuna gelen her ne ise vay ki gençtim ölümle paslanmış buldum sesimi...
-
Hata yapmak fırsatını Adem’e veren sendin
bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana gençtim ve ben neden hata payı yok diyordum hayatımda gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini tanıdım Ademoğlu kimin nesiymiş ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi.
-
"Çeşme var, kurnası murdar yazgım kendi avcumda seyretmek kırgın aksimi."
Gençtim ya, ne farkeder deyip geçerdim nehrin uğultusu da olur, dalların hışırtısı da gözyaşı, çiğ tanesi, gizli dert veya verem ne fark eder demişim bilmeden farkı istemişim. Vay beni leylak kokusundan çoban çevgenine arastadan ırmaklara çarkettiren dargınlık!
-
Yola madem çöllerdeki satrabı yalvartmak için çıkmıştım hava bozar, yüzüm eğik giderdim yine yaza doğru en kuduzuyla sürüngenlerin sabahlar yola devam ederdim.
Gençtim işte şehrin o yatık raksından incinen yine bendim gelip bana çatardı o ruh tutuşturucu yalgın onunla ben hep sevişecek gibi baktık birbirimize.
Bir kez öpüşebilseydik dünyayı solduracaktık.
-
Oysa bu sürgün yeri, bu pıtraklı diyar
ne kadar korkulu yankı bulagelmiş gizlerimizde hani yok burda yanlışı yoklayacak hiç aralık bütün vadilere indik bir kez öpüşmek için kalmadı hiç bir tepe çıkılmadık eriyeydik nesteren köklerine sindiğimizce alıcı kuş pençesiyle uçarak arınaydık ah, bir olaydı diyorduk vakar da yoksanaydı doğruydu böyle kan telef olmasın diye çabalamamız ama kendi çeperlerimizi böyle kana buladık gönendi dünya bundan istifade dünya bayındırladı.
0 notes
devrimcikadinlar · 7 years
Photo
Tumblr media
Figen Yüksekdağ yazdı: Özlemek ölmekten iki harf daha fazla be çocuk... Bundan iki yıl önce büyük bir özlemin peşinden ve özletmek üzere gitti çocuklar. Ellerinde rüzgar gülüyle fırtına kovalayan çocuklar... Gördükleri düşü hayra yoran, düşle gerçeğin sınırından koşarak geçen çocuklar... Etkin Haber Ajansı / 20 Temmuz 2017 FİGEN YÜKSEKDAĞ- Üstelik ölmekten öte yaşamak, özlem her ölümle daha büyürdü. Kavuşamamak, demiriyle dağlanmış bir yaşamak büyütürdü kendiyle birlikte. Bundan iki yıl önce büyük bir özlemin peşinden ve özletmek üzere gitti çocuklar. Ellerinde rüzgar gülüyle fırtına kovalayan çocuklar... Gördükleri düşü hayra yoran, düşle gerçeğin sınırından koşarak geçen çocuklar... Güzel düşler görmek için uykuya yatmaktansa, düşteki gerçeğin ardından yola çıktılar. Gençliğin o sevecen, ivecen merakıyla rüyaların, masalların, imkansızın keşfine gönül verdiler. Kaf Dağı'nın ardından gelecek Anka'yı beklemektense, küllerinden doğmayı bilen yere gittiler. Savaşla, kıyımla, kanla karartılmış, resmi haritalardaki o Suruç-Kobanê sınırını bedenen geçemediler belki; ama onların bilinç ve hareketinin, candan öte canlarının, kaç korku sınırını, kaç duyarsızlık duvarını delip geçtiğini söylemek bile fazla. Ezilen insanlığın sınırlar ve dikenli tellerle bölünmüş şu koca dünyasında, kendilerine ayrılmış hapishaneden çok önceleri firar edenler de onlar değil miydi? Gezi'nin gezicileri olarak, parçalanmışlık ve tutsaklık lanetinin iksirini, halkları birbirine bağlayan özgürlük yollarında bulmuşlardı. Halkların bölünüp yalnızlaştırıldığı, acılara ve insani değerlere yabancılaştırıldığı, koparılan her parçanın düşmanlık ve nefretin ağusuyla kurutulduğu bir düzene ait değillerdi. Parçalanan birleşebilir, yalnızlar kalabalıklaşabilir, acılar ortaklaşabilir, düşmanlar barışabilirdi. Bu olasılıktı onları yollara düşüren ve yine bu olasılıktı o kalleş bombanın fitilini ateşleyen. Savaş cangılına, kan deryasına dönüşmüş bir coğrafyada, iyi olasılıkların, sönmeyen umutların peşinden gitmek delilikten öte suç sayılıyordu elbette. Kobanêli çocuklara oyuncak götürmek, sırtında sınır dışı ağaç fidanı taşımak da bu suça dahildi. Ama umut ve düş yolunun heyecanıyla tutuşanları kim durdurabilirdi ki... Sonuçta, dağ dağa kavuşamasa da insan insana kavuşur diyen bir halkın evlatları olarak, Batı'yı Doğu'ya kavuşturmak, Gezi'yi Kobanê'yle buluşturmak için dayanışmanın, barışın, kardeşliğin yoluna yoldaş oldular. Takvimlere bakarsanız, 33 kardeşlik ve insanlık kahramanının hunharca katledilmesinin üzerinden iki yıl geçmiş. "Şimdi geriye dönüp baktığımda..." desem yalan olur. Çünkü iki yıl boyunca geride bırakamadım, hep içimde taşıdım onları. Ölüm beni ıskalayıp onları vurduğundan beri yaşamanın adını özlemek koydum. O da, ölmekten iki harf daha fazla... Direnmek ve özlemek sarkacında gidip gelen bir yaşama, ölümün ürkütücü tılsımı işlemez oluyor bir süre sonra. O kadar çok öldük ki, artık ölemeyiz. Ölümden ötesini keşfederiz bin bir acıyla. Suruç'ta, Ankara'da, kırgın ve öfkeli Kürt kentlerinin bodrum katlarında, ölüp ölüp dirilmedik mi? Her dirilişin acısını ve zulme karşı direnmenin kaç çeşidi olduğunu, katı gerçek sınırlarını geçen bir insanlıktan başka kim bilebilir ki? 33 can, düşle gerçek arasındaki sınırı geçerken, herkes bir sınırdan geçti farkına varmadan. 2015 20 Temmuz'undan bugüne geldiğimizde, toplumun çoğunluğu ölümde de yaşamda da adalet arıyor hala. Suruç'ta olmayan adaleti... Suruç'tan sonra kırıntısı kalmayan, Saraylarda çerez olan adaleti... 2016 20 Temmuz'unda katliamın ilk yıl dönümünde Suruç şehitlerini anmak için oraya gittiğimiz sabah OHAL ilan edilmişti. Suruç için adalet talebinin OHAL darbe dişlileri arasında çiğneneceğini anlamak için başka bir veriye ihtiyacımız yoktu artık. 2015 20 Temmuz'unda Suruç katliamıyla barış sürecine kanlı bir nokta koyarak, çatışma ve savaş sürecini başlatanlar, 2016 20 Temmuz'unda bu kez darbe girişimi bahanesiyle bitmeyen OHAL ve darbelerini ilan ediyordu. Günlerdir bir hapishaneden, adına televizyon, medya denen başka bir hapishaneyi seyrediyorum. Gördüğüm ve göremediğim yüzlerin kimi gerçekler firar etmesin diye gardiyan, kimi de eliyle-diliyle mahkum. 15 Temmuz kahramanlık ve ölüm hikayelerini anlatıyor bütün kanallar. Duyduğum her hikayede ben de yanıyorum her ölüme. Bugün, 17 Temmuz. Barış, demokrasi ve kardeşlik için canını veren yüzler, binler, ölümün en kalleşine, vahşisine reva görülenler, bir poşetle paramparça bedeniyle ailesine teslim edilenler, katilleri hapiste değil korumada olanlar aklımda. Onlar için demokrasi şehidi demeyecek hiçbir haber kanalı. Pahalı fragmanlar, devasa anma organizasyonları yapılmayacak. Katledildiklerini hatırlatmak, bir karanfil dalıyla anmak bile yasaklanacak. Ölüm dört bir yanı kol gezip, sınır tanımadan can alırken, "Bana mı öldüler" diyecek birileri... Ya da Suruç'ta daha cenazeler yerdeyken söyledikleri gibi "Başka ölecek yok muydu, HDP vekilleri niye ölmedi" diye soracaklar utanmadan. Velhasıl, acılarımız bundan önce ortak olmadığı gibi, bundan sonra da insanlık kapılarını kapatanlarla ortaklaşamayacak. Bu nedenle, televizyon kanallarına bakıp dertlenmekten vazgeçiyorum. Düğmesine basınca kapanması, gerçekler karşısındaki en zayıf noktası. Oysa, halkların ve üryan bir inançtan başka hiçbir gücü ve silahı olmayan çocukların açtığı tarih sayfasını ne yapsalar kapatamıyorlar. İki yıl önce Suruç'ta halklarımızın açtığı yeni tarih sayfasını kana bulamak, egemenleri dehşete düşüren kazanımları boğmak için saldırdılar. 7 Haziran'da birleşen halkların kazandığı zaferin, "Düştü düşecek" dedikleri Kobanê'nin direnç ve azametle yeniden yükselişinin, vahşet sınırlarında IŞİD'in tükenişinin intikamı için 33 can aldılar. En hayati yerden, tam da ellerimizin, ruhumuzun birleştiği noktadan vurduklarını sandılar. Oysa tarihsel çizgiyi, bir yerden vurarak kıramazlardı. Düşünsenize; darağacında "Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği" diye haykıran Deniz, Hakkari'ye kardeşlik köprüsü kurmaktan, Kürt halkıyla yoldaş olmaktan vazgeçer miydi? Denizlere can olmak için imdada koşan, "Buraya dönmeye değil, ölmeye geldik" diyen Mahir, Kızıldere'ye gitmekten cayar mıydı? İbrahim, Diyarbakır zindanına yolum düşmesin diye yönünü değiştirir miydi? Hiçbiri olmadı, olmazdı... İşte, bunun için Suruç'ta sağ kalanlar "Kobanê sana yine geliriz" dediler. Tarih de tanıktır ki, sözlerini tuttular. Halkların eşitliği, birliği, dayanışma ve kardeşliği ideali nice ölümün içinde yaşıyorsa, ona can verenlerin soluğuyla yaşıyor şimdi. Vahşet ve tecavüz orduları karşısında halkların demokratik gücü ve onurlu barışı ilerliyorsa, bu yola sahip çıkan, güvenip omuz verenlerin yoldaşlığıyla ilerliyor. Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu öncülüğünde başlayan Kobanê yolculuğu geçmişle gelecek, Türk'le Kürt, Doğu'yla Batı ve çok görmüş-geçirmiş topraklarda yaşayan bütün halklara, inançlara arasındaki tarihsel bağ ve sürekliliğin sembolüdür. Ne kadar koparmaya çalışsalar da yeniden kurulan, kaç kez durdurmak isteseler de sürüp giden bir hakikattir. Bu hakikat, güneşinin önünden bazen bulutlar geçebilir, ama hep orada durduğunu bilirsiniz. Kobanê IŞİD'den kurtarıldığında yaşanan sevinci çok görenlerin öfkesini hatırlıyorum şimdi. Aslında o günlerde bölüp parçalamışlardı bu ülkeyi. Binlerce ölüm pahasına Kürt'ün ve mazlum halkların yurdunun düşmesi değil de kurtulması iktidara dert olduğunda en keskin kırılma, en şiddetli bölünme yaşandı ruhlarda. "Enkazların üstünde çiftetelli oynuyorlar" diyen, derde düşmüş ses, "Birlikte inşa edeceğiz" diyen sosyalist gençlerin sesiyle yanıtlandı. Bölenler karşısında birleşme görevini onlar üstlendi. Enkazlar üzerinde oyun oynayamayan Kobanêli çocuklar için, toprağa sinen kan kokusunu kendi karanfil kokularıyla tütsüleyip arıtmak için yola çıktılar. Ne var ki yollar çetin, derde düşen düşman haşin! Yolları savaş ve ölüm tutmuş. Çocukların, gençlerin düşlerine kapılar sürgülenmiş, yanmış, yıkılmış bir kentte oyuncağın işi ne? Hastane, bir de üstüne üstlük kütüphane mi dediniz? "Ne iş olsa yaparım, çocukların elini tutarım" diyenler, hele siz hiç konuşmayınız! Bırakın yapmayı, hayal etmek bile çılgınca! Hangi muktedir dinler sonra, dünyanın dört köşesinde savaş cephelerine kumpanyaların gittiğini. Çocukların yaşadığı yerlere silah ve ölüm giriyorsa, oyuncak da girebileceğine inanma çılgınlığı! Sonuçta silahların tozu-dumanına, kavşakları tutan imkansızlığa, sinsice kol gezen kıyamet alametlerine rağmen, yola çıkmaktan caymayanlar, yolundan dönmeyenler yazıyor tarihi. Savaşın, kuralsızlığın, vicdansızlığın sınır bekçileri geçişleri tutsa da candan cana, bilinçten bilince açılan yolların buluşmasına mani olamayacağını hala anlamıyor. Kıyametten bir gün önce fidan dikmenin erdemini bilmeyenler, yaşam, özgürlük, kardeşlik, yolcularının soylu eylemini de bilemezler. Taşıdıkları kana bulanmış ağaç fidanlarının, inadına yaşam çağrısını duyamazlar. Bir de reel politikanın kulelerinde risk gözetlemekten bitap düşmüş olanlar anlayamaz düş yolcularını. Hesapsız, dolaysız, zamansız hareketler olmasaydı, insanlığın kuruyup kalacağını unuturlar çoğu zaman. Halkların barışı, demokratik birliği, kardeşliği lugatımızdaki parlak kelimeler değil. Nasıl büyük bir kefareti olduğunu Suruç'tan sonra Ankara'da yaşadık, gördük. Keşke, hak edilmiş değerler için bu kadar ağır bedeller ödemeseydik. Ama büyük bedellerden sonra, büyük değerlerden asla vazgeçmemeyi daha fazla borçlandık hayata. Çöken kentleri yeniden kurmaktan vazgeçmemeyi, bombalanan halklar arasındaki köprüleri daha güçlü inşa etmeyi borçlandık. Bu yıl 20 Temmuz'da Suruç'ta, Amara Kültür Merkezi'nde, yoldaşlarımın kanıyla sulanan o ağacın altında olamayacağım. Ama bileceğim ki, ağaçlar ve çocuklar inatçıdırlar. Yaşama sürgün vermenin, kabına sığmaz, haylaz adımlarla yürümenin, düşe kalka büyümenin bir yolunu bulurlar. Onların birleştiren çağrısı, nice farklı bilinci, omuz omuza, yürek yüreğe, onurlu bir yola yoldaş etti. Türkiye'nin dört bir yanından, Türk, Kürt, Laz, Çerkes, Arap, Alevi, Sünni, sosyalist, demokrat, kadın, erkek, işçi, emekçi, doktor, mühendis, eğitimci, psikolog; annelerle çocuklar, dostlar, yoldaşlar; dalgalanan bayraklar, hepsi hala oradalar. Hepsi hala her yerdeler... Ve daima olacaklar. Şöyle düşünelim sadece: Doğu'da güneş doğmazsa, Batı'da sabah olmayacağını bilenler, güneşin yüzüne çekilen o karanlık perdeyi yırtıp atmaya gittiler. Her birinin yüzünde yansıyan güneşi görmemiz bundandır. Artık gün ne kadar zorlu geçerse geçsin sabahı görüyoruz. Ve sabahın önüne o karanlık perdeyi çekenler, 33 düş yolcusunun güneşten kopardıkları her parçayı kendileriyle birlikte dört yana taşıdığını unutmasınlar. Onlar çıktıkları yolculuktan omuzlar üzerinde dönerken, Batı'nın hapsedildiği o şoven nefret sınırlarını da çiğneyip geçtiler. Yola çıkanlara selam olsun bir kez daha. Yanlarında olup ellerini tutamadığım ama coşkun bir sevgi ve gururla gözlediğim ailelerine selam olsun. Dostlarına, yoldaşlarına, unutmayanlara, unutturmayanlara selam olsun!
16 notes · View notes