Bugün annem beni çook kötü bi şeye zorladı. "Sen yaratılan dizisini izlemeden seni bırakmıyorum" diyerek tutsak aldı beni. Baya baya zorla bir oturuşta izletti şu lanet diziyi isçcşsşfşsfş. Diziye puanım 1,5/10 o bir buçuğu da son bölümdeki birkaç dakikalık güzel konuşma ve dizideki köpeğin tatlılığı için verdim. Ulan uğraşa uğraşa anca böyle saçma sapan, delirtici, çıldırtıcı bi iş çıkarılabilirdi. Sürekli durdurup durdurup eleştiri yaptım. Olacak gibi değil. Hangi kafayla yazılmış bu dizi??? En takıldığım yerleri yazayım diyorum yok olmuyor neresinden tutsan hepsi elinde kalıyor püh. Sırf şu dizi için yutup kanalı açıp eleştiri yapasım geldi öyle doluyum. Yatay bakış izledim üstüne cs ve tancan ne demiş diye merak edip ve tancanın beğendiğini öğrenmek iyice şok etti beni. İyi ki cs var, biraz da başkasının diziyi yermesi içimi rahatlattı. Yine de sekiz bölümü zorla izlemiş biri olarak dizideki en sevdiğim repliği eklemeden geçmek istemiyorum.
"Bu sebepten oraya geri dönemem. Cehennem. Ordaki insanlar ömrü hayatları boyunca bir tek kez bile olsun aşık olmamışlardı. Günahları buydu. Bu dünyada aşkın ateşiyle yanmayanları öbür dünyanın alevi yakıyordu. Bildim. Ben bildim. Sevmemek, günahların en büyüğüymüş. Bildim. Aşk başka imiş.
Arkadaşlar hem Netflix içeriklerini hem de Türk dizilerini birkaç istisna dışında sevmem. Ancak hem Türk hem de Netflix yapımı olan "Yaratılan"ı tek solukta izledim ve söyleyeceğim şey şu ki; bu dizi izlenir. Hem de Taner Ölmez'e rağmen izlenir.
İnsan terk edeceğini bildiği bir yeri ne kadar sevebilir ki!
Ya da dünya bizi seviyor mu?
Dünya sevgisi karşılıklı bir ilişki midir?
Yoksa tek taraflı bir bencillikten ibaret mi?
İkincisi bana daha doğru geliyor.
Kalıcı olanın gidici olana muhtaçlığı yoksa orada bir sevgiden bahsetmek mümkün mü?
Gidici olanın kalıcı olana verdiği zararlar önlenemez bir boyuta ulaştığı günümüzde bunu nasıl izah edeceğiz?
Gidene kadar kim kime muhtaç?
Dünya yaşam şansı sunan bir sahne, burada bir eşitlik yok hatta yaratanın, fırsat sunanın üstünlüğü sözkonusu.
Dünyaya geçici ve kıymetli bir emanet olarak bakmak daha doğru değil mi?
İkili çıkar ilişkisine benzer bir sevgi ve aşk beklentisinden daha öte ve üstün bir duygudan bahsediyorum.
Yaratana yeniden güç verecek bir geri dönüşüm duygusundan.
Dünyanın başına gelmiş canlılar arasında kendi başına bela olmuş bir canlı olan insanın dünyayı sahiplenmesi, parselleyerek bölmesi adına tapular çıkarması değil mi?
Dünyanın sunduğu nimetleri insandan başka biriktiren bir canlı var mı?
Usunu biriktirmekten yana kullanan bir canlıya us fazla değil mi?
Başkalarının hakkını da ele geçirmek ve çalmak hırsına yenilmiş insana duyunç fazla değil mi?
Yaratan gücün bu pişmanlığını kim nasıl açıklayabilir?
Kendi kendini yaratılanların en şereflisi olarak gören insanın şerefi hangi hasletinin karşılığıdır?
Yanıtsız kalan bu soruların yanıtlarını hangi din, hangi ideoloji ve insanı bu tuzağın ve çıkmazın içine sokan hangi anlayış insanlıktan çıkmış hangi insan verebilir?
İnsanın hayatı boyunca kendisine soracağı en anlamlı sorulardan biridir: Bu dünyaya hangi boşluğu doldurmaya geldim? Benim yerim neresi? Buna bir cevap bulduğumuzda hayat daha katlanılabilir olur.
Michel de Montaigne, “Bir amaca bağlanmayan ruh, yolunu kaybeder.” demiş.
Søren Kierkegaard da aynı arayışta olacak ki “Tanrı benimle ne kastetmiş olabilir?” diye sormuş.
Yerden kasıt sadece sığınacak bir mekan değildir, bazen bir insan bazen bir düşüncedir. İnsan kendisi için yaratılan boşluğu bulmalı. Sonra gideceği yönü de bulur, gideceği kişiyi de.
İnsan bazen küçük şeylerden bile ziyadesiyle mesud olabilir. Belki bir hediye belki bir an. İnsan kendine değer vermeli. Zira bu yaratılan her şeyi sevmek için ilk basamak değil mi?
dostlarını çok sevmek, bazı mekanları çok sevmek, şiiri çok sevmek, istanbul’u çok sevmek, denizi, güneşi, yaratılan her bir şeyi çok sevmek, ama en çok sevmeyi lütfeden rabbini bütün zerrelerin ile sevmek… 🧡