Tumgik
#hafif bir ışık
olumveotesisworld · 2 months
Text
Tumblr media
Böyle bir oda tüm strese,kaygıya, yorgunluğa kesin çözüm 👌👌
44 notes · View notes
dopsduck · 4 months
Text
ZEYTİNANA - PRO+ (2)
Tumblr media
Zeytinyağından Sağlıklı Yaşama Adım Atın!
Zeytinyağı, sağlık açısından birçok faydası olan, lezzetiyle sofralara keyif katan bir besindir. Zeytinana.com, sizlere en kaliteli zeytinyağlarını sunarak, sağlıklı yaşamın kapılarını aralıyor.
Zeytinyağı bozulur mu
Zeytinyağı, doğru saklandığında uzun süre dayanabilen bir besindir. Ancak, ışık, hava ve sıcaklık gibi etkenler zeytinyağını bozabilir. Zeytinyağınızın taze kalması için, Zeytinana.com'un özenle ürettiği ve sağlığınıza katkıda bulunan zeytinyağlarına göz atabilir, doğru saklama koşulları hakkında bilgi alabilirsiniz.
Diş ağrısına ne iyi gelir
Zeytinyağı, içerdiği antioksidan ve anti-inflamatuar özellikleri sayesinde doğal bir ağrı kesici olarak bilinir. Zeytinyağını hafifçe ısıtıp biraz pamukla diş etinize uygulayarak, diş ağrısının hafiflemesine yardımcı olabilirsiniz. Zeytinyana.com'un sağlıklı zeytinyağları, hem sofralarınıza lezzet katarken, doğal çözümler arayanlara da destek sunuyor.
Riviera zeytinyağı ne demek
Riviera zeytinyağı, genellikle Fransa'nın güney bölgelerinde yetişen özel zeytin çeşitleri kullanılarak üretilen bir tür zeytinyağıdır. Riviera zeytinyağları, hafif meyvemsi ve tatlı bir lezzet profiline sahiptir. Zeytinana.com, Riviera zeytinyağlarını özenle seçerek sofralarınıza sunar.
Neden Zeytinana.com?
Sağlıklı Yaşam: Zeytinana.com, sağlıklı yaşamı destekleyen kaliteli zeytinyağları sunar. Antioksidanlarla zenginleştirilmiş ürünleri ile vücudunuzu koruma altına alın.
Lezzet Dolu Sofralar: Zeytinyana.com'un ürünleri, sofralarınıza damak zevkinize uygun lezzetler katmanıza yardımcı olur. Yemeklerinizi bir adım öteye taşıyan özel zeytinyağlarıyla tanışın.
Güvenilir Alışveriş: Online platformu üzerinden kolayca sipariş verebilir, güvenilir ve sağlıklı ürünleri kapınıza kadar getirtebilirsiniz.
Zeytinana.com ile sağlıklı yaşamın ve lezzetin keyfini çıkarın! Doğanın bize sunduğu bu eşsiz nimetleri keşfetmek ve sofralarınıza taşımak için Zeytinana.com adresini ziyaret edin.
922 notes · View notes
tipitip213 · 8 days
Text
Mükemmel Bir Anne
Odanın içine gün ışığı henüz dolmuş, sarı perdelerden süzülen ışık odayı sonbahardaki ağaçların rengini anımsatan sarımtrak bir renge bürümüştü, açık pencereden içeri dolan rüzgar tülü oynatıyor ; sephanın, kitaplığın, halının üzerinde geziniyordu.
Bu yaz sabahının diğer sabahlardan hiçbir farkı yoktu. Her sabah aynı vakitte kapının önünden geçen kapıcı, araba sesleri, işe yetişmeye çalışan insanlar, bir hengame...
Belki gün aynıydı ama benim için aynı şeyi söylemek pek mümkün değildi yıllık iznime çıkmıştım, babam arazi işleri için memlekete gitmiş, bunu fırsat bilen, ayrı olduğu, annem akrabaların yanından gelip geçici bir süre tekrar bizim evde kalmaya başlamıştı.
Bu da benim için birbirinin aynı geçen günlere bir farklılık katmış, monoton hayatımı biraz olsun hareketli kılmıştı. İşte böyle hisler içinde güzel bir yaz günü dinlenmiş bir zihinle uyanmıştım.
Gözlerimi ovuşturdum, şöyle bir gerindim ; odadan çıkıp salona geçtim. Perdeleri açtıktan sonra kapıya yöneldim gazeteyi ve ekmeği aldım. Mutfakta bir bardak su içip, ekmeği ekmekliğe yerleştirdikten sonra odama geçtim. Yine tüm gece sıcaktan terlemiş, sırılsıklam olmuştum. Şortumu elleyince sıkılmış bir ifade ile yüzümü buruşturdum annem henüz kalkmamıştı yeni bir şort almak için kaldığı yatak odasına girdim.
Annem uyuyordu. Hava sıcak olduğundan üzerindeki ince pikeyi atmıştı. Şortu alıp döndüğümde yatağa doğru şöyle bir baktım. Annemin geceliği sağ bacağından neredeyse kalçasına kadar sıyrılmıştı. Hafif yan vaziyette yüzü koyun yatıyordu. Sağ bacağını hafif karnına doğru çekmişti. Sıyrılan gecelikten dolgun, beyaz baldırı meydana çıkmıştı. Etli ve biçimliydi, hiçbir pürüz yoktu.
Annemin sıkı kalçalarını gördüm...
Doğal olarak bakmaktan rahatsız olmuştum. İçimi bir sıkıntı kapladı. Ama nedense belkide sabah sabah böyle bir görüntüyle karşılaşmış olmaktan kendimi alamadım ve göz ucuyla tekrar baktım. Sanki başka biri annemi böyle açık saçık bir pozisyonda görebilecekmiş gibi bu geceliği düzeltme ihtiyacı hissettim. Sanırım birazda kendimden utanmıştım. Elimle geceliğin kenarından tuttum, aşağı doğru çekerken eteklik kalçasına o kadar yakındı ki hafifçe havalandı. O anda annemin küçük yuvarlak ve sıkı kalçalarını gördüm. Yuvarlak bir karpuzu andıran götü kavisli ve biçimliydi, içine kırmızı dantelli string bir külot gitmişti. Bu yüzden tüm hatlarını görmüştüm. İki yuvarlağın arasında kaybolan külotun bacak arasına doğru belirginleşen kısmındaki ortası yarık kabarıklığın amcığı olduğu rahatlıkla anlaşılıyordu. Kenarlarından kısa süre önce kestiği kıllar taşmıştı.
Tüm bu anlattıklarım birkaç saniye içinde oldu. Öyle büyük bir rahatsızlık hissettim ki geceliğin etekliğini hızla çektim. Annem o anda. Sırt üstü döndü. Gözlerini bile açmadan :
- Oğlum... ?
- Üzerin açılmış da anne, onu örttüm.
- Hımmm saol, bende kalkacağım az sonra.
Odadan çıktığımda o ana kadar hiçbir hareketlenme olmamasına rağmen hemen ereksiyon oldum. Moralim bozulmuş, yaptığım hiç hoşuma gitmemişti.
Salona geçip gazeteyi okumaya başladım. Gündemdeki transfer haberlerini veriyor. Ülke ekonomisinin kötüye gittiğinden bahsediyordu. Dolar yine fırlamış, hisse senetleri değer kaybetmişti. Eskisine nazaran daha çok çalışıyor ama daha az kazanıyorduk. Bütün toplumda bir sinir harbi, asabiyet başgöstermişti. Toplum olarak hasta bir güruh haline gelmiştik.
Yinede gelen yaz her yanı şenlendirmiş, insanlar somurtmak yerine daha çok gülmeyi, gezip tozmayı tercih eder olmuştu. aradan ne kadar süre geçti bilmiyorum.
Annemin mutfaktaki gürültüsüyle irkildim. Çayı ocağa koymuştu. Kafasını uzatıp günaydın dedi. Banyoya geçti.
Bir süre sonra mutfaktan kahvaltının hazır olduğu konusunda seslendi. Banyoya girip elllerimi yıkamaya başladım. Elimi yüzümü kuruladıktan sonra yeşil çamaşır sepetinin içinde annemin kırmızı külodu gözüme ilişti. Demek çıkarmıştı. Ellerimi yıkayıp çıktım.
Kahvaltı boyu aileden, gideceği yerlerden, işyerinden konuştuk. Önce alışverişe çıkacağından bahsetti, ardından akşam için yemeklik bir şeyler bakacakmış, belki eski işyerinden bir kızla buluşabilirmiş... Oysa ki benim aklım tuvalete takılı kalmıştı. Gözümün önüne bir annemin kalçaları birde altındaki o kırmızı külodun çamaşır sepetinin içine fırlatılmış hali geliyordu. Aniden bir şimşek gibi gözümün önüne gidip gelen bu görüntüler iştahımı kapamıştı. Bir yandan gazete okuyup sordum :
- Duş yapacakmısın ?
- Hayır dün yaptım...
- O zaman ben gireyim her gün yıkanmassam bu sıcakta yapış yapış oluyorum...
- Beni iki günde bir idare ediyor ama günlük çamaşır değiştiriyorum bende rahat etmek için.
Öğlene doğru annem ütüye başlamıştı. Bilgisayar oynarken, bakkala gidip geldiğimde, dergileri okurken üzerimde sürekli bir rahatsızlık hali vardı ve aklım hep banyodaki çamaşır sepetindeydi.
Külodu avucuma aldım...
Yüzümü buruşturup, elimi şöyle bir salladıktan sonra tuvalete girdim. Acele etmeden yüzüme baktım, gıdıma bakıp sakalları kontrol ettim. Elimi yıkadım. Sonra arkamı dönüp çamaşır sepetinde duran külodu alıp çamaşır makinesinin üzerine yapılmış üzerinde diş macunu, tarak benzeri banyo malzemelerinin bulunduğu komidine koydum. İpten olan kısımlarını iki yandan tutup çektim. Kıvrılmış olan külot yine kıvrıla kıvrıla açıldı. Kenarları sateni andıran ipti. Kenardaki iplerden daha kalın ve düz bir kısmı kalçaların arasına giren kısmıydı. Önünü kapatan kısmın üst kısmında bir kurdela vardı. Dantel işlemeleri sıkı bir şekilde örülmüştü. Elimi yüzeyinde gezdirdim. Tam amın üzerine gelen kısıma bir kaç tane kıl takılmıştı. Bunlar annemin amının kıllarıydı. Fakat ben o an için bunun başka bir kadının külodu olduğunu hayal ediyordum.
Elim pütürlü yüzeyde gezindikça yarağım kalınlaşmış, kalkmıştı. Külodu avucuma aldım. Diğer elimle pijamamı sıyırdım bir elimle sikimi sıvalarken diğer elimle külodu burnuma doğru götürdüm. Dantelleri yüzüme değiyordu. Gözümün önüne annemin altındaki hali geldi gitti. Sıvazlama hareketim hızlanmıştı. Kokladığımda parfüm gibi kokuyordu. İnsanın başını döndüren bir kokusu vardı. İç kısmını çevirdim. Dudaklarıma değdirirken birden dilimi iç kısmına sürttüm. Tatlıyla ekşi arası hoş bir tat ağzıma dolarken şiddetle kasılarak boşalmaya başladım. O beş on saniye içinde hayatımın en müthiş orgazmını yaşamıştım. Boşalırken neredeyse tüm dilimi hafif nemli yüzeye bastırmıştım. Annemin amının tadı ağzıma yayılırken gözkapaklarım kapanıp açılıyor kendimden geçiyordum. Ne yaptığımın farkına anca iki dakika sonra kendime geldiğimde vardım.
aslında bu bir iç hesaplaşmaydı. Bir yandan kendime kızıyor diğer bir yandan aklıma geldikçe heyecanlanıyordum. Hemen karara bağlanacak bir konu değildi bu, üzerinde uzun süre düşünüp içimi rahatlatmam gerekiyordu. Ama yapamıyordum. Aklım bunalmıştı.
Bilgisayara bir porno taktım...
Düşündüğümde beni asıl rahatsız edenin annemin bacaklarına ve kalçalarına bakmış olmamdı. Yoksa neticede o külot başka birininde külodu olabilirdi. Annemle bir alakası yoktu. Eskiden beri iç çamaşırlarını severdim. Bu açıdan baktığımda kendimle barışıyor ama bir süre sonra zihnimde annemin külodundan aldığım tad, dilimden çekip çıkarttığım iki üç tane kıl dağılıyordu. Çok tecrübeli değildim ama kadınların oralarının farklı farklı koktuğunu ve tadının değişik olduğunu duymuştum. Bu seferde yine kızıyor, bir daha yapmayacağıma kendi kendime söz veriyordum.
Annem 45 yaşındaydı, minyon, kısa boylu zayıf, siyah saçları, kahve rengi gözleriyle kumral denilebilecek bir kadındı. Küçük tavuk her zaman piliç misali diriydi. Yaşını çok göstermezdi. Babamla bir süre önce ayrılmış ve bir daha görüşmemişlerdi. İkisiyle farklı zamanlarda bir araya geliyordum.
İki gün geçmişti bu iki gün boyunca önemsiz günlük işler, akşam yürüyüşleri yaptık. Akşam vakti annem çarşıya çıkacağını söyledi evde tek kalmıştım. Bir süre televizyon izledim. Sonra sıkılınca odama geçip bilgisayara bir porno taktım, filmde iri yarı bir zenci en fazla yirmi iki yaşındaki bir kızı götten sikiyordu. Masturbasyon yapmaya başladım çok heyecanlanmıştım. Birkaç gündür içimi ürperten arzular tekrar meydana çıkmıştı. arzular ve zevk insanı ele geçirdiğinde uğranan o bilinç kaybı beni sarmış o ana kadar utandığım duygularım bana mantıklı ve açıklanabilir gelmeye başlamıştı. Aklıma annemin çantası geldi diğer iç çamaşırları onun içinde olmalıydı, onları görmeliydim.
Her yanımı ateş bastı. İçimden kopup gelen bir heyecan fırtınası, kalp atışlarımı hızlandırmıştı. Sikim irileşmiş, taşaklarım şişmişti. Biraz istemeyerek de olsa annemin kaldığı odaya girdim. Önce küçük spor çantayı karıştırdım. İçinde tişörtler ve çoraplar vardı... birde makyaj malzemeleri ; büyük bavula yöneldim, açtığımda içinde annemin günlük kıyafetleri, şortları, pijaması ve geceliği vardı kenardaki fermuarlı gözü açtığımda gözüme kahverengi kumaş bir torba ilişti, bağcığını çözdüm ; ilk gördüğüm beyaz dantelli bir külottu o anda kalbim duracak gibiydi... bu nasıl bir heyecan nasıl bir zevkti böyle bir şey yaşamamıştım... elimi göze sokup ne var ne yoksa çıkarmaya başladım.
Önce ön kısmı dantelli ve işlemeli tam amın üzerine gelen kısımından geri kalan kısmı da kumaş olan beyaz bir külot çıkarttım, onu yatağın üzerine bıraktım ; yanında kırmızı tanga dantelli ve işlemeli, kenarları ipten külodu koydum. Şimdide elime siyah kadife bir tanga gelmişti. Parmaklarımı sürttürdüm. İnsanın içini gıcıklıyordu. Simsiyah ve düzdü sadece tam orta kısmına bir siyah fiyonk iliştirilmişti. Ardından ten rengi şortu andıran bir külot çıkarttım, bir iki tane de düz pamuklu.
Gelen annemdi...
Ter boşanmıştım. Anlımdan süzülen terler çeneme akıyordu. Tülden leopar desenli giyildiğinde am, göt ne varsa gösterecek bir külot vardı. Kenarlarına yan yana iki lastik ip atılmıştı. En altta sütyenler vardı. Her birinin tek tek sütyenlerini çıkarttım. Sikimi çıkarmış sıvazlıyordum. Külotların üzerinde gezinmeye başladım. Çok dayanamayarak şiddetle fışkırtmaya başladım. İç çamaşırlarına gelmesin diye halıya dönmüştüm. Çok müthiş bir boşalma yaşadım. Sarsılmıştım resmen, yığılıp kaldığımda midem ağzıma geldi. Ya annem anlarsa, sırası neydi külotların. Panik olmuştum. Ne kadar katlarsam katlayayım. Aynı halini bulamıyordum, yarım yamalakta olsa torbayı doldurdum. Beş dakika geçmiştiki kapı çalındı...
Gelen annemdi, yüzüm kızarmış bir halde kapıyı açtım. Elinde alışveriş torbaları vardı. Nasıl olduğumu sordu. Geçiştirdim. Akşam olmak üzereydi. Güneş uzaktaki apartmanların arkasında kaybolurken. Anneleri dışarıda oynayan çocukları yemeğe çağırıyordu.
Aradan bir iki saat henüz geçmişti. Telefon çaldı... Annem arayanın abim olduğunu ve bizi çağırdığını söyledi. Başım çok kötü ağrıyor dedim. Sen git. Oğlum ben bu vakitte nasıl gideceğim dedi. Atlarsın bir taksiye gidersin dedim. Annem odaya geçip hazırlanmaya başladı. Onbeş dakika sonra hazırdı. Yola kadar geçirdim.
Evde tek kaldığımda üzerimde sarhoşluk benzeri bir hal vardı. Olaylar çok hızlı gelişmişti. Tuhaf fikirler tekrar aklıma gelmeye başladı. İlk seferde yakalanmadığım içimi bir ürpeti kapladı. Evet tekrar istiyordum. bir an ne olduğunu anlamadan kendimi yine o bağcığı çözerken buldum. Fakat açtığımda siyah kadife tangası yerinde yoktu. Evet annem az önce hazırlanırken onu giymişti. Annemin altında hangi külodun olduğunu bilmek beni bilinmez duygulara sürüklemişti.
Diğer çamaşırlarla biraz oyalandıktan sonra, hepsini yerine koydum. Yatağa geçtim. Bir yandan masturbasyon yapıyor diğer taraftan düşünüyordum. Annemin şu an benim birkaç saat önce her yerini yaladığım, sikimi sürttüğüm külodu giyiyordu. Benim dilimin değdiği yerlere annemin amcığı, göt deliği değiyordu. İrkildim derin bir vicdan azabıyla birlikte iyice sertleşmiştim. Aklımdan geçirdiğim söz bende güçlü bir arzu uyandırmıştı. Annemin göt deliği... amcığı, evet o benim annemdi ama aynı zamanda bir kadındı. Birden şimdiye kadar anneme hiç kadın gözüyle bakmadığım aklıma geldi. Şimdiye kadar akrabalarımızın kızlarını, arkadaşlarımın kız kardeşlerini, okuldaki hocalarımı, en akla gelmeyecek kişileri bile düşünüp otuzbir çekmiştim. Ama annem, belkide bu yasaklı vucudu düşünmek bu yüzden bana büyük zevk vermişti. Fakat birden bire hiç kimse kendi öz be öz annesine ilgi duymazdı. Mutlaka sebepleri olmalıydı. Geçmişi düşündüğümde bu yap boz’un parçaları yerli yerine oturuyordu.
Annem çok küçükken bizi kadınlar hamamına götürürdü, tüm kadınlar çırılçıplak olurdu. Tabi annemde o zamana ait hiçbir şey hatırlamıyordum ama mutlaka bir şeyler bilinç altıma yer etmişti.
Ne zamanlarda annemin memelerini, götünü gördüğümü düşündüm. Şu yaşıma kadar annemin bir çok kez vucudunu görmüştüm. Neden şimdiye kadar dikkatimi çekmemişti ? Hep kafamı çevirmiştim. Ama o anlık görüntülerde kahve rengi dut gibi bir meme ucu, kavun gibi diri bir kalça, baldırlar. Annemin vucudunun kesitleri gözümün önüne gidip geliyordu.
Tabi ya annemle babamın birlikte olduğu zamanlardaki doyumsuz seks hayatları. Babam benim yanımda annemin göğüslerini sıkar, götünü okşardı.
Mesela kahvaltıda olduğumuz bazı zamanlarda elini annemin bluzunun içine sokar annemin memelerini sıkıştırırdı. Annemin göğüsleri sütyeninden fırlar. Eliyle bluzunun üstünden düzeltirdi. Hatta bir kere tam düzeltirken bluzu göğsüne yapışmış, dik ve dutu andıran göğüs ucu tamamen ortaya çıkmıştı.
Yemekler yapılırken annemin arkasına geçer sürtünürdü. Düşündükçe aklıma geliyordu. gece odada sikişirken yatağın çıkarttığı düzenli gıcırtı annemin derinden gelen inlemeleri, ara sıra duyduğum küfürler.
Bir kere yanlışlıkla odalarına dalmıştım. Babamın aleti annemin tam avucundaydı... evet tam avucunda.
Babamla oturur saatlerce porno film izlerlerdi. Sonrada seks yaparlardı.
Fantezilerimi süsleyecek olan annemi...
Ya annemin mor renk tül sabahlığı, normalde vucuduna oturan, biçimli göğüslerinin kavislerini meydana çıkaran bu sabahlık. Işık altında yada gün ışığında içini olduğu gibi gösterirdi. Annem bir gün ütü yapıyordu. Odanın ışığı açıktı. Diri ve dik memeleri kahve rengi halesi ve dut gibi dikik meme ucu mor renk tülün altında olduğu gibi ortadaydı. Bana dönüp “şu ışığı kapasana her tarafım meydanda demişti”. Evet anne her yerin meydandaydı.
Annemde iyi sikilir dedim. Amcığını yalardım, sonra da memelerini. İçine yarağımı sokardım, köküne kadar, domaltır öz annemi götten sikerdim. Ohhhhh sikimi yalatırdım. Yala anne hadi yalaa... taşaklarımıda yala... ohhh anneciğim ne biçim bir orospuymuşsun sen... o külotlar ne öyle... bizde seni namuslu bilirdik... fahişe gibi iç çamaşırların var... ahhh anne sikiş benimle... .
Dölerim yatağın üzerine süzülmeye başlamıştı. Çok uzun bir süre fantezilerimi süsleyecek olan annemi ilk defa düşünüp bu şekilde masturbasyon yapmıştım.
Sakinleştiğimde... ne yapıyorsun yaa o senin annen diyerek kendi kendime kızdım. Oysaki az önce kurduğum argo cümleler kaç gündür kafamın içinde yer alan soruların cevabını da veriyordu :
Annemi o sabah gördüğüm tahrik edici durum karşısında, iç çamaşırlarıyla haşır neşir olarak ve onun vucudunu düşünerek annemin kadınlığının kabullenmem içimde yatan lavların taşmasına, yıllardır içimde biriktirdiğim, kendimden bile sakladığım arzular ve tutkuların açığa çıkmasına yol açmıştı. Belkide yıllardır annem gibi minyon kızların ve kadınların beni tahrik etmesi bundandı.
Aradan geçen birkaç günde suçluluk duygusuyla ne annemle doğru düzgün konuştum ne de onu düşünerek kendime zevk verdim. Anneme eskiden olduğu gibi davranıyor, birkaç gün önce aklıma gelenleri yok varsayıyordum.
Öğlene doğru annem temizliğe girişmişti, altında mavi bol şortu vardı yerleri siliyordu. Kapının önüne geldiğimde annemi domalmış bir vaziyette gördüm. Küçük götünün yuvarlakları meydana çıkmış, külodunun izi belli oluyordu. Bacakları iki yana açıktı. Baldırları terden ıslanmış ve gerilmişti. Süt gibi beyaz ve pürüzsüzdüler. Annem yerleri sildikçe kalçası ileri geri hareket ediyordu. Benim kapının önünde durduğumu fark etmemişti. İşte belki birkaç gün önce olsa annemi umursamayacak, bu görüntüden tahrik olmayacaktım. Hafifçe geriye çekilip eşofmanımın içine elimi soktum ve sikimi okşamaya başladım. İnanamıyordum annemin götüne baka baka otuzbir çekiyordum. Annem ileri yatıyor, sonra geriliyordu kalçası oynarken götünün arasına doğru girmiş külodunun kıvrıldığını anlayabiliyordum. Kalbim hızla atmaya başladı. Annemin bana döneceğini hissedince parmak uçlarıma basıp odama girdim.
Şimdi odamda annemin o halini düşünüyordum. Hayalimde... anneme arkadan yaklaştım, şortunu ve ardından külodunu indirdim. Diz çöküp yarağımı amına yerleştirdim. Ellerimle de memelerini avuçladım. Fantezime göre annem bu sırada yerleri silmeye devam ediyordu. İleri geri hareket ettikçe sikim amına girip çıkıyordu.
Annem içeride temizlik yaparken ben onu düşünüp asılıyordum. Bir kez daha sarsılarak boşaldım. Hiçbir şeyi düşünmek beni böyle orgazm etmiyordu.
Annemin göğüsleri...
Annem seslendi, tül takılması gerekiyormuş. İçeri gittiğimde ne o terlemişsin diye sordu. Şınav çekiyordum dedim. Koltuğun üzerine basıp yükseldim. Yukarı çıktığımda annemin askılıklı beyaz tişörtünden portakalı andıran memelerini uçları haricinde olduğu gibi gördüm. Terlemiş, ıslanmışlardı. İnerken dengemi kaybetmiş gibi yalpaladım ve annemin göğsüne tutundum. Ohhh memesi yumuşacık ve dolgundu. Meme ucu bir mermi gibi elime batmıştı. Annemde refleksle belime dolanmıştı. Annemin göğüsleri benim çıplak göğsüme dayanmış bir anda sarmaş dolaş olmuştuk. İkimizde güldük. Ben hızlıca odama geri döndüm.
Çok tehlikeliydi. Annem babamla renkli bir seks hayatı olmasına rağmen bana ve abime karşı her zaman tutucu olmuş, dış çevredede hanım bir insan olarak bilinmişti. Ve sanırım bana seks açısından bir istek beslemesi imkansızdı. Kendisine baktığımı yada yaptıklarımı hissederse başım belaya girebilir, çok fazla kızabilirdi yerin dibine geçerdim. Zaten gerçek hayatta annemle ilişkiye girmek aklımın ucundan bile geçemezdi. Bu ensest düşünce benim için fantezi olarak kalacaktı. Bundan sonra annemi düşünecektim ama onu ne gözetleyecek nede dokunacaktım.
On gün böyle geçti. Annem akrabalara dönmüş babamda akşam geliyordu. Babam döndüğünde hayatım eski haline döndü. Yine gelir gelmez başımı ağrıtmaya başladı. Annen hiç eve geldimi, benim hakkımda konuştunuzmu, geri dönecekmi... .
İşe gidip gelmeye başlamıştım. Annemle ya abimlerde ya işyerinde yada akrabalarda görüşüyorduk. Aradan bir seneye yakın geçmişti. Bu süre içinde zaten annemle kısıtlı sürelerde on beş günde bir görüşür olduk. Gizli dünyamda anneme ilgim üst noktalara ulaşmıştı ensest vcd’ler alıyor, internette ensest resimler indirip sitelere giriyor, başka ensestlerle chat yapıyordum. Masturbasyon yaparken artık yanlızca annemi düşünüyordum. Onu sikmediğim pozisyon hayal etmediğim hal kalmamıştı.
Ensest ilişki yaşamak...
Babam aradan geçen onca zamana karşı hala annem hakkında kafamı ütülüyordu. Sürekli ardı arkası gelmeyen sorular... surat asmalar, bazen tartışmalar iyice canımı sıkıyor ; bunalıyordum. Artık babam ne zaman bana ne zaman annemden bahsetse ve beni kızdırsa odama çekiliyor annemi siktiğimi ben sikerken de babamın izlediğini düşünüyordum. Bu bir çeşit intikamdı. Böylece bütün sinirim geçiyordu.
Bütün bunlar olurken gerçek hayatla bu düşüncelerimi tamamen ayırmıştım. Onlar farklı dünyalardı asla bir olamazdı. Ensest ilişki yaşamak öyle hikayelerde olduğu gibi birden bire, kolayca olabilecek bir şey değildi. Çoğunlukla okuduğum hikayelere gülüyordum ne kadar basit anlatımlıydılar ve herşey ne kadar kolay gerçekleşiyordu. Oysaki gerçek hayatta bir red edilme yada fark edilme ömür boyu sürecek bir rezilliğin kapılarını sonuna kadar açabilirdi. İşte bu halde aylar geçiyordu.
Bu arada, hayatın garip bir oyunu, son zamanlarda annemde bazı gözle görülür değişiklikler başlamıştı, onu her gördüğümde üstüne başına yeni birşeyler almış oluyordu. Aldıkları genelde askılıklı bluzlar, dar kotlardı ; gittikçe dişiliğini ön plana çıkartıyordu. Artık hayata bakışı değişmiş o karamsar, yorgun kadın gitmiş yerine hayat dolu, gezen, dolaşan, özgür bir kadın gelmişti ; yıllarca babamın baskısı altında yaşayan annem sanırım özgür geçen aylardan sonra kendini bulmuş, rahatlamıştı.
Annemle ilişkimiz ise nasıl olduğunu anlayamadan yeni bir boyuta girmişti. Bana iltifatlar ediyor ne kadar yakışıklı olduğumu söylüyordu. Birlikte bir yerlere gitmekten bahsediyordu. Beni öpüşü bile değişmişti sanki daha ıslak ve sanki şehvetli öpüyordu.
Birlikte kaldığımız zamanlarda aynı yatakta yatmak istiyor ve geneldede yatıyordu. Bu da beni çok zor durumda bırakıyordu.
Neden böyle olmuştu birkaç sebebi olabilir diye düşünüyordum. belki kafamı bu düşünceye fazlaca taktığımdan her hareketini öyle yorumluyordum. Yada annem kendine laf etmeyeyeyim diye bana daha yakın ve ilgili davranmaya başlamıştı. Samimi olması gibi bir ihtimalde vardı tabiki.
Annem işyerime gidip geldikçe istem dışı mahrem yerlerine bakıyordum. Bir gün pembe askılıklı bir t-şört giymişti. Gögüslerinin kenarları görünüyordu. Annem telefon açmak için eğilmişti. Aramızda masa vardı. Fazla olmasada göğüslerinin bir kısmı daha ortaya çıkmıştı. aletim hareketlenmişti. Annem aniden başını kaldırınca beni görür gibi oldu ama tam emin değildim.
Görüşmelerimiz seyrekti, bazen üç haftayı bulduğu oluyordu. Bir iki hafta sonra tekrar geldiğinde üzerinde siyah bir gömlek, altında mavi dar bir kot vardı. Gömleğinin üç düğmesi açıktı. Memelerinin kenarları ve siyah sütyeni görünüyordu. Yine telefon etmek istedi eğildi, Ben sütyenini ve portakalı andıran beyaz memelerinin sütyeninden taşan kısımlarını olduğu gibi görmüştüm. Aklıma bir an geçen hafta benim ona baktığımı anladığını ve bu hafta daha açık giyip bana baktırmak niyetinde olabileceği geldi. Ürperdim.
Yemeğe çıktık.
Sürekli konuşuyor neyi neden yaptığını anlatıyordu. Bir ara kafamı kaldırıp yüzüne baktım.
- Anne bana açıklama yapmana gerek yok, ben zaten herşeyi biliyorum.
- Olsun oğlum yinede daha iyi anlaman için anlatıyorum.
- Anlamıyorsun anne yaa ilgilenmiyorum istediğini yap, yani rahatsın işte istediğini yapabilirsin yani ne bileyim hayatında başka bir erkekde olabilir bu beni ilgilendirmiyor.
- Yok canım daha neler yok oğlum öyle bir şey.
- Dedimya fark etmez neticede 45 yaşındasın ihtiyaçların olabilir, karşılamak zorundasın.
- ... ...
Herhangi bir cevap vermedi. başka bir konuya geçtik bu benim ona cinsel konularda ilk yaklaşma çabamdı, olumsuz bir tepki almamıştım. Fakat olumluda değildi. Yinde üstü kapalıda olsa annemin seks hayatından bahsetmek beni heyecanlandırmıştı.
İçimdeki ensest arzular bazen köreliyor bazen hiç kalmıyor kimi zamanda doruğa çıkıyordu. Ama tercihim her zaman üst düzeyde olması yönündeydi çünkü annemi düşünmekten çok ayrı bir keyf ve zevk alıyordum. Çoğu zaman bir yada iki hafta masturbasyon yapmıyordum. Böylece azgınlaşıyor. Annemle ilgili farklı fanteziler kuruyordum. Özellikle böyle zamanlarda annemle görüşürsek onu görmek bile beni ereksiyon ediyor. Memelerini görsem yada yanlışlıkla ! hafifçe dokunursam boşalacak hale geliyordum. Yine bir haftadır hiçbirşey yapmamıştım. Annem akşam abimlerde kalacaktı. Benide çağırdılar.
Abimlerde yemek yendi, tv izlendi ve yatma vakti geldi.
Annemle yine birlikte yatacağımız için bir plan yaptım. Gece yarısı o uyurken sanki uyku sersemi atmışım gibi elimi kalçasına atacak ve elleyecektim.
Yatağa girdim. Annemin altında krem rengi ayak bileğine kadar bir dar tayd vardı. Küçük götünün yuvarlakları yine meydana çıkmıştı. Giydiği klasik külodun çizgileri kalçalarının kenarlarında belirginleşmişti. Işığı söndürdü ve oda yatağa girdi. Vaktin iyice geçmesini bekliyordum. Bu sırada annemi karım gibi hayal ediyor fantezi kuruyordum.
Annem yanımda yatıyordu...
Gece yarısı olduğunda uygulamaya geçtim ve soldan sağa dönerken elimi tam kalçasının üzerine koydum. Oohhhhhh yumuşacıktı. Sıkmamaya özen göstedim. Yarağım gemici direği gibi olmuştu. Uzun zamandır bakmakla yetindiğim göt şimdi elimin altındaydı. Hiç kıpırdatmadım. Biraz ucuz bir tabir ama sevgili annemde de tam sikilecek göt vardı. Bir süre sonra korkarak elimi çektim ama tam yanına yere koydum. Beş on dakika geçmeden annem döndü ve tam elimin üzerine kalçası geldi. Ohhhhhh ölüyorum sandım... bir an kalp atışlarımı duyacak diye korktum. Annemin götünün ağırlığı elimin üzerindeydi. Dayanamadım sol elimle sikimi çıkarıp 31 çekmeye başladım. Annem yanımda yatıyordu. Götü elimin üzerindeydi. Ve ben yarağımı okşuyordum. O an üzerine attırmak istedim. Boşalmaya başlamıştım. Kenara doğru çekilip küloduma attırdım. Gelişmeler ardı ardına geliyor ben baştan çıkıyordum. Basit bir cinsel açlık ve ilgiden başlayan olaylar ne boyutlara ulaşmıştı.
Ertesi gün annem çok normal davrandı. Annemin rahat ve yakın tavırları sayesinde onunla ilişkiye girebileceğimi düşünmüştüm. Fakat bir aile faciasına yol açmak ise çok kolaydı. Dikkatli ve temkinli olmak durumundaydım. Annemin ilgisini ortaya çıkaracak yada bana karşı ilgisini arttıracak bir takım planlar düşünmeye başlamıştım.
Bir hafta sonu yine abimlerde kalacaktık. Sabahtan başlayarak sürekli sırtımın ağrıdığını söylüyordum. Akşam üstü tahmin ettiğim gibi abimler alışverişe çıktılar annem ve ben kalmıştık. Daha önceden hazırladığım kremi alıp annemin yanına gittim. Anneme sırtımın ağrısının geçmediğini biraz sırtımı ovup ovamıyacağını sordum. Doğal olarak kabul etti. T-şörtümü çıkardım sadece boxerımla kalmıştım annem elini sırtımda gezdirmeye başladı. Bense seviştiğimizi hayal etmeye başladım. Elleri vucuduma değdikçe sertleşmiştim onu tahrik etmek için hafif hafif sanki ağrıdanmış gibi inliyordum. Oflamaya başlamıştım :
- Offf offf evet anne çok iyi orası biraz yukarı uhmmm çok iyi.
- Nasıl daha iyimi.
- Evet anneciğim bastır biraz ahhhh işte bu iyi geldi, ohhhhh harikasın!!!
Harikasın diye inleyince. Annem birden hadi bakalım yeter diye çekildi. Doğruldum. Şakayla karışık istersen bende sana süreyim dedim. Aldığım cevap kısa ve netti. Hayır. Fakat bunu söylerken gözü boxerimden rahatlıkla belli olan iyice kalınlaşmış ve irileşmiş yarağıma takılmış. Ama bakışlarını hemen kaçırmıştı.
Ne zamandır kolladığım fırsat birkaç gün sonra geldi. Babam tekrar memlekete gidecekti. Anneme telefon açıp üç günlük iznini o günlere alması için sözleştik. Annemin sorun çıkarmaması hoşuma gitmişti.
Birkaç gün sonra evde yine yalnız kalmıştım. Akşamüstü annem geldi. Elinde alışveriş torbaları vardı.
Akşam güzel bir sofra hazırladık. Annem kendine votka bana bira almıştı. Annemin üzerinde kırmızı bir bluz altında beyaz bir şort vardı. Kırmızı bluzundan içine giydiği siyah sütyen belli oluyordu. Sütyenin omuzlarındaki lastikleri bluzun omzu genişledikçe ortaya çıkıyor içimi gıcıklıyordu. Beyaz şortundan hiçbir külot izi belli olmamasından içine yine tanga türü bir şey giydiğini anlayabiliyordum. Hafta sonu denize gittiğinden hafifçe esmerleşen baldırları etli ve pürüzsüzdü.
İçtikçe daha çok konuşuyor şakalaşıyorduk. İyice sarhoş olunca onu sikebilirim diye düşündüm. Konuyu yavaş yavaş erotizme getiriyordum. Televizyondaki mankenlerden konu açıldı :
- Ne kadar uzun bacakları var.
- Bırak anne yaa hepsi pörsümüş...
- Olurmu canım şuna baksana...
- Bu yaşta vucutlarına bak televizyondan göründüğü gibi değil hepsi hayat kadını gibi... tabi mesleğini namusuyla yapanlar çoğunluktadır belki ama parayla çalışanları da varmış.
Annem gülerek :
- Sen hayat kadınlarıyla çok haşır neşir oluyorsun galiba aman dikkat et hastalık kapma
- Aman açtırma ağzımı... sanki veren varda yapmıyoruz.
- Neyi veren ?
- Nınını
- Neyi ?
- Önündekini...
- Terbiyesiz çocuk... kime çektinki sen böyle...
- Bilmem ki...
- Valla oğlum yaşın genç önlemini aldıktan sonra hayatını yaşayacaksın, bunu bilir bunu söylerim.
- Aynı şey senin için de geçerli anne bu hayat zevk almak için, rahat etmek için var.
- Nerde oğlum baksana bizim dere çağlıyor, suları akıyor boşa... derede kuruyacak bu gidişle.
- Ne deresi anne yaaa.
- Hiiiç bizim köydeki dere diyorum.
- Haa, bizim ağaçtaki dalında kabuğu soyuldu artık asılmaktan.
- Hangi ağacın ?
- Bizim köydeki ağacın ; hani onun kalın uzun bir dalı vardı ya asılıp sallanırdım ona onu diyorum.
- Öylemiii... .
Televizyona dönerek :
- Offf kızdaki vucuda bak.
- Benden meraklısın anne yaa kaçırmıyorsun hiçbirini.
- Bende böyle vucut olacak... .
- Amann ne güzel bak yaşını göstermiyorsun. Piliç gibisin işte. Vucudunda diri.
- Yok be oğlum yaşlandık artık.
- Bırak şimdi taş gibisin be anne.
- Beğeniyormusun beni ? Ciddi ciddi bir kadın olarak yani...
Güldüm :
- Tabi canım hastayım sana... annem olmasan.
- Annen olmasam neremi beğenirdin en çok ?
- Hımm bir düşüneyim memelerini sanırım bir de kalçalarını...
- Yok be küçücük onlar.
- Ben küçük severim.
Bu konuşmaları iyice sarhoş olmuş bir halde yapıyorduk. Neredeyse sarhoşluktan kendimizden geçmiştik. Arsızlaşmış azmıştık. Annemin meme uçları belirginleşmiş, bacaklarını birbirine kenetlemişti. Kimbilir belkide zevk sularının bacaklarından süzülmesini engellemeye çalışıyordu. Benimse kasıklarım ağrımaya başlamış. Dokunsam boşalacak bir hale gelmiştim.
- Görsen beğenmessin.
- Göster o zaman.
- Sen benim oğlumsun ayıp...
- Peki sen benim hakkımda ne düşünüyorsun.
- Humm bence sen çok seksi bir erkeksin. Kızlar eminim sana deli oluyorlardır. Bizim işyerinde beraber çalıştığım kız resmini gördü çok beğendi seni. Bir görsen daracık giyiniyor. İçine don sütyen bile giymiyor bazen ama bebek gibi kız.
- Aman anne beni deli mi etmek istiyorsun... zaten zor durumdayım.
- Oğlum zor durumdaysan gidip göreceksin işini. şiiişşt yanlız bak söyledim... hastalık kaparsın kılıfını tak...
- Amann o da en sevmediğim şey... bütün zevkini yok ediyor işin...
- Niye oğlum hassası var binbir çeşidi var... renklisi bile var neler yaptılar yahu, ne işe yararki renklisi...
- Fantezi herhalde... Tatlı olanlarıda varmış...
- Iyyy hayatta ağzıma almam plastiği ne iğrenç...
Annem bacak bacak üstüne atıp şortunun iyice kasıklarına doğru sıvadı, baldırlarının üst kısmı tamamen meydana çıkmıştı. Bir peçete alıp “ooff amma sıcak” oldu diyerek boynunu memelerinin kenarlarını silmeye başladı. Elini kenarlara doğru soktukça ortaya çıkan memeleri titriyor, içe doğru gömülüyordu. İçkisinden bir yudum aldı derin bir iç çekti.
- Ooo konu nerelereden nerelere geldi. Ne diyeceğim sana yarın tavernaya gidelimmi ?
- Aman anne ne yapacağız orda...
- Ne yapacağızı varmı eğleniriz...
- Tamam bakarız...
- Ben bir işyeyim...
Annem tuvalete geçti. Bende parmaklarımın ucuna basarak tuvalet deliğine gözümü dayadım. Annem o sırada klozete oturmuştu. Tıssssssssssssssssssss diye bir ses geldi. Ooooohhh işiyordu. Kalçalarının kenarlarını ve bacaklarının tamamını görüyordum. O an sertleşmiş sikime dokunsam. Boşalabilirdim. Ama yapmadım çünkü bu akşam annemi sikecektim. O da istiyordu biliyordum. Alkolün verdiği bir cesaret vardı. Annem kalktı o an ilk defa amcığını görecektim. Fakat annemin amı orman gibi kıllıydı. Bir tuvalet kağıdı koparıp kılların üzerinden amcığına doğru bastırdı. Annemin altını çıplak ilk defa görüyordum. Kasıklarına kadar dağılan kıllar her yanı kaplamıştı, baldırları hafif kırmızıydı. Mayo izi olan yer bembeyazdı. Altına kadife tangasını giymişti önce onu çekti arkasını döndü. Şortunu çekmek için hafifçe eğilince dolgun götünün arasından yarılmış bir sulu şeftaliye benzeyen amcığını gördüm. Tanganın ipi tamamen içine girmişti. Amının dudakları iki yana açılmış yaprağı andırıyordu. Hızla şortunu çekti.
Annem odama girdiğinde...
O gece işi neden bitirmedik bilmiyorum. İkimizde sarhoştuk, azgındık. Annem tuvaletten çıkar çıkmaz odasına gitmiş üzerini bile değişmeden yatıp uyumuştu. Belkide çok sarhoş olduğundan sızıp kalmıştı ya da annelik içgüdüleri ağır basmıştı... toplumun en büyük tabusunu, dini sorumlulukları, ahlaki değerleri bir kalemde silip atmak kolaymıydı, peki ya oğlunun koynuna giren kadın olmak, ucuzlamak, basitleşmek ne kadar kolaydı. İlk adımı benim atmam gerekiyordu ama bende bu cesaret yoktu. Ama artık annemden emindim ve onu baştan çıkarmak için bir kaç düşüncem daha vardı.
Sabah olduğunda akşamki cesaretimden eser kalmamış bir vaziyette uyandım, vakit daha erkendi. Altımda boxerim vardı. Dün geceki konuşmalar ve annemin tuvaleyeki hali aklıma gelince yarağım kalınlaştı. Annem sabahları genelde perdeleri açmadan odam havalansın diye camları açardı. Yine geleceğini düşünerek sikimi boxerin düğmeli yerinden çıkarttım. Amacım annem odama girdiğinde rüyamda ereksiyon olmuşum ve sikim boxerimdan fırlamış sanmasıydı. Çok beklemeden yaklaşık bir on dakika sonra yarağım dimdikken annem içeri girdi. Tek bacağımı yana doğru atmış iyice meydana çıkartmıştım. Gözümü iyice kısmıştım ama ortamı görebiliyordum. Annem daha odaya girer girmez benim aleti fark etti. Başını iki yana sallayıp camları açtı. Sonra gereksiz yere masanın üzerini toplamaya başladı. Odada oyalanıyor dönüp dönüp sikime bakıyordu. Yanıma kadar geldi. Annem gözlerini yarağıma dikmişti. Yanımdaki pikeyi alıp üzerimi örttü. Pikeyi örterken elini sikimin o kadar yakınından geçirmiştiki, kalbim duracak sandım.
Annem çıktıktan sonra on onbeş dakika sonra bende altımdan boxerimi sıyırdım. Duşa girecektim ve evin içinde çırılçıplak geziyordum. Tam tahmin ettiğim gibi annemle koridorda karşılaştık. Annemin gözleri açıldı. Elimle yarağımı kapadım ama başını bilerek açıkta bırakmıştım.
- Oğlum bu ne hal.
- Sen uyandınmı yaa anne bende duşa girecektim, bakmasana.
- Bir bornoz giysene yavrum üstüne.
- Ne bileyim ya kusuruma bakma.
Elimi sikimden çekip arkamı döndüm. Annem arkamıda görmüştü. Banyoya girdiğimde zevkten dört köşeydim, anneme her yerimi göstermiştim, bundan daha büyük bir keyf olabilirmiydi.
Akşam olduğunda tavernaya gitmek için hazırlanıyorduk. Annem kırmızı bir gömlek giymişti. Altında ise baldırlarını ve kalçalarını sımsıkı saran beyaz kumaş bir pantolon vardı.
Mavi, kırmızı neon ışıklar ; basık bir tavan. Beyaz üzerine sarı masa örtüleri, takım elbise giymiş papyonlu gül satan bir kız, sıra sıra duran garsonlar, bol aynalı geniş pist, kabartma işlemeli bir sahne, eski Türk Filmlerinden fırlamış gibi duran kırmızı bir halı bu küçük tavernayı tipik hale getiriyordu.
Fiks menü alıp oturduk. Yemekler gelirken annem rakı ben votka içiyordum. Bir süre sonra şarkıcı sahneye çıktı. Hiç sevmediğim ama oynak parçalar çalıyordu. Aradan geçen saatlerde yine annemle yine çakır keyf olmuştuk. Bir ara annem kalkıp oynamaya başladı. Gördüğüm görüntü karşısında dehşete düştüm. Pistin ortasında onlarca insan dans ediyordu. Annem kıvırttıkça sahnede dolaşan parlak ışık vucudunda geziniyordu. Ama o ışığın etkisiyle annemin ince kumaş pantolonundan götü ve kıçına geçirdiği kırmızı tanga külotu olduğu gibi görünüyordu. Slow bir müzik başlayınca tekrar yanıma gelip oturdu. Yüzümde muzip bir gülümseme vardı:
- Anneciğim...
- Ne var ?
- Hani dün senle konuşmuştuk ben sana bana şakayla poponu gösterirmisin demiştim ya...
- Öyle mi dedim ?
- Hıı ama gerek kalmadı...
- Neden...
- Çünkü sen dans ederken sahnede ışık vurdukça her tarafın olduğu gibi göründü zaten...
- İnanmıyorum ciddimisin lan ! Şaka yapma bak... .
- Cidden külotun kırmızı değilmi tanga tipi.
- Evet... desene rezil oldum... ayyy kalkmam ben yerimden artık.
- Bırak canım kimse fark etmez hem etse ne olur millet neler giyiyor. Kimse bakmaz kıçına.
- Beğenmedin yani...
- Yok canım dikkat atmez dedim taş gibi yoksa taşş maşşallah.
Gülüştük.
- Dans edelimmi anne...
Ağır bir müziğin eşliğinde dans etmeye başladık.
- Her tarafım görünüyor yaa sende dansa kaldırdın.
- Aman... baksana millet donsuz geziyor.
Kafasını çevirdiğinde orta yaşlı mini etek giymiş sarışın kadını gördü. kadın derin dekolteli bir bluz giymişt.
- Off çok seksiymiş be. Gidip konuşsana yanına.
- Hadi yaa sonrada yanındakiler oysun dimi beni. Hem bakmaz o bana
- Neden bakmasın aslan gibi çocuksun... senden iyisinimi bulacak. Off off olamadık şöyle kısrak gibi bir hatun...
- Niye öyle diyorsun anneciğim bazıları tay sever!!!
Annemin vucudu elimin altındaydı. Çok fena olmuştum. İstem dışı kasılmış, gerilmiştim.
- Ama sende çok kötü bakıyorsun bu kadına, baksana kasıldın, gözlerin falan kayıyor, dur bakiimm kaldırdınmı yoksa sen!!!
Daha annemin ne dediğini anlamadan annem dibime kadar sokulup göbeğinin alt kısmına doğru sikime bastırdı.
- Hımmmm... tam tahmin ettiğim gibiAyıp bee.
- Oh anne evettt...
Müziğin ritmiyle sağa sola hareket ediyorduk. Bu hareket sırasında annem göbeğini bana doğru bastırıp kasığına doğru sürttürüyordu. Sonrada kasığında tekrar göbeğine...
- Uhhh anne işte böyle.
- Ne olduki oğlum dans ediyoruz işte
- Pufhhh evett anne dans ediyoruz.
Terlemiştim ve neredeyse kendimden geçiyordum. Pist çok kalabalık olduğundan birde sürtünmemiz sanki dansın kendi ritmindenmiş gibi göründüğünden kimse ne yaptığımızı anlayamazdı. Artık ok yaydan çıktı diye düşündüm. bu nedenle dudaklarımı annemin dudaklarına doğru götürdüm. Fakat annem kendini geriye doğru çekti.
- Şişşşş ne yapıyorsun. Ben senin annenim. Hadi yeter bu kadar dans oturalım.
- Az önceki sadece dansmıydı sence anne.
- Evet oğlum dans
- Danstı yani.
- Evett ne olabilirki başka.
Annemin ne dersem diyeyim analamamazlıktan geleceğini anlamıştım. Sesimi çıkarmadım. Yarım saat kadar sonra program bitti eve döndük.
Evde annem üzerini değişmek için odaya girdi. Su almak için odasının önünden geçerken kapısını ardına kadar açık bıraktığını gördüm. Sırtı dönüktü. Altında pantolonu vardı üstünü ise çıkartmıştı. Siyah sütyeninin sırt lastiğini ve pürüzsüz sırtını görünce kapının önünde hareketsiz kaldım. Annem yüzünü hiç bu tarafa dönmüyor. Sırtı kapıya dönük soyunuyordu. Ve eminimki bunu bilerek yapıyordu. Pantolonun indirdi. Bir kez daha iri kavunu andıran kalçalarını ve o iki topaçın arasında kaybolup giden külodunu görmüştüm. Annem külot sütyen önümdeydi. Dantelli siyah sütyen yine dantelli kırmızı küloduyla karşımda duruyordu.
O yüzünü bana dönmeden kendimi odama zor attım. Duavara yaslanıp sayıkladım :
“Offf sik işte orospuyu... fahişe, fahişe, fahişe!!!! istiyor işte orospu git sik!!! domalt gir götüne oooff!!!
Annem başını göğsüme yasladı...
Biraz sakinleşince içeri geçtim. Dolaptan sabah aldığımız buz gibi beyaz şarabı çıkarttım. Yanına armut, elma, muz, ve üzümden oluşan bir meyva tabağı hazırlamıştım. Romantik bir müzik açtım. Işıkları söndürüp mum ve tütsü yaktım. Odanın içi iyice loşlaşmıştı, mum alevinden çıkan ışık esen hafif rüzgarla dalgalanırken, tütsünün egzotik kokusu odaya yayılıyordu.
Annem odaya girdi. Elini yüzünü yıkamış, üstüne beyaz uzun geceliğini giymişti. İçinde sütyen olmadığı yuvarlak memelerinin serbestliğinden ve hafifçe çıkık olan göğüs uçlarından anlaşılıyordu. Kanepeye oturdu. Bacak bacak üstüne atınca yırtmacı sıyrılıp baldırlarının üst tarafı meydana çıktı, vucudunu geri doğru atmıştı. Bir kadeh ona bir kadehte kendime doldurdum. Bir süre sonra müzik ve alkolün etkisiyle anneme dans edelim mi ? diye sordum. Önce biraz tedirgin, ürkek sallanmaya başladık. Sonra biraz daha yaklaştık. O ellerini boynuma dolamıştı, benim bir elim sırtında diğer elim ise belindeydi. Bir süre sonra vucutlarımız birbirine kenetlenmişti. Annem başını göğsüme yasladı. Ellerimi vucudunda gezdirmeye başladım.
- Oğlum...
- Efendim
- aletin kalktı.
Gözlerimin içine baktı :
- Bana da mı ?
- Evet anne...
Başını iki yana sallayıp parmak uçlarını dudaklarıma götürdü.
- Olmaz...
Biraz daha yaklaşmaya çalıştım. Ama beni ittirdi. Başımı öne eğdim, suratımı astım. Elimi anlıma götürüp, saçımı düzelttim. Amacım kendime acındırmaktı. Odama geçtim. Emindimki annemin yüreği parçalanmıştı.
Bilgisayarı açıp daha önce hazırladığım. Taboo 3 ‘ ü başlattım. Filmi izlerken annem içeri girdi. Bana baktı :
- İçeri gelmeyecekmisin ?
- Burada oturalım.
Mavi ekrana doğru baktı :
- Bunlarımı izliyorsun ?
- ….
Arkasını dönüp gidiyordu.
- Anne.
- ???
- Otursana birlikte izleyelim.
- Dul bir kadın olduğumu unutuyorsun ?
- Otur bak bu film konulu senin durumundaki bir kadının bulduğu çözüm var.
- Oğlum, benim durumumun tek bir çözümü var neyse konuşturma beni şimdi. Bunları izletip günaha sokacaksın beni.
Yanıma ilişti. Filmi baştan başlattım. Taboo 3 de annem yaşlarındaki dul bir kadının hikayesi vardı. kadın cinsel açlık çekiyordu. Bir oğlu vardı. Oğlunun en yakın arkadaşının annesi bu kadının yakın bir arkadaşıydı ve kendi oğluyla ilişkiye giriyordu. kadın bir gün yakın arkadaşını oğlunun arkadaşı yani diğer kadının kendi oğluyla sevişirken yakaladı. Ve sonra önce arkadaşının oğluyla gelişen olaylar neticesindede kendi oğluyla ilişkiye girdi.
Annemin lise düzeyinde ingilizcesi vardı. kadının kendi oğluyla ilişkiye girmesinin bitiminde elini boynuna götürüp terini sildi. Biraz hırıltılı bir sesle:
- Oğlum sapık bunlar... günahkar...
- Neden anne başka adamlarla ilişkiye girmek de öyle değilmi ? Anne ve oğul herşeyi paylaşırken bunu neden paylaşmasın. Birbirlerinin ihtiyaçlarını karşılıyorlar.
Yutkundu :
- Sendemi böyle şeyler hissediyorsun ?
- Anne dayanamıyorum seni istiyorum ben. Hemde çok uzun zamandan beri, biliyorum sende beni istiyorsun.
- Hayır. Nasıl böyle bir şey düşünürsün. Sen çekicisin, seksisin, yakışıklısın ; bana bakman, seni tahrik etmek hoşuma gidiyor ama sen benim oğlumsun. Beni düzmene izin veremem.
Bak anne oğlun olarak sana karşı vazifelerim var. İhtiyaçlarını karşılamalıyım. Anne olarakda senin bana karşı vazifelerin var sen her zaman çok iyi bir anne oldun, ihtiyaçlarımın büyük bir kısmını her zaman karşıladın sana minnettarım ama benim için yaptığın onca şeyden sonra ancak bana kendini verirsen harika bir anne olacaksın, ancak o zaman mükemmel anne olabilirsin.
- Allah aşkına sen bu söylediğine inanıyormusun ?
- Anne anlamıyormusun ihtiyacım var. Sana bir kere girmezsem kafayı üşüteceğim. Bunu mu istiyorsun.
Elinden tutup kaldırdım. ”Hadi dans edelim anneciğim”. Müzik açtım. Bedenlerimiz yine kenetlenmişti. Ellerimi vucudunda gezdirneye başladım. Annemin yüzü ağlamaklı bir hal almış. Başını kimi zaman iki yana sallıyor kimi zamansa geriye atıyordu. Meme başları iyice irileşmişti. Sol elimle memesini sıkıp ucunu iyice belirginleştirdim.
- Lütfen şu meme uçlarına bir bak neredeyse geceliğini parçalayacak...
Bu sırada sağ elimi etekliğinin içine sokup amına attım. Annemin amı köpürmüş. Klasik düz beyaz külodu sırılsıklam olmuştu. Annem ıhhh la ohh orası bir ses çıkarttı. O anda gergin vucudu gevşedi ve kendini bana bıraktı.
- Ohhh şu haline bir bak.
- Oğlummm günaha gireceğiz.
- Oh anne bütün günahı bana.
- Bak bir kere sadece bir kere başka hiç bir zaman istemeyeceksin. Sonra abdest alıp tövbe deceğiz!!!
- Anneciğim bir kere tamam bir kere...
Anneminle dudaklarımız birleşmişti. Dilini emiyordum oda dudaklarımı ısırıyordu. Çenesini boynunu öptüm. Geceliğini bir çırpıda çıkarttım. Oda altımdan şortumu sıyırıp sikimi avuçladı. Yatağa yatırdım külodunu çıkartım tüm vucudunu emmeye başladım. Baldırlarını, göbeğini, memelerini, meme uclarını, boynunu ; dilim tüm vucudunda geziniyordu. ”Cehennemde yanacağız” diye inledi. ”Cehennem alev gibi yakıcı ve sıcaktır tıpkı senin amın gibi cayır cayır yanıyordur anneciğim” diye cevap verdim ve yarağımı kıllı amına tek hamlede soktum.
- Ohhhhhhhh yarakkkkkkkkkkkkkk!!!!!!
Anneme saydırmaya başlamıştım yarağım amcığına girip çıkıyordu annem kollarını iki yana açmış yatağı çekiştiriyordu. Yarağım girip çıktıkça el şaklatması gibi bir ses odanın içine yayılıyordu. Annem bacaklarını belime dolayıp, hafifçe havalandı. Bu ufak tefek kadın ben geçirdikçe yataktaki maharetini ortaya koymaya başlamıştı. Şimdi oda kalçalarını ileri geri sallamaya başlamıştı. Memeleri sağa sola pervasızca sallanıyor, birbirine çarpıyordu. Annemin tırnaklarını sırtımda hissettim “arrrrggggghhhhhhhh geliyorummmm!!!!!!”Kafasını iki üç kere yastığa gerisin geri vurdu ve yığıldı kaldı. Gelmek üzereydimki eliyle sikimi tutup iki kere sıvazladı. Şiddetle göbeğinden memelerine kadar fışkırttım. Üzerine yığılıp kaldım.
Uyuyup kalmışız, vakit ne olduğunu anlamadan öğlen olmuştu. Göz kapaklarımı araladım. Annemle aynı yatakta çırılçıplak yatıyorduk. Sarhoşluğun verdiği derin baş dönmesi ve kendinden geçme kalmamıştı. Ben istediğimi almıştım. Ama bu kadarıyla yetinebileceğimi hiç sanmıyordum. Acaba annem ne tepki verecekti. Bir ara kalkıp giyinmeyi bile düşündüm. O sırada annemde göz kapaklarını araladı. Üzerimizde bir pike sırt üstü yan yana yatıyorduk.
Günaydın dedim. Günaydın dedi :
- Nasılsın anne.
- Nasıl olayım oğlu tarafından sikilmiş gibi.
- Yani ?
- Yani zevkten gebermiş ama kirli, ahlaksız.
- ... .
- Babana sapık derken başıma gelene bak.
- Nasıl yani ?
Kolunu üzerime ayağınıda ayağımın üzerine attı. Sessiz ve sakin bir tonda konuşmaya başladı :
- Baban onunla yaparken bana hep seni hiç abilerin siktimi yok şu abin siktimi bu abin arkadan girdimi diye konuşur zevk alırdı.
- Nasıl yani dayılarımın seni düzdüğünü mü düşünürdü ?
- Evet. Hatırlarmısın eskiden bir adam vardı bize gidip gelirdi.
- Evet.
- Bir kerede beni sarhoş edip onun koynuna soktu.
- Siktimi adam seni.
- Hayır ama her yanımı elledi. Amımı yaladı.
- Ya babam.
- Sandalyede oturup bizi izledi.
- Sen git bu sebeplerden adamdan boşan sonrada oğlunun koynuna gir iş mi ?
- Ama anne...
- Boşverr hadi bakalım bin bana gece bir bok anlamadım birde gündüz gözüyle görelim senin aleti. Bende kaşınıyordum. Sende kaşıdın işte. Artık kocam da oğlumda sensin.
Zaten kalkmış olan yarağımı annemin amına sürtmeye başladım. Annem “ off hadi memelerimi em” dedi. Göğüslerini yalamaya başladım. Bir süre sonra annemin amı sulandı. Meme uçlarını emerken yavaşça içine kaydırdım. ”Evladım!!!” diye inledi annem. Geceki kadar ateşli değildik ama iyi sikişiyorduk. Yaklaşık yirmi dakika bu pozisyonda girip çıktım. Kimi zaman yavaşlıyor kimi zaman hızlanıyordum. Annemin götünü avuçladım. Sırtını iyice yere bastırıp ittirdim. ”Ahh anne attıracağım”. ”dur oğlum içime değil ayyyyyyyyyyyy patlat içime bende geliyorum!!!!!!”.
Annem bana zaten güvenli günlerinde olduğunu hamile kalmasının zor olduğunu anlattı. Zaten hiç gelmeye niyeti yokken amcığına fışkırtmam öyle bir zevke getirmişki onu o anda anında onunda beli gelmiş.
Bir insan annesiyle yattığında bundan sonraki seks yaşamı tek düze geçecek her seferinde annesinin üzerine çıkacak on beş dakikada işi bitirip uyuyacağını sanıyor. Bende öyle sanmıştım. Ama annemin buna hiçde niyeti olmadığını az sonra öğrenecektim.
Bana döndü :
- Amım çok kıllı değilmi ?
- Evet anne orman gibi kaç aydır kesmiyorsun... ?
- Çokk üşeniyorum... bana yardım edermisin ?
- Kesmeyemi tabi neden olmasın...
Annem klozete oturup bacaklarını iki yana doğru genişçe açtı. Traş köpüğüyle kıllarını iyice köpürttüm. Tüm kılların üstü bembeyaz köpük olmuştu. Annem traş bıçağını yaklaştırdığım sırada gülerek”amımı kesme lan sakın”dedi. Yukarıdan aşağı doğru tek hamlede indirdim. Yukarıdan aşağı bir jilet boyu kadar alan tertemiz olmuştu. Kıllar çok uzun olduğu için bıçağı sık sık yıkıyordum. Ben kestikçe annemin amı gün gibi ortaya çıkıyordu. Annemin amı nasıl ?Annemin amı bir kere genişti, dudakları hafif sarkmış, yaprak gibi kıvrılmıştı. Klitorisi iri ve biçimliydi.
Annemin kasıklarına kadar başımı kokmuş itinayla ince detaylarıda traşlıyordum. Annemin amı hoş bir ter kokusuyla birlikte sabun kokuyordu. Bir süre sonra işim bitmişti. Ilık su döküp duruladım, yıkadım. Ama sikimde dikilmişti. Annem bunu görünce eline alıp biraz okşadı. Ayaktaydım. Sikimi ağzına soktu. ”ohh anne” diyebildim. Köküne kadar yalıyordu. Annemi azğından sikeceğimi hiç ummamıştım. Annemse aşağılarda taşaklarımı sıvazlamakla meşguldü. Sonra taşaklarımıda yalamaya başladı. Daha sonra sikimin kafasını hafifçe ısırıp, vakumlamaya başladı. Çok dayanamayıp ağzına boşalmaya başladım. Ufalan sikimi ağzından çıkarttı. tıpkı porno filmlerde olduğu gibi dilini çıkartıp bana gösterdi. Dilinin üzeri ağzı döl doluydu. Suratını ekşitip hepsini yuttu.
Aradan neredeyse iki ay geçmişti. O iki ay boyunca annemle yanlızca telefonda görüşmüştük. O günden ve ertesinden hiç bahsetmemiştik.
Annemin altında...
Annem sabah telefon etti ve öğlen işyerimde olacağını söyledi. Öğlen geldiğinde annemde odamın kapısında öründü yemek yedik. Daha sonra kahvelerimizi alıp odama geçtik. Annemin altında klasik kesim keten kahve rengi bir etek. Üzerinde yine keten daha açık kahve bir gömlek vardı. ”Neler yapıyorsun bakalım” dedi. ”Ne olsun anne işte bildiğin gibi, sana hasretim bir tek” diye cevap verdim. ”Özledin mi beni ?”. ”Evet çok özledim anneciğim””Tabii, benim gibi annesi olsa herkes özler, anasını satayım önceden haftada bir aradın şimdi iki günde bir arıyorsun”. Annem kahvesinden bir yudum daha aldı. ”Nasıl idare ediyorsun 31 ‘ mi çekiyorsun”. ”Valla anne iki aydır elimi bile sürmedim, en son seninle işte, ya sen ne yapıyorsun”dedim. ”Bende öyle”. ”Azgınsın o zaman””Evet tıpkı senin gibi. ”Ya anne ne yapacağız otele falanmı gitsek ne yapsak””Bilmiyorum, olmassa gideriz ama bu gece abinlerdeyim sende gel görüşelim, o işi haftaya yaparız””offff dayanamam ben”.
O anda aklıma azgınlıktan işi odamda bile bitirebileceğimiz aklıma geldi. İşyeri öğlen olduğu için tenhaydı. Ama her an biri gelebilirdi. Bu çok riskli oldurdu. Sordum :
- Ne giydin içine ?
- Beyaz dantellileri...
- Ohhh...
Anneme gelsene diyerek odanın kenarına çektim. İkimizde ayaktaydık. Eteğinin havalandırıp ellerimi kalçalarına attım, okşamaya başladım. Sıkıyordum. Pürüzsüz, yumuşak, etli kalçaları avuçlarımdaydı. Külodunun dantellerini hissediyordum. Hastayım senin şu kalçalarına dedim. Götçü’sün yani dedi. Ohh evet götçüyüm. Birazda amını okşadım. Hemen sulanmış ıslanmıştı. Kimse gelmeden yerimize oturduk.
Akşam abimlerde her zamanki gibi yemek yenildi. biraz sohbet edildi ve tv izlendi. Tam sevdiğimiz bir dizi başlamıştıki. Kapı çalındı. Abim camdan baktığında bize döndü.
- Babam.
Annem panik oldu :
- Amannn hayatta görmek istemiyorum.
Babam benide bu gece mesaide sanıyordu. İkimizde abimlerin yatak odasına geçtik. Buzlu camlı kapıyı sıkı sıkıya kapatıp, anahtarını çevirdimArdından otomatın, bir süre sonra da babamın sesi duyuldu. Oturma odasına geçtiler. Sohbet sesleri az da olsa duyuluyordu.
Annem:
- 2 saatte gitmez şimdi bu dedi.
Karanlıktaydık. Babamların evden çıkmak için bu kapının önünden geçmeleri gerekiyordu. Benim yüzüm kapıya dönüktü. Karaltılarını görebilirdim.
Elimi annemin amına attım. Ne yapıyorsun diyecek oldu. Ama sesini çıkartamadı. Yatağın kenarındaydık. Yat diye fısıldadım. Sırt üstü uzandı, ayakları yere değiyordu. Bacaklarının arasına geçip. Dizlerimin üstüne çöktüm. Karanlıkta parlayan beyaz külodunu kalçalarını hafifçe havalandırıp çıkardım. Çıkardığım külodu annemin eline tutuşturdum. Eteğini yukarı doğru sıyırdım. Amcığı karşımdaydı. İştahla yalamaya başladım. Hoş bir tadı vardı. Güzel kokuyordu. Bir süre sonra vıcık vıcık oldu. Dilimi bir organ gibi kullanıp. İçine sokup çıkartıyor, klitorisini emiyor ; ısırıyordum. Annem bir eliyle kafamı kasıklarına bastırıyor. Diğer eliylede çığlık atmamak için kendi külodunu ağzına tutuyordu. Ellerimi iki yanına koyup yükseldim. Annemin genişlemiş amcığına soktum, girip çıkmaya başladım. Annem altımda kıvranıyordu.
Salonda babam, abim ve yengem otururken ben abimlerin yatak odasında annemi düzüyordum. Bir ara sesler salona gidecek diye yavaşladım. Neyse ki yatak kaliteliydi ki tek ses çıkmıyordu. Hızlanmaya başladım. Bir yandan annemin memelerini emiyor öte yandan göt deliğini okşuyordum. Annem zevkten çarşafları çekiştiriyordu.
Bir süre sobra salondan sesler gelmeye başladı. Babam kalkıyordu. Annemin içinden çıkmak için hamle yaptım. Annem ise bacaklarını bacaklarıma doladı ve amcığını sikime doğru ittirdi. Diğer bir yandan elleriyle kalçalarımı kendine bastırdı. Derin bir kasılma ve titremeyle boynuma dolandı.
Annemin kulağına eğilip...
Abimler ve babam tam kapının önündeydi. Karaltılarını görüyor, seslerini duyuyordum. Annemin bastırmasına dayanamayıp bende içine boşalmaya başladım. Annem sırt üstü yığılıp kaldı, kolları iki yana düştü, işi bitmişti. Bir kaç saniye sonra bende bitirdim. Hızlıca kalktım. Şortumu çektim. Annem eteğini çekiştirip, külodunu elime tutuşturdu. O an ki panikle külodu cebime soktum. Kapı tıklatıldı, yengemin sesini duyduk. Gitti dedi. Soluğumuz yerine gelmişti. Ama az kalsın yakalanıyorduk. Annem kıpkırmızıydı.
Bir kaç espri, konuşma geçistirmiştik. Annemin kulağına eğilip :”Yine içine boşaldım, başımıza bir iş gelecek” dedim. O ise : “Yok be oğlum ilişkiye girdiğimiz günden sonra doğum kontrol hapı kullanmaya başladım. ” dedi. Derin bir nefes almıştım.
Gece oldu ve yatma vakti geldi. Bize yine aynı odada yatak ayarlamışlardı. Ben önce yattım annem pijamasını giyip gelmişti. Yanıma yatınca elimi baldırlarına attım. Elimi ittirdi. Sikişmeyecekmiyiz diye sordum. Herkesin uyumasını beklememi söyledi. Yorgunluktan uyuya kalmışım. Ne kadar uyudum bilmiyorum. Sikimin okşanması hissiyle gözlerimi araladım. Annem yarağımı eline almış sıvazlıyordu. Uzun uzun öpüştük. Dudaklarını dilini emdim. Elimi bacak arasına attığımda pijamasını ve külodunu çıkardığını fark ettim. Kayısı gibi amcığı elime gelmişti. Saate baktım dördü geçiyordu. Aşağı kaydı, şortumu çıkarıp sikimi ağzına aldı.
İnsan annesini hiç o halde düşünmediğindenmidir nedir ? Ağzının mahareti karşısında hayrete düşüyor, annemin yalamak konusunda bir orospudan aşağı kalır hiçbir tarafı yoktu. vucudmu emerek ykarıya çıktı. yarağımı amına sokacaktıki kulağına fısıldadım :
“Götten girmek istiyorum”, “ Olmaz!!!”, “ Neden ? “, “Hem abinlerdeyiz hemde ne zamandır almadım arkadan”, “Ne farkeder sana girmemi istemiyormusun”, “ Ohhh evet oğlum ama önden yap hadi”, “Anneciğim yarağımı köküne kadar göt deliğine sokmak istiyorum” “ Ohhhhh çıldırtma beni”. Usulca kıçını bana döndü. ama önce parmağınla alıştır dedi. Göt deliği küçücük ve pütürlüydü. Parmak uçlarımla alıştırmaya başladım. İşaret parmağımın birazını sokunca kasıldı.
Biraz daha ittirdim. Yatağı parçalayacakmış gibi sıktı : “arrggghhh oğlum!!!! yapamayacağım çok acıyor”, “ Hadi anneciğim alırsın, gevşe biraz rahat bırak kendini”. Kasılması hafifçe geçti, kalçalarını okşayıp, gevşe diye fısıldadım. Sikimi deliğine dayamıştım. Kafası girince gerisi ağır ağır içine kaydı. Annem “ohhhhh girdin götüme “ diye inledi. Annemin topaç gibi götüne saydırmaya başladım. Daracık göt deliği sikimi sarmıştı. Kısa sürede gelecek duruma gelmiştim. ”Ohhh anne harika bir götün var, ohhhh ohhhh aahhımmmm geleceğim ben sende gelebilirmisin”, “ ahhhh götten gelemem ben oğlum sen gel çok acıyor... ”, “Ohhh anamın götünü sikiyorum, oaahhıhhh anacığım ne güzel götün var ohhh siktim götünü ahhhh ohhh geliyoooooooorumm... ne göt varmış sende orospu!!!!”. Döllerimin tamamını arka deliğe akıttıktan sonra. Annemin amcığını yarım saat kadar yaladım, o da boşaldı.
Annemle görüşemediğimiz dönemde sık sık erotik telefon görüşmeleri yapıyorduk. Yatağıma uzanmış annemle sohbet ediyordum. Konuşmamızın geneli bizim karı koca olmadığımız bu sebeple bir karı ve kocanın arasında asgari ölçüde bulunması gereken kıskanma, evlilik ahlakı gibi olayların bizim aramızda olmadığı istediğimiz fanteziyi gerçekleştirebileceğimiz yönündeydi. Anneme bana fantezilerini anlatmasını ve bunları uygulayabileceğimizi söylemiştim. Annem :
- Tabi oğlum yaa her kadın gibi benimde fantezilerim var ama zaten seninle bir ilişkim var ve bu bile bana fazla aslında. Yani ne bileyim bu zevk, seks deryası içinde kaybolup gitmek, iyice ahlaki değerlerden kopmak istemiyorum açıkçası.
Saatlerce bunun hakkında konuştuk neticede sınırlamaya karar verdik. Sadece bir kereye mahsus üç fantezi gerçekleştirecek, bunu sadece ilerki sevişmelerimizde hatırlayıp zevk almak için yapacaktık. Konuşmaya başladık. Anlat bakalım dedi :
- Hayır yaa, sen söyle önce anne.
- Olmaz sen söyle...
- Lütfen sen başla...
- Oğlum utanırım sen aklındakini söyle ben olur olmaz diyeyim.
- Off peki ne bileyim yani... işte başka birisiyle, yani başka bir erkekle yapman.
- Nasıl sen ve başka bir erkek mi.
- Hayır sadece o yapacak ben izleyeceğim.
- Gizlice ?
- Hayır açık açık. Sandalyede oturarak.
- Hımmmm hatta beni nasıl düzeceğini sen söylersin şöyle yap böyle yap diye.
- Gittimi hoşuna ?
- Ohh evet, ıslandım. Peki bu beni düzecek adam zenci olsa ?
- Evet... olur.
- Bulabilirmiyiz zenci ?
- Sanırım. Elde var bir sende sıra.
- Evet ben birde hep şeyi düşünürdüm. Sen aslında özellikle o yüzden tahrik ederdim. Bana tecavüz ettiğini.
- Seni zorla siktiğimi mi?
- Evet. Buda iki olsun.
- Gelelim üçe.
- Üçde benim sırrım olsun.
- Tamam anne sen bilirsin.
Bir hafta sonu kararlaştırdığımız ilk fantezi için buluştuk. Oturduğumuz yerden çok uzak semtteki barlara gidecek ve bir adam bulacaktık. İş otelde bitecekti. Anneme baktım akşam çıktığımızda bu kot ve tişörtle olmaz dedim. Sana seksi iç çamaşırları ve kıyafetler almalıyız dedim. Annem buna sevindi : “Evet oğlum bana iç çamaşırı beğen, zaten açık saçık giyinmek hep hayalimdi biliyorsun baban hiç izin vermezdi”
Zaten kalçaların küçük...
Çok büyük ve yine bizi kimsenin tanımayacağı bir alışveriş merkezine gittik. Bir biri ardına dizilmiş mağazalardan oldukça iyi bir iç çamaşı mağazasına girdik. İçeride biri yaşlı üçü genç kız dört kadın vardı. Bize doğru yakşalana annem iç çamaşırı bakacaktık dedi. Kız ne tür bir şey bakmıştınız diye sordu. Modellerinizi görebilirmiyim diye sordu. Kız annemi dükyanın öteki tarafına doğru götürdü. Ben mayaolara bakıyordum. Annem yüksek sesle seslendi : “ Oğlum baksana”. Bende yine dördünün duyacağı bir şekilde : “Efendim anne” “ Gel bak şu modellere”. Bizim anne oğul olduğumuzu anlamalarını istiyorduk. Bu bize ayrı bir zevk ve heyecan veriyordu. Satıcı kızın suratı bir tuhaf olmuştu. Annem ne dersin şu güzelmi diye kırmızı dantelli bir külot gösterdi. Burun kıvırdım.
- Ya anne bunlar iyi değil. String olsun. Dantelli olursa aa birde mor renk bence mükemmel olur.
Satıcı kız mor üzeri dantelli yer yer trasparan bir külot getirdi. Satıcı kıza baktım. Yanlız en küçük boy olsun lütfen dedim. Annem:”oğlum öyle sıkar dedi”, “ zaten kalçaların küçük külotta kalçalarından biraz küçük olursa daha dolgun ve iri durur”
Diğer kadınlarda kulak kabartmışlardı. Biz neydik anne oğul gibi gezinen olgun kadın ve onun jigolosumu, rahat modern bir ailemi, geniş meşrepli arsız iki kişimi ; sanırım en son akıllarına gelecek şey benim annemi siktiğim di. Evet onlar bilmiyordu ama şu gördüğünüz ufak tefek kadın benim annem, ve ben onu amından, götünden, ağzından defalarca siktim. Artık o kadar çok sikiştik ki fantezi arıyoruz. Ve siz sevgili satıcı bayanlar istemeyerek de olsa bu fanteziye hizmet ediyorsunuz.
Sarışın satıcı kıza baktım. Uzun boylu ve güzeldi. Altında dar bir tayt vardı. İçindeki kıçına kaçan külot belli belirsizdi. İri, dolgun çıkık kalçalarına baktım. İnsanın böyke bir afetle seks yapmak istememesine imkan yoktu. Acaba abisi yada erkek kardeşi varmıydı. Onlarda her gün gördükleri şu kalçalar, diri göğüslere benim baktığım gibi, kendilerine itiraf edemeselerde, bakıyorlarmıydı. Yada babası annesine binerken, hala bir seks hayatları varsa, bir an bile kızının götü gözünün önüne gelmiyormuydu. Bence kim olursa olsun bu kıza baktığında kaldırırdı. Aileden biri olsa bile.
Annemin sesiyle irkildim.
- Oğlum bakarmısın ?
- Efendim Anne ? Tamam geliyorum.
Annem kabinin perdesinden kafasını uzatmış beni çağırıyordu. Kabinin perdesinden kafamı içeri uzattım. Annem kabinde çırılçıplak soyunmuştu. Altına avuç kadar külodu giymişti. Külot amına iyice yapışmış yarığını meydana çıkarmıştı. Annemin çıplak meme uçlarına baktım dut gibi irileşmişti. Arkasını döndü. İnce ip götünün içinde kaybolmuştu. Kalçalarını ikiye aralayıp neredeyse göt deliğine girmiş mor dantelli ipi gösterdi.
Eğer zevkin ne olduğunu öğrenmek istiyorsanız bir iç çamaşırı dükkanına gidip annenizi çırılçıplak bir kabine sokun el kadar bir külot giydirip seyredin. ”ohhh orospu” diye fısıldadım.
Beş dakika sonra annem kabinden çıktı. Külodu masaya koydu. ”Bunu alalım”. Satıcı kız sütyen düşünürmüsünüz diye sordu, annem kafa sallayıp hayır dedi. O küçücük şeye dünyanın parasını ödedik.
Oradan çıkıp kıyafet reyonlarına baktık. Girdiğimiz bir mağazdan anneme dizinin neredeyse bir karış üstünde pileli bir etek aldık, annem oturduğunda baldırlarının üst kısmı meydana çıkıyor, bacaklarını hafifçe araladığında apış arası görünüyordu. Annem kabinde altına daracık mor külodunu giydi. Birde askılıklı hafif bol bir body aldık. Kabinin içinde anneme baktığımda altında eteği, sütyensiz bol body’siyle seks filminden fırlamış gibi görünüyordu. Pahalı kıyafetlerle ucuz bir orospu gibi görünüyordu. Hepsini paket yaptırdık.
Bu gece anname kayacak...
Gece barlar sokağına girdiğimizde bakan dönüp bir daha bakıyordu. Annem bana nereye gideceğimizi sordu. Bende reggy müzik çalınan zencilerin çokça olduğu bir bara gideceğimizi söyledim. Barın kapısından geçtik. İçerisi her zamanki gibi afrikalı kaynıyordu. Çalan benim pek hoşuma gitmeyen reggy müziği konuşmayı nerdeyse imkansız hale getirirken, insanlar yinede sohbet etmeye çalışıyordu. İçerisi oldukça karanlıktı. Ortalıkta gezinen kırmızı, mavi, sarı ışıklar sürekli yer değiştiriyordu. Annem bara oturup bacak bacak üstüne attı. Bir kaç göz hemen üzerinde toplanmıştı. Bu gece anneme kayacak birini bulmak hiç de zor olmayacak gibi görünüyordu.
Vakit ilerleyip biz içkileri peşi sıra içerken, ortam iyice ısınmış, kalabalıklaşmıştı. Hızlanan müzikle birlikte annem kalkıp kalabalığın arasında dans etmeye başladı. Annem sallandıkça birbirine değen göğüsleri hafifçe eğildiğinde meydana çıkıyordu. Önce çekine çekine ona yaklaşanlar pervasız tavırları nedeniyle cesaret almıştı. Bir süre sonra annem iki üç tane zencinin arasında kaldı. Zencilerden biri anneme iyice sokuldu. İri yapılı ve kaslıydı. Annem ellerini adamın beline doladı. Zenci hemen tepki verdi. Elini annemin kalçasının biraz üstüme attı. Annem kasıklarını adamın bacağına yasladı. Zenci bundan cesaret alıp annemin götünü avuçladı. Annem memelerini adama sürtüyordu. Müziğin ritmi eşliğinde ileri geri hareket ederken. Resmen sikişiyor gibiydiler. Zaten az sonra öpüşmeye başladılar. Annem adamın dudaklarını emiyor dilini yalıyordu. Adam annemi elinden tutup kuytu bir köşeye götürdü.
Annem zenciyle barın karanlık bir köşesine oturmuştu. Zenci elini annemin bacaklarına attı. Siyah iri elleri annemin süt gibi beyaz baldırlarını yoğuruyordu. Annem ise pantolonunun üzerinden adamın organını sıkmakla meşguldü. Zenci etrafına şöyle bir bakındı. Bu underground ortamda kimse kimseyle ilgilenmiyordu. Ve elini annemin eteğinin içine attı. Annem zevk içinde kasıldı. Annem benim rahatça görmem için bacaklarını aralayınca eteği iyice sıyrıldı. Adam annemin külodunu kenara çekiştirmiş üç parmağını birden annemin amına sokup sokup çıkarıyordu.
Zamanı gelmişti. Yanlarına yaklaştım. Adam git başımızdan der gibi baktı. Annem ingilizce o benim oğlum dedi. Adamın surat ifadesi birden değişti. Adama annemi sikmek isteyip istemeyeceğini sordum. İsterim dedi. Otele gitmeyi teklif ettik. Zenci ise önce ıslak parmaklarına dilini değdirdi annemin amının çok tatlı olduğunu söyledi. Adam ona gitmemizi istiyordu.
Ne kadar süre konuştuk bilmiyorum. Adam nedense çekinmişti. Bilmediği bir yere gitmek istemiyor hatta korkuyordu. Razı edemeyeceğimizi anlayınca. Başka adam mı yok diyerek kalkıp gittik...
55 notes · View notes
kotukarma · 6 months
Text
Tumblr media
Kısa bir mektup yazacak zamanım olmadığı için size uzun bir mektup yazıyorum.
Annem, ben doğmadan önce ölseydi bende olmayacaktım, demekki ben pekte gerekli bir varlık değilmişim.
Mekân olarak evren, dört bir yanımı çevreleyip beni bir atom zerreciği gibi yutuyor; ama ben zihinsel düşüncemle dünyayı kavrıyorum.
Neden çoğunluğun ardından gidilir? Daha mı çok aklı var? Daha mı güçlü?
Kuvvete dayanmayan adaIet aciz, adaIete dayanmayan kuvvet zaIimdir.
İnsanIar, kuşIar gibi uçmayı, baIıkIar gibi yüzmeyi öğrenmişIer ama insan gibi yaşamayı öğrenememişIer.
Görmek isteyenler için ışık, istemeyenler için karanlık vardır.
Ölüme, yoksulluğa, bilgisizliğe çare bulamayan insanlar, mutlu olmak için bunları hiç düşünmemek gerektiğini anladılar.
İnsanIığın bütün sorunIarı, kişinin tek başına bir odada sessizce oturamamasından kaynakIanır.
Her seçim bir vazgeçiştir.
İfade edemediğim bir eksiklik hissi var içimde, sanki her şey başka türlü olabilirdi.
Hayat yine o ağır ve aktığı belli olmayan halini almış. Bozuk bir saat gibi konuşmuyor.
Oyun oynuyorlar, oynamıyor gibi oynuyorlar, oyunlarını oynamam gerek yoksa aralarına almazlar beni oyunu oynamalıyım, oyun oynandığını farketmeden.
Sanırım biraz susmam gerek. Ramazan ayında ilk güneş tutulması yaşanana kadar yerçekimsiz ortamda şizofreni dersleri alacağım.
Yokluğum acıtıyor beni Ve biz teselli ediyoruz kendimi Hepimiz telkin diyoz, okuyanlar şiir.. Aslında herkeste arıyoz o birini Sanat, monolog diyor tıp ise şizofreni...
Her edebiyatçı hafif şizofreni zerresi taşır. Bu yüzden herkes edebiyat yapamaz. Bu da işin latifesi olsun.
93 notes · View notes
evlenmeseksmi · 3 days
Text
Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında.
Bir garip rüya rengiyle
Uyuşmuş gibi her şekil,
Rüzgarda uçan tüy bile
Benim kadar hafif değil.
Başım sükûtu öğüten
Uçsuz bucaksız değirmen;
İçim muradına ermiş
Abasız, postsuz bir derviş.
Kökü bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim,
Mavi, masmavi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim.
10 notes · View notes
bungoustraydogs-tr · 11 months
Text
Bungou Stray Dogs Storm Bringer [KOD: 02] Ölülerin Duyguları Olmaz
Tumblr media
Wattpad Linki
Adım Adam Frankenstein. Avrupa Polis Teşkilatı görevlilerine şarkı söyleyip dans edebilen mükemmel bir makineyim.
Ciddiyim, yapamayacağım hiçbir şey yoktur.
O gün hava hoştu.
Güneş ışığı, berrak mavi gökten süzülüyor ve yeri aydınlatıyordu. Kuyumcu vitrini gibi, binaların pencerelerine yansıyan ışıklar parıldıyordu. O ışık, bilgisayar programına benzer,hem inorganik hem de sistematikti. İnsanlardan çok makine olan bana görmem için hazırlanmış bir güzellikmiş gibi hissettim.
Göğsüme karşı tuttuğum kâğıt keseyle ana caddede yürüyordum.
Kesenin içinde çikolatalar, şekerler ve çeşitli ayıcık jelibonları vardı. Hepsi gelecekteki ortağım Chuuya-san içindi.
Benim gibi bir makinenin işlemesi için şarj olmak nasıl gerekliyse şeker de insanların günlük aktivitelerini devam ettirebilmeleri için gerekliydi. Ayrıca şeker tüketimlerinin artması insanların mutluluk duygusunu pekiştiriyordu. Ortağımın mutluluğu için endişeleniyorum -ne kadar müthiş bir dedektifim öyle. İnsanlardan kesinlikle daha iyiyim.
Hedefime doğru yürümeye devam ettim. Geçtiğim yabancı ülkenin vatandaşları bana garip garip bakıyordu.
Yolumda, sokak köşesindeki bir tezgâhı geçtiğimde aklıma fantastik bir fikir geldi. Beyninize etkin bir şekilde şeker, daha doğrusu glikoz, almak istiyorsanız toz şekeri direkt ağzınıza dökmelisiniz. En etkili yol budur. Bu yüzden köşedeki tezgâhtan bir poşet toz şeker aldım.
O sırada, yanımdaki müşteri daha önce hiç görmediğim bir şey alıyordu.
“Bu nedir?” Müşteriye sordum.
“Ne, bilmiyor musun? Sakız işte.”
Eğitim modülüm soruşturmayla ilgili bilgilerle donatılmış olsa da dış dünyanın belirli bilgileri hala eksikti. Bilgi eksikliğini telafi etmek için hemen satın aldım.
Taş kaplama geçitten geçtim, Avrupai tarzda yapılmış tuğla binalardan oluşan yerleşim bölgesini ardımda bıraktım. Dünün alevlerinden zarar gören cildimin dış katmanı tamir edilmiş ve işlevini yerine getiriyordu. Zarar gören parçalarım da yenisiyle değiştirilmişti. Yani yeni gibiydim ve yeniden canlanmış hissediyordum. İnsan olsaydım şu anda şarkı mırıldanacağımdan emindim.
Yürürken satın aldığım sakızlardan birisini ağzıma attım. Anında XP göstergemin yükseldiğini fark ettim.
Bilmediğim, muhteşem bir aromaydı.
Tek seferde yutmadan önce birkaç saniye çiğnedim.
Bir parça daha ağzıma attım. Pakette toplam sekiz parça sakız vardı. Bu şekilde yemeye devam edersem yakında biterdi. Burada suçlanacak kişi, paketinde az sayıda bulunan sakız adlı üründü.
Yutkunduktan ve üçüncü parçaya geldikten sonra Chuuya-san ile buluşmam gereken yere geldim.
Binanın kapısını açıp yüksek sesle selam verdim.
“Tünaydın!”
Kiliseye varmıştım.
Yüz kadar misafir kilisenin iki tarafında da oturuyordu. Herkes siyah giyinmiş, sessizce başlarını eğiyorlardı. Kırmızı cüppelerle süslenmiş çocuk korosunun sesleri tiz ve ölüye yas tutar gibi nazikti. Kilisenin tavanı aşırı yüksekti; çocukların şarkı söylerkenki sesleri birbiri ardına yankılanıyor, tüm kilisede duyulabilecek şekilde rezonansa giriyordu. Belki bu yüzden kilisedeki atmosfer uhreviydi, dünyayla cennet arasındaki bir yeri anımsatıyordu.
Ve geniş, tenha şapelin ortasında beş tabut duruyordu.
Süslü değillerdi ancak pahalı gözüküyorlardı. Tabutlar siyah kumaşla örtülüydü.
Tabutun diğer tarafında ağlarken başlarını eğen, aile üyelerine benzeyen insanlar vardı.
Şapelin etrafına bakındım ve Chuuya-san’ı sırada, bir grup insanla otururken gördüm. Onlara doğru yürüdüm.
“Chuuya-san, sizi almaya geldim!”
Sesim koroda kaybolmasın diye bağırdım.
“Kes sesini. Cenazedeyiz.”
Chuuya-san sessizce cevaplarken gözlerini tabutlardan ayırmadı.
Konuşmadan önce biraz düşündüm. “Biliyorum.” Ve devam ettim, “Verlaine hakkında istihbaratım var.”
“Sonra hallederiz.”
Konuştuktan sonra önüne bakmaya devam etti. Mimik kasları gergin, alnıyla kaşları arasındaki deri hafif çatıktı. İnsanların duygusal tepkileriyle ilgili yaygın bir bilgiyi hatırladım. Chuuya-san’ın yüzü stres altındaki bir insanın ifadelerini taşıyordu. Tedbir alınması gerekiliyordu. “Çikolata ister misiniz?”
“Dedim ki sonra hallederiz!”
Chuuya-san bağırdı. Zemin sesinin gücüyle sarsıldı. Cenazedeki misafirlerden birkaçı arkalarına döndü.
Chuuya-san sessizce bana baktı. Bana verilen emri titizle inceledikten sonra cevap verdim. “Anlaşıldı. Peki bu ‘sonra’ kaç dakika sürer?”
Chuuya-san kesik bir nefes aldı, bana bir şeyler bağırmaya yeltense de durdu. Sonra gergin, kana susamış bir sesle konuştu. “Seninle takım olduğum gerçeğinden nefret ediyorum. Anlamıyor musun? Cenazedeyiz. Arkadaşlarımın cenazesindeyiz. Hepsi öldü. Cenazeci uygun gözükmeleri için sekiz saat harcadı. Hepsi parçalan- hepsi benim yüzümden oldu. Bu yüzden onları uğurlamam gerekiyor yoksa beni suçlarlar.”
Ne kadar mantıksız bir beyannameydi, cevap verdim. “Lütfen endişelenmeyin Chuuya-san. İşlevleri son bulan insanlar kin tutamaz.”
“Ne dedin?!”
Chuuya-san ayağa kalktı, yakamı kavradı.
“Yeter, Chuuya-kun.”
Chuuya-san’ın yanında oturan misafirlerden birisi aniden söze girdi.
Sırtı dimdik oturan zayıf bir adamdı. Geriye taranmış siyah saçları vardı ve sessizce bacak bacak üstüne atmıştı. Muhtemelen otuzlarındaydı. Şapeldeki en pahalı kıyafetleri giyiyordu.
“Dedektif-dono’nun da dediği gibi ölülerin duyguları olmaz. Cenaze ve intikam gibi şeyler yaşayanlar için yapılır.” Adam önüne bakıyor ve sesi kısık çıksa bile bir liderin sahip olduğu baskın otoriteyi taşıyordu. “Bu yüzden başka birisi daha ölmeden hallet şunu Chuuya-kun. Verlaine hakkında istihbaratınız olduğunu mu söylemiştiniz, Dedektif Bey?”
Son soru direkt bana hitap ediyordu.
“Evet, Verlaine’in saklanma yerine ilişkin bilgiyi öğrendim. Bu istihbaratla sonraki hedefinin kim olduğunu tespit etmek mümkün olacaktır. Ancak soruşturmada ilerlemek için Chuuya-san’ın iş birliğine ihtiyacım var. Bu yüzden Chuuya-san, lütfen kaç dakika beklemem gerektiğini söyler misiniz? 5 dakika yeterli mi?”
Chuuya-san kaşlarını çatarak bana baktı.
“5 dakikaya ihtiyacı yok, değil mi Chuuya-kun?” yanındaki adam kibar sesiyle konuştu.
“...evet.”
Chuuya-san kolumu kavrayarak yürümeye başladı. “Gidelim. Burada konuşamayız.”
Emirlerine uydum.
 ....
 Chuuya-san hızlı adımlarla ara sokakların birinde ilerledi. Onu takip ederken hızına ayak uydurdum.
Kiliseden yeteri kadar uzaklaşınca Chuuya-san etrafına bakındı.
“Sana söyleyecek tek bir şeyim var oyuncak robot. Senden haz etmiyorum. Mekanik özelliklerin yararlı olabilir bu yüzden bana eşlik etmene izin veriyorum. Ne olursa olsun benim emirlerine itaat edeceksin. Merkez üssünden aldığın emirlere değil, benim emirlerime öncelik vereceksin. Yoksa beraber çalışamayız.”
“Eski emirlerimi geçersiz kılmamı mı istiyorsun?”
“Evet.”
Durumumu mantıkla düşündüm. Uyduğum en yetkin emirler bu davaya atanan üstlerimden, sonra da Profesör Dr. Wollstonecraft’tan aldıklarımdı. Eğer bu komuta zincirini hiçe sayar ve Chuuya-san’ı önceliğim yaparsam görevlere en büyük önceliği vermek olan varoluş sebebim geçersiz kılınırdı. Diğer taraftan, Chuuya-san’ın talimatlarına uymayıp emirlerimi geçersiz kılmazsam görevim burada sona erecekti.
Sanki “Benim emirlerime uy ama onlarınkisine uyma.” der gibi çelişkili talimatlardı.
Eğer sıradan bir yapay zeka bu şartlar altında bırakılsaydı bitmek bilmeyen düşünce kaynaklarını kullanmaları gerekecek, bu da iş görme yeteneklerinin düşmesine neden olacaktı. Ama ben, son model bir yapay zekayım. Profesör böyle bir durumun gerçekleşebileceğini tahmin etmiş ve bu çelişkileri çözmeye yardımcı olacak bir altprogram eklemişti.
Çözüm oldukça basitti.
“Kalbinin sesinin dinle.”
“Emirler onaylandı. Komut sistemi protokolü geçersiz kılınıyor.” Tek dizim üstünde diz çöktüm ve saygıyla reverans vermek için başımı eğdim. “Chuuya-sama’yı (1) bu makinenin en üst amiri yaptım. Lütfen emirlerinizi söyleyin.”
Chuuya-sama bana şaşkınlıkla baktı. “Gerçekten kabul ediyor musun?”
“Evet. Chuuya-sama emirleri verirse hiçbir engel beni durduramaz.”
Chuuya-sama'nın gözbebekleri genişledi, derin bir iç çektikten sonra elleriyle yüzünü kapadı.
“Ugh... makine olmana rağmen seni hiç anlayamıyorum. Hem neden bana aniden ‘Chuuya-sama’ diye sesleniyorsun?”
“En yetkin üstlerime verilen varsayılan unvan bu şekilde.”
“Değiştirebilir misin?”
“Değiştirmem mümkün. Ama unvanınız değişirse en yetkin kumandanım olamazsınız. Değiştireyim mi?”
“Yok, hayır.” Chuuya-sama bıkmış bir yüzle konuştu. “Ahh, yeter. Bunları konuşarak vaktimizi boşa harcıyoruz. Verlaine hakkında yeni bir istihbaratın olduğunu mu söylemiştin?”
“Evet, anlatayım. Ama önce sakız ister misiniz?”
Ayağa kalkıp öncesinde satın aldığım sakızı teklif ettim. Uzayasıya bir konu anlatmadan önce stres yükünü hafifletmek için karşı tarafa yenmesi hafif ikramlarda bulunmak kibarlıktır.
Chuuya-sama afallamış bir ifadeyle bir sakıza bir bana sonra yine sakıza baktı ve konuştu. “İstemez.”
Yazık oldu. “O zaman ben yerim.” Paketini açarak ağzıma bir sakız attım, yutmadan önce birkaç kez çiğnedim. Muhteşemdi.
Chuuya-sama bana garipseyerek bakıyordu.
“Şimdi açıklamaya başlayayım.” dedim. “İlk olarak bildiklerimizi gözden geçirelim. Verlaine suikastçı olduğundan bir ülkeye girdiğinde gelişini her yere duyuramaz yoksa sonrasında hareket etmesi zorlaşır. Normal insanlar ülkeye girmek için kılık değiştirip sahte pasaport kullanırlar ama Verlaine artık kimseye güvenmeyen yalnız bir kurt. Bu yüzden ülkeye kaçak girişini yaptıracak insanlara ödemek zorunda. Buraya kadarını anladınız mı?”
Son soruyu sorarken ağzıma bir sakız daha atıp yuttum. Beni seyrederken Chuuya-sama iğrenmişçesine sızlandı. Sakız midemi falan mı bozacaktı?
“Ama bu sefer Verlaine’in seçenekleri kısıtlı, ne de olsa kaçakçılar ödlek olmaya meyilli ve genelde bağlantılarına güvenirler. Yani kaçakçılar Liman Mafyası gibi illegal organizasyonlara ya sığınırlar ya da organizasyonlarla çıkar ilişkisi yürütürler.”
“Ahh, mantıklı. Kendisine sırt çevirip Liman Mafyasına koşacak birisine güvenemez.” Chuuya-sama başını salladı. “Sen bu işleri baya biliyormuşsun.”
“Çünkü yapay zeka dedektifleri insan olanlardan daha üstün.” Bir sakızı daha çiğneyip yuttum. “Bu bilgileri kullanarak Japonya Polis Departmanı ve Liman Mafyasının veri tabanında bulunan kaçakçıları inceledim ve mafyanın veri tabanından kaçmayı başarabilmiş bazı kaçakçılara rastladım.”
“Polisin ve mafyanın veri tabanını mı inceledin? Nasıl?”
“Hackledim.” dedim. Hareket halindeki aracın akıllı sürücü sistemini dahi hackleyebilen bir makineyim. Veri tabanlarını şöyle bir karıştırmak benim için -nefes almanın kolay olacağını düşünerekten- nefes almak kadar kolay. “Bu işe karıştığını düşündüğüm 4 kaçakçı vardı. Her birini bu sabah sorguladım ve Verlaine’i ülkeye getirenleri buldum.”
“Haha, bilardo dışında başka yeteneklerin olduğunu bilmek güzel.” Chuuya-sama kaşlarını kaldırdı. “Ee? Konuşturana kadar ayaklarından aşağı sallandırdın mı bari?”
“Hayır. Bu makinenin öyle bir özelliği olsa da davranışlarını kopyalayıp şiddete başvursaydım Verlaine fark ederdi.” Başımı salladım. “Onun yerine Verlaine’in istediği malları ve ödeme ayrıntılarını öğrendim. Eminim ki Chuuya-sama çoktan biliyordur ancak yasadışı kaçakçılık yapanların çoğu kendi ülkelerine nakliyecilik yapıyorlar.” dedim iki sakız daha yerken. “Bu nakliyeciler ödeme karşılığında arabalar, silahlar, saklanma yerleri ve kaçak doktorları ayarlıyorlar. Verlaine bu mallardan üçünü istemiş.”
“O üçünden birisi saklanma yeri mi?”
“Maalesef.” Başımı iki yana salladım. “Ama bir sonraki hedefine dair bir ipucu bulabildim. Öncelikle şuna bakın.”
Huş ağacından çekilmiş bir dal resmini uzattım. Genişliği ve uzunluğu el bileği kadardı.
“Nedir bu?”
“Huş ağacından bir dal. Verlaine suç mahallinden ayrılmadan önce yakınlara bir ağaç dalına haç işareti bırakıyor. İmzası böyle ve şu ana kadar hiç istisna yapmadı. Bu kez kaçakçılardan 4 dal aldı ve...”
Bir fotoğraf daha uzattım.
“Dallardan birisi bilardo barında bulundu.”
Yere düşmüş, el oyması çentikli bir haç vardı. Zeminin ahşabı parçalandığı için görülmesi zordu ama diğer molozlardan farklı bir malzemeden yapıldığı belliydi.
Chuuya-sama kaşlarını çattı.
“Yani geriye üç tane kaldı.”
“Evet, hedeflerinin sayısının bu olduğuna inanıyorum.”
“Yakın olduğun kim varsa hepsini öldüreceğim” demişti Verlaine.
Chuuya-sama’ya yakın olan insanlardan hangilerini seçeceğini bilmem mümkün değil. Mafyanın hainleri bile olabilir. Ama en azından Verlaine'in Japonya’da üç hedefinin olduğunu biliyoruz.
“Bizim için iyi bir fırsat.” dedim. “Verlaine’i tahmin etmesi zor ve savaş alanında üstünlüğünü koruyor. Birebir savaşta yenmemiz imkansız. Ancak Verlaine suikastçı, prosedürlere ve ritüellere ne olursa olsun önem veren bir suikastçı. Bir sonraki hedefine saldıracağı kesin sayılır bu yüzden hedefini öncesinden öğrenirsek tuzak kurup bekleyebiliriz.”
“Doğru.” Chuuya-sama başıyla onayladı. “Bir sonraki hedefinin kim olabileceğine dair bir tahminin var mı peki?”
“Tahmin etmem zor.” Sıradaki fotoğrafları uzattım. “Kaçakçılardan satın aldığı iki şey daha vardı, bu fotoğraflarda…”
Biri otomobil parça montaj fabrikası için üretici ruhsatıydı.
Diğeri oldukça eski, mavi bir kapaklı telefonun gövdesiydi.
“Bunların sonraki suikastı için yaptığı hazırlıklar olduğuna inanıyorum.” diye devam ettim. “Ama bu noktadan itibaren Chuuya-sama’nın yardımına ihtiyaç duyuyorum. Verlaine Chuuya-sama’ya yakın insanları hedefliyor. Kim olabileceğine dair bir fikriniz var mı?”
Chuuya-sama soruma cevap vermedi. Kısık gözlerle fotoğrafı dikkatle inceledi.
Sanki önem verdiği birinin yüzü fotoğrafa kazınmış gibi bakıyordu.
“Fabrika, huh?” Chuuya-sama konuştu. “Siktir.  Bir sonraki hedefinin kim olduğunu biliyorum.”
Chuuya öfkeyle fotoğrafı buruşturarak top haline getirdi. Sonra hızlı adımlarla yürümeye başladı.
“Gidelim.”
“Nereye gidiyoruz?”
Soruma cevap vermeden Chuuya-sama son sakızı elimden çaldı ve ağzına attı.
Yürürken çiğnediği sakızı şişirdi, sakız dudaklarının dibinde küresel bir balon şekline dönüştü.
O an hissettiğim şaşkınlığı kelimelerle tarif edemem.
Böyle mi yeniliyordu?!
 …
 Fabrikada genç bir çocuk vardı.
Buram buram motor yağı kokan yüksek çatılı otomobil parça montaj fabrikasıydı. Bir yerlerden kaynak makinesinin sesi duyuluyor, havada kıvılcımların sesi uçuşuyordu. Ama fabrikanın bulunduğu alan epey geniş olduğundan seslerin kaynağını bulmak zordu.
Oğlan, parçaları kaynaklamak için perçin kullandı, bir bezle yağı sildi ve altın bir raspayla pürüzleri kesti. İşi buydu. Biraz sonra benzer parçalar yine önüne gelecek, çocuk yine kaynak yapacak, silip kesecekti. Parçalar önüne geldi. Kaynak yaptı, sildi, kesti. Kaynak yaptı, sildi, kesti.Kaynak yaptı, sildi, kesti.
Ve parçaların banttan önüne geldiği her sefer çocuk aynı şeyi düşünüyordu. “Bıktım artık. Bir sonraki parçaları bitirdikten sonra pes edip eve gideceğim.”
Çalıştığı süre boyunca zil çalana kadar aynı şeyi tekrar ve tekrar düşünürdü. Zil, mesainin bitmesine yalnızca beş dakika kaldığını belirtirdi. Ve son zil çalana kadar geçen beş dakikada kendisini biraz daha insan gibi hissederdi. Hiçbir şey düşünmeden ellerini ciddiyetle hareket ettirdi.
İşi bittiğinde çalışma arkadaşları kendisine seslendi ve “Hey? Bizimle bir şeyler yemeye gelmek ister misin?” diye sordu, uygun bir cevap verdikten sonra kalktı. Kıyafetlerini değiştirdi Ve kimseyle göz göze gelmeden fabrikadan ayrıldı.
“Buradan hemen kurtulmak istiyorum. Olmam gereken yer burası değil.”
Ama o gün bırakmak kolay değildi.
Fabrika bölgesinden çıkmak üzereyken birisi seslendi. Çocuk görmezden gelecekti ama kendisine seslenenin kim olduğunu anladığında durdu.
“Patron.” dedi oğlan. “Bir şey mi lazımdı?”
“Ahh, sen, uh... evet, sen. Pardon ama bir saniyeliğine gelebilir misin?”
Gri saçlı, gözlüklü fabrika müdürü tüm fabrikadaki en yetkin personeldi. Başa bela işte. Fabrika müdürü bu çocuk gibi alt sınıf işçilerle nadiren konuşurdu. Oğlan, fabrika müdürünün yüzünü işyeri duvarına asılı resimden görmüştü sadece.
“Hayır, um... tam da çıkmak üzereydim.” Çocuk doğrudan konuştu.
“Boş ver, benimle gel. Seni bekleyen bir ziyaretçi var. Hadi, acele et.”
Fabrika müdürü oğlanın elini tuttu. Oğlan kurtulmaya çalışırken fabrika patronunun ellerinin titrediğini ve yüzünden kanın çekildiğini fark etti. Müdür işçilerin ne kadar çalıştığı konusunda hep endişelenirdi.
Fabrika müdürü bir şeyden korkuyordu.
Onu takip etmekten başka seçeneği yoktu.
Resepsiyon odasına doğru ilerlediler. Fabrikada para harcanılan tek oda orasıydı. Arkadaki meşe kapılar altınla süslenmiş ve havada kahve kokusu dolaşıyordu. Bekleyen her kimse ona içecek ikram etmişti.
Çocuğun misafirin kim olduğuna dair bir fikri yoktu. Ziyaretçi mi? Benimle iletişime geçmeye çalışabilecek hiç arkadaşım yok ki. Daha bir yıl önce sırf yüzümün rengini görmeye gelen tonlarca arkadaşım vardı. Ama şimdi kimse ziyaretime gelmiyor. Hiç kimse...
Öyleyse gelen kimdi?
Fabrika müdürü odaya girmeden önce kapıyı tıklattı. Çocuk takip etti.
Ve görmeyi beklediği son kişiyi gördü.
“Chuuya?”
Misafir odasında iki kişi vardı. Birisi muhtemelen dedektif olan uzun boylu, mavi takımlı bir Avrupalıydı.
Diğeri ise eski dostu, Nakahara Chuuya.
Chuuya duygusuz bir yüzle çocuğa baktı, ayağa kalktı.
“Shirase...” Chuuya kısık, keskin bir sesle konuştu. “Uzun zaman oldu.”
Shirase adlı çocuk yakınlarındaki bir çiçek vazosunu kavradı.
Ve Chuuya’ya fırlattı.
 …
 Beklenilmedik bir durum yaşandı.
Bu kavuşmanın heyecanla dolu olacağına ve neşeli kucaklaşmaların eşlik edeceğine emindim. İnsanları araştırmak için izlediğim çoğu filmde öyle oluyordu.
Ama Shirase çocuğu vazo fırlatmıştı.
Vazoyu durdurmaya çalışsam da zamanında yetişemedim. Chuuya-sama’nın alnına denk geldi ve ne yazık ki parçalandı. Parçalar absürt bir hızla havada uçuştu. Nedeninin yerçekimi kontrolünü kullanması olduğunu hemen fark ettim. Vazo Chuuya-sama’ya dokunur dokunmaz vazoyu parçalamak için yeteneğini kullanmıştı. Böylece çarpmadan zarar görmeyecekti.
Ama ne yazık ki vazoda çiçekler vardı.
Yani içi su doluydu.
Kafasından aşağı sular akarken Chuuya-sama konuştu, “Ne yaptığını sanıyorsun Shirase?” Sesi düzdü ve sanki hiç şaşırmamış gibi hiçbir duygunun izini taşımıyordu. “Su soğuktu.”
“Yapma Chuuya. Zeki adamsın.” Shirase-san gülerken dudaklarını büzdü. “Bir yıl geçtiğinin farkındayım ama sakın bana –Koyunlar’a yaptıklarını unuttun deme?”
Chuuya-sama sakin gözlerle oğlana baktı. Hiçbir şey söylemedi. Shirase-san sessizce Chuuya-sama’yı öldürecekmiş gibi baktı. Vazo kırıldığında fabrika müdürü “Eek!” diye çığlık atıp kaçmıştı.
Sessizliğin ne anlama geldiğini bilmesem de bu gidişle bir yere varamazdık. Araya girme zamanım gelmişti.
“Um… Shirase-san. Tanıştığımıza memnum oldum. Bugün hava ne kadar güzel, değil mi?” Birileriyle tanışıldığında konuşma konusunun havadan sudan olması gerektiğini duymuştum. “Aslında sizinle tartışmamız gereken önemli bir konu var. Oturup konuşalım.”
“Senin gibilerle konuşmuyorum.”
Bunları söyler söylemez Shirase-san odadan çıktı.
“Bekle, Shirase. Nereye gittiğini sanıyorsun?”
“İşim bitti. Eve gidiyorum.”
Ayağa kalkıp peşinden koştum. İzini kaybetmeyi göze alamazdım.
Ama Chuuya-sama aynı yerinde hiç kıpırdamadan öylece durdu. Ne bakışlarını bir başka yere çevirmiş ne de ifadesini değiştirmişti. Ne olmuş olabilirdi ki?
Hazır düşünmüşken, Chuuya-sama’nın refleksleri göz önüne alınınca vazodan kolayca kaçınabilirdi. Ama kaçmamıştı. Acaba neden?
Bilgisayar olduğum için duygular gibi başa bela şeylere sahip değilim. Fakat karar verme modülüme duyguları taklit eden bir özellik ekliyorum bu yüzden insanlarla soruşturduğumda doğal gözüküyorum. (Sık sık bu özelliğe sahip olmasaydım soruşturmaların daha kolay ilerleyeceğini düşünüyorum.)  Bu yüzden şaşkınlık, heyecan benzeri duyguları bir yere kadar canlandırmam mümkün. Ayrıca diğer insanların duyguları üzerinden de çıkarım yapabiliyorum.
Ama ben bile Chuuya-sama’nın neden o vazodan kaçınmadığını bilmiyorum.
“Peşinden gidelim.” Tereddütle seslendim. “Chuuya-sama, iyi misiniz?”
Kafasından sular damlarken Chuuya-sama’nın dudaklarının kenarından bir kahkaha çıktı. “Off, böyle olacağını biliyordum.”
Koridorda yürüyen Shirase-san’ı yakalayabildik.  “Bekleyin lütfen Shirase-san! İşbirliğinize ihtiyacımız var!”
“Öyle mi? O zaman iyi şanslar. Biraz şaşırmıştım ama neyin peşinde olduğunuzu biliyorum. Yüz milyar verseniz dahi Chuuya gibilerle çalışmam.” Shirase-san yavaşlamadı.
“Ama mantıken bize yardım etmeniz lazım.”
“Zaten sen kimsin be? Ağzından çıkan her kelimede canımı sıkıyorsun. Ne yaptığını bilmeme rağmen onunla işbirliği yapmamı mı söylüyorsun?”
Shirase-san diken üstündeydi sanki, bana tehdit eder gibi bakıyordu.
Tehdit edildiğimde hiçbir şey hissetmediğimden bana dik dik bakmasının bir anlamı yoktu. Ama takındığı ifadeyle Shirase-san’ın hissettiklerini anlayabildim.
Kin güdüyordu.
“Bir yıl önce bu piç organizasyonumuzu yok etti. Liman Mafyası bize saldırdı. Evlerimiz elimizden alındı ve yeniden birleşmemize engel olmak için Chuuya hariç hepimiz ülkenin dört bir yanına dağıtıldık. Peki o ne yaptı?! Hiç utanmadan Liman Mafyasına katıldı! Bize olan borçlarını unutarak Liman Mafyasına sattı bizi!”
Belleğimdeki istihbaratlarla bu bilgiyi karşılaştırdım. Çelişiyorlardı. Söyledikleri gerçekten farklıydı.
Düzeltilmesi gerekiyordu.
Fakat Chuuya-sama sessizliğini sürdürdü. Konuşacakmış gibi de durmuyordu.
“Ve şimdi de buradayım! Yokohama’da bir ben kaldım, sıkı gözetim altında çalışmaya zorlanıyorum. Bunun ne olduğunu biliyor musun, Chuuya?”
Shirase-san kolunu kaldırarak saatini gösterdi.
Chuuya-sama baktı ve cevap verdi. “Kim bilir?”
“İsviçre menşeli yüksek kalite bir saat.” Bilgi kaydımdan araştırdıktan sonra cevap verdim.
“Öyle. Sahip olduğum son pahalı mal. Koyunlardayken her ay böyle aksesuarlar alırdım. Ama şimdi ne zaman satacağımın hesabını yapıyorum. Çalıştığım iş, herkesin yapabileceği kadar basit ve maaşı da bok gibi. Bu gidişle organizasyonu yeniden kurmak için yeterli param olmayacak.”
“Organizasyonu yeniden mi kuracaksın?” Chuuya-sama’nın ifadesi değişti.
“Evet. Sonsuza kadar içime kapanmayacağım. Bunca zamandır silah toplayıp bağlantılar kuruyordum. Ben istediğim sürece yapabilirim. Ben istediğim sürece Koyunu eski görkemine kavuşturabilir ve senden daha iyi bir kral olabilirim.”
Chuuya-sama kaşlarını çattı. “Benim yaptıklarımı hayatta yapamazsın.”
“Ne dedin?!”
“Tamam, sakinleşin lütfen.”
Asıl konudan gittikçe uzaklaşıyorduk bu yüzden araya girmekten başka çarem yoktu. Davanın öncelikli olduğu belli olmasına rağmen insanlar belli ki saçma konular için tartışmayı seviyordu.
“Shirase-san, sanırım bir yanlış anlaşılma söz konusu. Kayıtlarıma göre Chuuya-sama’nın ayrılma nedeni...”
“Sus.  Ben konuşacağım.” Chuuya-sama birden öne atıldı. “Kulaklarını dört aç Shirase. Bilmen gereken tek bir şey var. Ya bugün ya da yarın, yakında öleceksin.”
“Huh?”
Shirase-san’ın ağzı ve gözleri açıldı.
“Verlaine adındaki yetenekli bir suikastçı seni öldürmesi için gönderildi. Hedefim bu suikastçıyı öldürmek bu yüzden işbirliğine ihtiyacım var.”
“Ne? Ne demek peşimde kiralık katil var?” Shirase-san’ın kafasının karıştığı yüzünden anlaşılıyordu. “Neden ben?”
“Ölürsen mafyada kalmam için bir neden kalmayacağına inanıyor.”
“Ne... sen nereden biliyorsun bunu?”
“Çünkü deli bir suikastçının nasıl düşündüğünü anlayabiliyorum.”Chuuya-sama, tartışmaya yer bırakmayarak açıkladı. “Güçlü olduğunu biliyoruz. Onunla doğrudan birebir yüzleşecek olursak tüm mafya savaşa dahil olsa bile aldığımız zararın haddi hesabı olmaz. Bu yüzden onu kesinlikle öldürecek bir tuzak kuracağım. Seni öldürmeye geldiğinde çaktırmadan Verlaine'i yakalayacağım. Gardını indirmişken saldırırsak, yetenek kullanıcısı ne kadar güçlü olursa olsun, kolayca yenilebilir... beni sırtımdan bıçakladığın zamanki gibi.”
Chuuya-sama’nın gözleri belli bir duyguyu ima eder gibi keskindi. Ve duygu mimikleri modülüme rağmen bu soluk duyguyu anlayabilmem mümkün değildi.
“Bekle, bekle. Doğru mu anladım?” Shirase-san huysuzluğunu dile getiren bir sesle ellerini sallayarak konuştu. “Verlaine adında kiralık bir katil var ve onu yakalayamıyorsunuz. Bu yüzden onu oltaya getirmek için beni yem gibi kullanacaksınız. Kaçmazsam öldürüleceğimi bilerek tuzakta sessiz sakin oturmamı bekliyorsunuz... diyorsun?”
Chuuya-sana karmaşık bir ifade takınarak soruya cevap vermedi.
“Aynen. Kısaca öyle oluyor.”
“Huh?! Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin?! Kim kendi isteğiyle yemin olmaya razı olur?”
Chuuya sert bir sesle konuştu. “Değil mi? Ama seçme lüksün yok.”
“Ne?”
“Doğru söylüyorsun, yem olacaksın. N’olmuş yani? Özellikle sana ihtiyacımız yok, iki hedefi daha var. Aralarından birisini seçip tuzağımızı kurarız. Ama senin durumun farklı. Teklifimizi reddedersen büyük ihtimalle öleceksin. Bu yüzden bizimle işbirliği yap Shirase. Çünkü yapmazsan öleceksin!”
Chuuya-sama hayır cevabını reddedermiş gibi bağırdı.
İkisi birbirlerine baktı. Yüz ifadelerini izlerken hiçbiri konuşmadı, sanki derinlerde bir yerde bir şeyler bulmaya çalışıyorlardı.
Sonunda Shirase-san sessizliği bozdu.
“Ah... tamam tamam, anladım.” Sözünü bitirir bitirmez Shirase-san arkasını dönüp yürümeye başladı. “Ne yaparsan yap, kral gibi yapıyorsun. Senden de azını beklemezdim.”
O sırada fabrikanın otoparkında yürüyorduk. Park edilmiş pek çok araç sadakatle ustalarını bekliyorlardı ve insanların aksine duygular yüzünden görevlerini ihmal etmiyorlardı. Görünce gönlüm açıldı.
Shirase-san muhtemelen günlük yolculuğunda kullandığı küçük motora doğru yürüdü. Sepetten bir kask çıkardı ve bize baktı.
“Başka seçeneğim olmadığına göre yapacağım. Tuzağı nereye kuracağınızı gösterin, motorla peşinizden geleceğim.”
Tam rahatlayarak gülümserken kafama bir şey çarptı.
Shirase-san kaskı fırlatmıştı. Başıma çarpar çarpmaz gözüm kararmaya başladı.
Shirase-san Chuuya-sama’yı hedef alan bir kask daha fırlattı. Yüzünün tam ortasına vuracakken Chuuya-sama kaskı yakaladı.
Shirase-san motoruna tırmandı ve motoru çalıştırdı.
“Hahaha! Hainin sözlerine güvenip de hayatta bu işe bulaşmam!”
Bunları söyler söylemez motosikleti hızlandırarak uzaklaştı.
“Ouch...”
Hasar tanımlama raporu hazırladım: Kafada darbe algılandı. İç parçalarda zarar tespit edilmedi. Sinyallerde gecikme tespit edilmedi. Beni ürküttü o kadar.
Chuuya-sama kollarında kaskı tutarken sıkılmış gibi ileriye baktı.
“Off... öyle kaçarak ne yaptığını sanıyorsun?”
Derin bir iç çekip kaskı kenara attı.
Sonra zıpladı. Yerçekimi kontrolünü kullanarak yakınlarda park edilmiş bir arabanın tepesine indi.
“Geç kalma, oyuncak robot. Kalırsan seni geride bırakırım.” Ve peşinden koşmaya başladı.
Geride kalmayı göze alamazdım.
Chuuya-sama’nın hareketleri koşmaktan çok uçmak olarak tanımlanabilirdi.
Kendisini aşağıya çeken yerçekimi kuvvetini ileriye ittiren bir kuvvet hâline getirerek frizbi gibi zıplayabiliyordu. Tek adımda binanın üstünden sıçrayabilir ve kolayca hareket halindeki bir araca yetişebilirdi.
Dizimdeki aktüatörleri çalıştırıp Chuuya-sama’nın peşinden gittim. Fabrika zemininden sıçrayıp yürüyen yayaların üstünden süzülmeden önce bir tabelanın yanına indim.
Diğer taraftan elektrik sinyallerini kullanarak kaçan Shirase’nin rotasını belirlemeye çalışsam da cevap alamadım. Trafik kontrol ağını hacklemeyi denesem de araç ile bağlantılı herhangi bir bilgi bulamadım. Görünen o ki Shirase-san’ın kullandığı motosikletin dış dünyaya bağlantılı sistemi yok ve yalnızca yolculuk için kullanılabiliyor. Kısaca, ucuz modellerden.
Fakat bu ucuzluk bizi dezavantaja sokuyor. Verlaine’in arabasının aksine motoru uzaktan kontrol edilemez. Motora yetişip bizzat durdurmaktan başka çaremiz yok.
Gerekenden biraz daha çaba sarf etmek olacak ama işleri biraz daha kızıştırmaya karar verdim.
Koşarken ORBIS’e (2) bağlandım. Önceden yapılmış bu alet sayesinde zorla yönetici izni elde edebilir ve görüş alanımda ekran halinde görüntüleyebilirim. Yalnızca trafik polisine ilişkin verileri çalıyor ve çevredeki arabaları tek seferde algılayıp araştırabiliyor.
Buldum. Kuzeyden bir blok, batıdan iki blok ileride. Yerleşim bölgesinin ana caddesini kullanarak kuzeye sürüyor, motoru gürültüyle çalışıyor. Hız limitinden dolayı sisteme kolayca yakalanabildi.
“Chuuya-sama! Kuzeybatıda!”
Bir kamyonun üzerinden atlayıp sokağı geçerken bağırdım.
Chuuya-sama ile beraber batıya yönelerek araba sürüsünün üstünden uçtuk. Bir grup seyirci hayretle bizi seyrediyordu.
Trafik kameralarına bağlanıp Shirase-san’ın motorunun diğer bir mahalleye geçerken kırmızı ışıkta geçtiğini gördüm. Pervasız davranıyordu. Ama Shirase-san’ın şansına -Ve bizim şansızlığımıza- girdiği yol dardı ve trafik lambaları yoktu. Yani artık videofied(3) aracılığıyla takibini sürdüremezdik.
Chuuya-sama ile Shirase’yi kovalarken çitlerin üzerinden atladık, çatıları geçtik ve telefon direklerinin üstünden sıçradık. Hız kazanmak için tekmelediğim asfalt kırıldı ve ardımda parçalanmış enkazları bıraktım.
Chuuya-sama’yla Shirase-san’ın motorundan biraz daha hızlı koşuyorduk. Bu ülkede yayaların maksimum hız limitine ilişkin bir yasa yoktu. Politikacı insanların aptallığı. Ben olsaydım hız sınırını aşan androidlere tutuklama emri veren bir kanun çıkartmayı unutmazdım.
“Koşan birisini duydum. Önden gideceğim!”
Chuuya-sama havada uçmak için kendi yerçekimini tamamen sildi. Bir binanın duvarından sıçrayıp şehir manzarasında kayboldu. Yetişmek için acele etmem lazımdı. Chuuya-sama’nın yerçekimi yeteneği olabilir ama ne yalan söyleyeyim bacak uzunluğunda onu açıkça geçiyordum.
Pek çok dar geçitleri bulunan bir yerleşim bölgesindeydik. Hesaplarıma göre Shirase-san’a 27 saniye içinde yetişeceğiz.
Chuuya-sama önden yolunu keserse ben de arkadan sıkıştırırsam Shirase-san’ın pes etmekten başka çaresi kalmayacak. Mükemmel.
Fakat sonrasında Dr. Wollstonecraft’ın hep ne dediğini hatırladım.
İşinin iyi gittiğini düşündüğün an o gelir. Başarısızlık olarak tanınan canavar başarı kokan aciz avını daima yakalayıp yutar.
Aynen dediği gibi oldu.
Chuuya-sama’yı takip ettiğim sokaktan döndükten sonra yüksek bir ses duydum.
“Oraya girme oyuncak robot! Saklan!”
Ancak çok geçti. Köşeyi döndüğümde önümdeki sahneye yalnızca tanık olabildim.
Dürüst olmak gerekirse durumu öncesinde tahmin edebilirdim. Onlarca işaret vardı.
Shirase-san’ın geçmişi. Organizasyonunu yeniden kurmak için hazırlık yaptığını söylemişti. Resepsiyon odasında Shirase-san fabrika müdürünü geçtikten sonra nedense gergin görünüyordu. Ve sonrasında da kaçmıştı.
Shirase-san kavşağın ortasındaydı.
Ve etrafı...
Polis arabalarıyla çevriliydi.
“Shirase Buichirou! Yasadışı silah toplama gerekçesiyle tutuklusun!”
Shirase-san iri yarı bir polisin elinde tutuklanıyordu ve kafası polis arabasına bastırılıyordu.
“Bırak beni! Siktir, bırakın beni! Bir sonraki kral ben olacağım!”
Shirase-san polis memurunun altında kıvransa da hesaplarıma göre kaçabilmek için otuz dokuz kişiye daha ihtiyacı olacaktı.
Polis aracından bir ses duyuldu.
“Orada mısın Chuuya? Astın başına bela mı açıyordu?” Konuşan kişinin sesi olgundu. O sakin ses kulağa nedense uygunsuz geliyordu. “Çık dışarı da şuna yardım et.”
Ve sonra bir adam ortaya çıktı.
Yaşı kırkı geçmiş, sıkıcı görünümlü bir dedektifti.
Uzun zamandır giyilmekten parlaklıklarını yitirmiş deri ayakkabıları ve üstünde yıllardır kullanılmaktan derisine yapışmış gibi gözüken koyu yeşil bir ceket vardı. Kilo bakımından zayıf duruyordu ve kafasında seyrek saçlar vardı. Yüzüne samimi bir gülüş takınmıştı.
“Ben onun astı falan değilim! Kralın ta kendisiyim ben!” Shirase-san hala tekmeleyip debeleniyordu.
“Aynen aynen. Çırpınmaya devam edin majesteleri. Senin gibi çerçöplerle uğraşmıyorum.” dedi Dedektif, Shirase-san’ın kafasına vururken.
Chuuya-sama diliyle cıkladı.
“Demek başından beri serbestçe dolaşmasına izin veriyordunuz, Dedektif.”
Chuuya-sama polisin önüne geçerken konuştu.
“Ohhh, nasılsın Chuuya? Yemeklerini yiyor musun?”
Yeşil ceketli dedektif eski bir arkadaşıyla konuşuyormuşçasına kollarını genişçe açtı. Ama bana gerçekten arkadaş değillermiş gibi geldi.
“Doğru dürüst yemek yemezsen uzayamazsın. Bu yüzden yemeklerini yememezlik yapmamalısın. Ve okuluna gitmeyi de unutma. Bir köşeye para biriktirip geleceğini düşün. Karanlıkta oynama. Gerçi genç olduğunu düşünürsek azıcık oynasan sorun olmaz. Ve-” Dedektif-san gülüp Shirase-san’ın bedenine vurdu. “...arkadaşlarını dikkatli seç.”
“Nakahara Chuuya-dono, Shirase ile işbirliği yaptığınız şüphesiyle karakola kadar bize eşlik etmenizi rica ediyoruz.”
Genç bir polis memuru Chuuya-sama’nın yanına geldi. İfadesi makine titizliğiyle soğuk ve sertti. Tabii henüz makine seviyesine gelememişti.
“Anlıyorum. Karşılaşmamız tesadüf değildi, değil mi?” Chuuya-sama keskin gözlerle polise baktı. “Fabrika müdürü piyonlarınızdan birisiydi. Beni çekmesini beklemek için müdüre Shirase-san’ı izlettirdiniz.”
“Fufu. Senin aksine oradaki genç beyefendi büyüklerine saygılıydı.”  Konuşmayı bitirdikten sonra Dedektif-san Shirase-san’a bir kez daha hafifçe vurdu. “Yasadışı silah aldığına ilişkin kanıtı kolayca topladım.”
“Yalan! Mükemmel planımın izini yakalamam mümkün değildi! Chuuya beni yine sattın, değil mi?!”
Dedektif-san Shirase-san’a yan yan baktıktan sonra omzunu silkti. “Arkadaşlarını dikkatli seç dememiş miydim?”
Chuuya-sama iç çekti ve yüzünde acı bir ifadeyle konuştu:
“Hey, Dedektif. Suçlarının ben de farkındayım ama bir günlüğüne ertelesen olmaz mı? Organizasyonlar arası çatışmanın tam ortasındayız ve onu korumam lazım.”
Dedektif-san kısaca gülmeden önce boş gözlerle baktı.
“Endişelenmene gerek yok o zaman. Biz onu koruruz.” Bir çift kelepçe çıkardı ve yüzünün önünde tıngırdattı. “Hapishanede. Konu kapanmıştır. Neden bizimle gelmiyorsun?”
Dedektif-san çenesiyle işaret verdi ve memur Shirase-san’ı polis aracına itti.
Chuuya-sama’nın yüzünden okunuyordu, yapacak bir şey yoktu.
“Kahretsin...”
Chuuya-sama dişlerini sıktı, arkalarındaki karanlıktan küfretti.
 ...
 Bir keresinde profesör “Makine olmak nasıl bir his?” diye sormuştu.
O soruya cevap veremedim. Makine olmak makine olmak gibi hissettiriyordu. Son derece normal, doğal, önemsiz değilmiş gibiydi. Ben de cevap verdim ve ekledim, “Profesör, insan olmak nasıl bir his?”
Kollarını katlayıp sessiz kaldı, sonra sıkkın bir şekilde güldü.
İnsan olmak ve insan olmanın getirdiği hisler...
Bu davanın kökeni ve en önemli parçası denilebilir.
Verlaine insan olmadığını söyledi. Onun için bu mesele o kadar önemliydi ki dünyayı altüst edebilirdi. Onun için insan olup olmadığı şu an yaptıklarını ve yapacaklarını etkileyen ölümcül bir soruydu.
Ne garip. İnsan olup olmamak neden önemli olsun ki?
Aklımdan bunlar geçerken Chuuya-sama’ya döndüm.
“Chuuya-sama.”
“...”
“Chuuya-sama.”
“Ne var?”
“ ‘İnsanlığın acayipliklerini keşfetme oyunu’nda sıra sizde.”
“...” Chuuya-sama cevap vermedi.
“Şimdi sıra bu makinede.” İki avucumla masaya vurdum. “Uh... insanların bir garipliği de... nedense bedenleri, sesleri dışında geğirme ya da gaz çıkarma gibi bir ses çıkardığında utanıyorlar. Tamam, sıra sizde.”
Chuuya-sama’nın sırasının geldiğini belirtmek için masaya tıklattım. Bana bakıp uzunca bir iç çekti.
“Haa...”
Cevabı garipsedim.
“ ‘Haa...’ diyorsunuz demek. Cevabınız için teşekkür ederim. Sıra bu makinede. Bir kadın başka bir kadına tiz bir sesle ‘canım’ diyorsa gerçekten tatlı bulduğu için demiyordur. Nedeni bilinmiyor. Ve ‘canımın içi’ diyorlarsa aslında ‘o kadının kişiliği berbat’ manasında söylüyorlardır.” Pat pat. “Sıra Chuuya-sama’da.”
“Ahhh...” Chuuya-sama bıkkın bir tavırla cevap verdi.
“Cevabınız için teşekkür ederim. Sıra yine bu makinede. Tuvaleti kullanırken erkeklerin klozet oturacağına kaldırması gerektiğini söyleyen gizemli bir protokol var ama kadınlarda bu yok. Neden? Oturmak maddelerin her yere sıçramasını engeller. Özellikle küçük-“
“Kes şunu! Pis!” Chuuya-sama bağırdı.
Başımı kaldırdım. “Pis mi? 92 dakika önce bu odayı temizlemeyi bitirdiler.”
“Onu mu diyorum...” Chuuya-sama agresif bir şekilde başını kaşıdı. “Argh, yeter! Çıkarın beni buradan!”
Şehir karakolunun sorgu odasındaydık.
Yosun yeşili duvarlara sigara kokusu sinmişti. Dört bacaklı sandalyelerin tümünün vidaları eksik, üzerlerinde kıpırdandığında tangırdayarak sallanıyorlardı. Masada bir başkasının elinin bıraktığı çizikler ve su izleri vardı. Su izleri muhtemelen bir zanlının gözyaşlarından kaynaklanmıştı.
Şehir polisine kendi rızamızla eşlik etmemiz istenildikten sonra bizi bu odaya getirip bir süre beklememiz gerektiği söylendi. Kolayca kaçabilirdik ama yasal prosedürleri tamamlamazsak başımıza sorun çıkartabilirdik. Liman Mafyasının adli müşavirini beklemek daha iyi bir seçenekti.
Ancak söylemeliyim ki bir dedektif olarak polisin elinde gözaltına alınmak heyecan verici, değerli bir deneyimdi. Pozisyonumu gözlediğim iyi oldu. Soruşturma protokolü sağ olsun.
“Bu oyuna devam etmeni yasaklıyorum. Anladın mı?”
“Emir mi veriyorsunuz?”
“Emrimdir.”
Emir verildiğinden yapacak bir şeyim yoktu. “Anlaşıldı. ‘İnsanlığın acayipliklerini keşfetme oyunu’nu bir daha asla oynamayacağım”
Chuuya-sama bıkkın bir ifadeyle bana baktı. “Şu an yüzünden düşen bin parça...”
Odada ayna olmadığı için yaptığım yüzü inceleyemedim.
“Ha... Neyse, Shirase’yi salacaklar mı?”
“Mümkün ama biraz zaman alabilir.” Dürüstçe cevapladım. “Veri tabanlarına girebildim ama çoktan Shirase-san’ın evine girip on iki ateşli silaha el koymuşlar. Ateşli silahların tescil numarası yok. Mükemmel bir avukatla dahi Shirase-san’ı bırakmaları zaman alır. Diğer taraftan kefaletle bırakılsa dahi Koyunlardan kalma suç sabıkası var. Salınması zor olacaktır ama polisin asıl hedefi Shirase-san değil de siz olduğunuz için muhtemelen prosedürleri izleyip yalnızca 48 saat gözaltında tutacaklardır.”
“48 saatimiz yok.” Chuuya-sama yumruğunu sıktı. “Verlaine her an onu bulup öldürmeye gelebilir.”
Aynen Chuuya-sama’nın dediği gibiydi. Verlaine’i yenmek için uygun bir tuzak hazırlamalı ve Shirase-san’ı yem olarak kullanmalıydık. Yani sürpriz saldırılarda ve suikastta uzmanlaşmış bir adama sürpriz saldırıda bulunmalıydık.
Ancak yerine getirilmesi gereken şartlar vardı. Tuzağın hazırlanacağı yer ve zaman gibi... ve yem olarak Shirase-san...
“Hazır aklıma gelmişken, patronunla iletişime falan geçemez misin?” Chuuya-sama önüne eğildi. “Karakolda polislerin yanındayız yani görevdeş sayılırsınız, değil mi? Karargâhtaki arkadaşlarına buradaki polisle iletişime geçmelerini iste de bizi salsınlar.”
“Yapabilseydim güzel olurdu.” Başımı salladım. “Ama anlaşma yüzünden imkânsız.”
“Anlaşma mı?”
Açıklamaya başladım.
Normalde Avrupa Polis Teşkilatı, Büyük Savaş’ın Barış Antlaşması koşullarında kurulmuş uluslararası bir soruşturma ajansıydı. Amacı ülkeler arasında sınır tanımadan sahne arkasında suç işleyen suçluları yakalamaktı. Ama savaş öncesi milletler arası güç oyunundan etkilendikten sonra bazı kısıtlamalar getirildi.
Bu kısıtlamalardan birisi de Avrupa müttefiklerinin hakları ve egemenliklerinin ihlal edilemeyeceğiydi. Bazı eski düşman ülkelerin kendi dedektiflik ajanslarını açarken işbirliği yaptıklarını gördükten sonra diğer ülkelerde hangi hakların ihlal edilebileceği konusunda oldukça dikkatli olmamız gerekiyordu. Bu davada eski bir Fransız ajanı olan Verlaine, başında pek çok devlet sırrıyla tutuklanacaktı. Süreçteki tek bir hata uluslararası bir skandala yol açabilirdi. Ve böyle bir şey gerçekleşmese dahi tutuklamayı yapan dedektifin diğer ülkelere istihbarat satabileceğini düşünmek oldukça makuldü. En azından Fransa öyle düşünüyor bu yüzden soruşturmayı başka bir ülkeye devretmekte isteksizlerdi.
Diğer taraftan dünyanın dört bir yanından önemli insanları rastgele öldürebileceğinden Avrupa Polis Teşkilatı, Verlaine adındaki bu felaketi etkisiz hale getirmek için elinden gelen her şeyi yapmak zorundaydı. Taç giyme törenlerinde Verlaine şövalyelerini öldürdükten sonra İngiltere en büyük hasarı aldı ve başarıyla ülkenin itibarına leke sürdü. Ne olursa olsun, bir şey yapmadan öylece duramazlardı.
Beni yalnız bir dedektif olarak göndermekle anlaşmaya varıldı.
Ülke sırlarını gizli tutabilirdim ve bencil arzular yüzünden başka bir ülkeye yardakçılık yapmaya kalkışmazdım. Bu şekilde programlandım çünkü. Ayrıca davada toplanan istihbaratlar donduruluyor, şifreleniyor ve diğer ülkelerin kullanamayacağı şekilde depolanıyordu.
Pianoman-san öncesinde sormuştu: “Neden mafyanın istihbaratını Avrupalı polislere anlatmıyorsun?” Ve ben de şöyle cevap vermiştim: “Yapamam.” İşte nedeni buydu.
“Anladım.” Chuuya-sama kollarını çaprazlayıp başını salladı. “Mafyadan ya da benden ne kadar suçlayıcı delil görsen ya da duysan bile ihbar etmen imkânsız diyorsun.”
“Evet. Ve aynı nedenlerden dolayı merkez üssümün Japon polisine ulaşması imkânsız. En başında Japonya’yla ilişkin hiçbir şeyi soruşturmamam gerekiyor. Diğer ülkeler Verlaine’i ve suikastların kralına dair soruşturmamızı öğrenecek olursa Verlaine’i Fransa’ya karşı pazarlık kozu olarak kullanmayı akıl edebilir. Bildiğiniz üzere savaş yıllarında gizli operasyon kisvesi altında uluslararası hukuk ihlal etmişti.”
“Ve bu yüzden Japon polisi müttefikin değil.” Bunları söyler söylemez Chuuya-sama iç çekti. “Al başa bela. Güvenebileceğim bir tek hurda parçası var. Eh, en azından Avrupa Polis Teşkilatı dedektifleri üzerimize çökse bile mafyayı sıkıntıya sokmaz.”
“Bence mafya gibi hukuki yaptırımların güvenmediği bir örgütün bizimle işbirliği yapması iyi bir anlaşma.” Gülümsedim. “Ancak Chuuya-sama, Verlaine’e kuracağımız tuzak bir kenara, mafyada bu davada kullanılmaya oldukça uygun bir yetenek kullanıcısı olduğunu duydum. Doğru mu?”
Konuşmayı bitirdikten sonra Chuuya-sama’nın ifadesi değişti.
Yüzlerce böcek yutmuş gibi yüzü ekşidi.
“Doğru.” Chuuya-sama’nın sesi konuşmaya devam etmektense ölmeyi tercih edermiş gibi tatsız çıkıyordu. “Ama onunla iletişime geçemem. O piç kurusu bir yerlerde geberip gitse daha iyi olur.”
“Oh...” Bence müttefiklerimizden herhangi birisinin ölümü bizi sıkıntıya sokardı. “O kişiye güvenebilir miyiz?”
“Güvenebilir miyiz mi? Yok daha neler.” Chuuya-sama aksi bir sesle konuştu. “Görüp görebileceğin en aşağılık yüz karası, içinde de dışında da sapkın birisidir. Boğulan bir adama su satacak kadar deli ve satın aldıracak kadar da zekidir. Ama onun yeteneğini kullanmadan Verlaine’i yenemeyiz.”
“Nasıl biliyorsunuz?”
“Verlaine’in ortağı, yetenekli ajan Rimbaud’u... Dazai ile birlikte yendim.”
Bunları söyler söylemez Chuuya-sama ellerini sıktı.
“Piç Dazai... o puşt nasıl oluyor da yalnızca böyle zamanlarda işe yarayabiliyor?”
 ...
 Çöpler bölgesi...
Herkesin unuttuğu bir bölgeydi.
Yağmurun habercisi bulutlu gök altında dağınık, atık yük konteynerleri birbirleri üstüne cesetler gibi yığılmıştı. Çöplüğün çıplak arazisine yasadışı bırakılan toksik maddeler sokak farelerini uzak tutmayı başarmıştı.
Yokohama’da haritada dahi gösterilmeyen ıssız bir bölge ve Dazai'nin yaşadığı merkezin hemen yanıydı.
Dazai bir evde yaşamıyordu. Terk edilmiş yük konteynerlerin birinde kalıyordu. Zamanında arabaların yurt dışına nakliyesinde kullanılmak amacıyla yapılan geniş bir konteynerde buzdolabı, vantilatör, masayla sandalye takımı, yatak ve çıplak bir ampul kuruluydu.
Liman Mafyasındaki astları dahil Dazai’yi tanıyanlar ona yaklaşmaya çalışmazlardı. Bölgenin ürkütücülüğünden değil, Dazai’nin özel mülküne giren birisine nasıl tepki vereceğini bilmedikleri içindi. Astlarından birisi evini ziyarete gelirse uzuvlarını tek tek bedeninden ayırabilir ya da tatlı ikram ederken nezaketle karşılayabilirdi de. Dazai’nın asıl niyetinin ne olduğunu kimse bilemezdi.
Liman Mafyasının kara hortlağı.
Dazai’ye böyle seslenirlerdi.
Mafyaya katılalı bir yıl olmuştu. Dazai, patronun direkt emri altındaki gizli bir birime komutalık ediyordu ve üstün başarılar elde etmişti. Onlarca organizasyonu parçalamış, onlarca yeni ticaret yolları açmıştı. Mafyaya benzememesine rağmen yöneticilerin ulaşabileceğinden çok daha hızlı bir şekilde muazzam işler başarmıştı. Bambaşka bir seviyedeydi. Bayrakların en başarılı üyesi olan Pianoman’in başarıları bile Dazai’nın başarıları yanında çocuk oyuncağı kalıyordu.
Buna rağmen kimse Dazai’ye güvenmezdi.
Çünkü gözlerinin derinliklerinde, çöplükteki gecelerden daha koyu, simsiyah bir karanlık vardı.
Mafyadaki eylemlerine devam ettikçe Dazai daha anlaşılmaz ve karanlık bir hale geldi. Nedenlerini kimseye açıklamazdı. Düşmanlarını öylece öldürür, Liman Mafyasına kanla kaplı bir yol açardı. Sanki gölgelerdeki bir duvara karşı kendini saklıyor gibiydi.
Muhteşem başarılar elde etmişti. Ancak bu onura sevinmeyen tek bir kişi vardı.
Dazai’nin kendisi.
Dazai konteynerde yuvarlak taburesine bir başına oturmuş, karanlığa bakıyordu.
Yanındaki masada duran telefonu çaldı. Arayan Chuuya’dı ama Dazai cevap vermedi. Telefona bakmadı bile. Kılını kıpırdatmadan öylece oturdu, ellerini katlayarak kapı tarafındaki karanlığa baktı.
Gözleri oldukça sakindi. Siyah gözbebekleri ışıktan sese her şeyi tüketir, ardında tek bir şey bırakmazdı. Kendi hisleri de dahil...
Telefon pes etmişçesine çalmayı bıraktı, bir kez daha sessizlik odayı hâkim oldu. Bu sessizlik, telefon çalmadan önce hüküm süren sessizlikten daha derin ve ağırdı.
O sırada, Dazai’nin karanlık boşluğa bakan gözleri seğirerek titredi.
Kapı açılmaya başladı.
Metal kapı yavaşça açılmaya başladı ve kapının diğer tarafında, soluk ışıkta birisinin figürü belirdi.
“İğrenç bir yerde yaşıyorsun, Dazai-kun.” dedi figür hafif bir sesle. “Bu kadar berbat bir yerde yaşamana sebep olacak kadar neyden korkuyorsun? Emlak vergisinden mi?”
Dazai'nin ifadesi değişmedi, duygudan yoksun pürüzlü sesiyle konuştu.
“Senden korkuyorum, Verlaine-san.”
Adam odaya girdi. Uzun boyluydu ve giydiği takım, gece manzarasındaki bir denizi anımsatıyordu. Gözleri olanlardan eğlenmiş gibi kaygısızdı ve kafasına siyah bir şapka takmıştı. Adam, suikastçılar kralı Paul Verlaine’di.
“Yalancı.” Konteynerin içine girdi. “Gözlerini görebilseydim, bir şeyden korktuğun yok derdim. Seni birkaç gün önce öldürmeye çalıştığımda bile neredeyse hiçbir şey hissetmiyor gibiydin.”
“Konu ölümümse sıra dışı görüşlerim var.” Yalnızca gözlerinin kenarları hafifçe gülümsüyordu. Gözlerinin derinlikleri hala inatçı sessizliğini koruyordu.
“Kiralık katillikte de iş kalmadı.” Verlaine omuzlarını silkti.
Verlaine'in deri ayakkabıları yürürken zeminde pat pat sesleri çıkardı. Masadan dosyaları aldı. “Liman Mafyasının iç işlerinin verileri mi bunlar?”
Masada birkaç deste kağıt vardı. Kağıtlar başka bir organizasyona satılacak olsa üç hayat yaşamaya yetecek kadar para kazanılırdı. Üzerinde Liman Mafyasının tüm sırları yazılı olan aşırı değerli belgelerdi.
Verlaine kağıtları Dazai'nin yüzü önünde salladı. “İki gün önce bana bunları veresin diye seni öldürmeyeceğimi söylemiştim. İşim için gereklilerdi. Ama nedenin nedir? Bundan nasıl bir ödül kazandın? Oturup ‘Yalvarırım beni öldürme’ dediğinin şaka olduğunu söyleme sakın.”
“Basit.” Dazai belli belirsiz gülümsedi. Sesi gece vakti duyulan bir hırıltı gibi kısıktı.
“Liman Mafyasının yanıp yıkıldığını görmek istiyorum.”
Verlaine'in yüzü ciddileşti. Sanki orada birinin olduğunu yeni fark etmeye başlamış bir insanmış gibi Dazai'ye baktı.
“Liman Mafyası seni alıp yetiştirmedi mi?” Biraz durakladıktan sonra Verlaine dikkatle sorusunu sordu.
“Evet.”
“O zaman neden…?”
Dazai soruyu duysa da sessizliğini sürdürüp cevap vermedi. Sanki bir şey arıyormuş gibi çevresine bakındı.
Sonra gülümsedi. Verlaine’e haykırır gibi görünen keder dolu bir gülümsemeydi bu.
“Çünkü sıkıldım.”
Verlaine gözlerini kıstı. Asıl niyetini ararken bakışlarını Dazai’ye sabitledi. Aldığı bakışlardan eğleniyormuş gibi duran Dazai, Verlaine’e baktı ve sanki kendi kendine konuşuyormuş gibi mırıldandı. “Nihayetinde hiçbir şey bulamadım.”
“Ahh, anladım.” Verlaine gözlerini kapattı. “Hislerini anlıyorum. Beni değiştirecek bir şey bulma umuduyla yolculuğa başladım. Ama gittiğim yer işe yaramaz ıvır zıvırlarla doluydu bu yüzden direkt eve döndüm. Ben de yaşadıklarını yaşadım. Nefes alıyor, yiyor ve sıçıyordum. Öyle yaşanmaz. Bu yüzden yolculuğa çıkarız.”
Konuşmayı bitirdikten sonra Verlaine yere düşmüş bir madeni parayı aldı.
Her yerde görülebilecek, sıradan gümüş bir paraydı.
Kulakları sağır eden bir gürültü duyuldu.
Para, Dazai'nin yanından geçtikten sonra arkasındaki duvarı parçaladı. Arkasında şiddetli bir gürültü ve atmosferik bir bozulma bırakarak konteynerin dışındaki atıkları ezdi. Düz bir çizgide uçarak hiçbir yere düşmedi, batıya ilerleyerek gözden kayboldu.
Geriye eriyen metalin dumanları ve metalin parçaladığı zamandan kalma yankılanan ses kaldı.
“Çaresizliğine saygı göstereceğim ve en son seni öldüreceğim.”
Gülümsedi, duruşu parayı fırlatırkenkiyle aynıydı.
Dazai kıpırdamadı. Madeni para arkasından süratle geçmesine rağmen yüzü aynı kaldı.
Tumblr media
“Gelişini endişeyle bekliyor olacağım.”
Bunları söyledikten sonra Dazai gülümsedi. O gülümsemeyle kırık bir ruhunun sesini duyabiliyor gibiydiniz.
Verlaine arkasını dönüp girişe yürüdü. Kapı kolunu kavradığında Dazai bir soruyla karşılık verdi. “Şimdi kime gideceksin?”
Verlaine arkasını döndü, sihirbazlık numarasını açığa çıkaran bir sihirbaz gibi gülümsedi. “Zaten biliyorsun, karakola gidiyorum.”
 ...
  Chuuya-sama ile birlikte sorgu odasına girdikten 1448 saniye sonra kapı açıldı.
“İzninizle.”
Shirase-san’ı tutuklayan kıvırcık saçlı dedektif gelmişti.
Dedektif-san içerisinde sıvı bulunan porselen bir kap taşıyordu. Sonra masanın diğer tarafına oturdu, sıvının içindeki uzun ince maddeleri almak için yemek çubuklarını kullandı. Maddenin ana malzemeleri nişasta, gliadin ve glütendi. Sonra yemeye başladı.
Dedektif-san seyrettiğimi görünce bana baktı.
“N’oldu yabancı? Hayatında hiç udon(4) görmedin mi?”
Dedektif-san bana alay ederek güldü ve yemeye devam etti. Yemeğin buharı yüzünü kapatıyordu.
“Bizim yemeğimiz nerede?” Chuuya-sama doğrudan sordu.
“Oh, sen de mi istiyordun? İllegal cevherlerden para kazanan birisinin sıradan insanların yediği yemekleri yemek isteyeceğini düşünmemiştim.”
Chuuya-sama kollarını kavuşturup adama baktı. “Yasadışı cevherler mi? Benle taşak geçme. Normal, lisanslı mücevher perakendecisi olarak çalışıyorum. Lisansımı göstereyim mi?”
“Sahte lisansını görmeme gerek yok.” Dedektif-san gülerek başını arkaya yasladı. “Bu arada, bu yabancı kim?” Konuşurken yemek çubuklarını bana doğrulttu.
Chuuya-sama cevap vermedi, omzunu silkti.
Dedektif-san bana baktı. “Hey, Chuuya. Senin iyiliğin için söylüyorum, bu odada konuşulanlar bu odada kalsın.”
“Tanıştığımıza memnun oldum. Ben, Avrupa’dan gelen bir bilgisayar-”
“Kulağa aptalca gelebilir, dedektif.” Chuuya-sama sözümü kesti. “Ama kendisi daha bugün işe giren bir çaylak. Kavgada kafasını vurduğundan beri robot olduğuna inanan garip bir adam. Eğlenceli olduğunu düşündüğüm için kanatlarım altına aldım. Başka şikâyetin var mı?”
“Hayır ama ben gerçekten yüksek performanslı bir bilgisayarım.”
“Astın mı? Anladım. O zaman böyle güllük gülistanlık bir yere gelmesi için daha çok erken. Ona çıkışı gösteririz.” Dedektif-san ayağa kalkıp kapıya tıklattı. “Açın.”
İri, üniformalı bir polis memuru sessizce odaya girdi, kolumu tuttu ve beni dışarıya yönlendirdi.
İtiraz etmek için ağzımı açsam da gözümün ucuyla Chuuya-sama’nın işaretini gördüm.
Masanın altında, Chuuya-sama işaret parmağını bükmüş, odanın dışarısını gösteriyordu. Benimle göz temasını koruyarak göze çarpmadan çenesiyle dışarıyı işaret ediyordu.
Belli ki bana sözsüz işaretler veriyordu.
Odadaki insanlar anlamadan bir şey yapmamı istiyor olmalı. Bu yüzden hakkımda hikaye uydurup beni bu odadan çıkartmaya çalıştı.
Hmm...
Yapacak tek bir şey kaldı.
“Rahatsız ettiysem kusura bakmayın.”
İtaatkar bir şekilde başımı eğdim ve Polis-san’la sorgu odasından çıktım.
Kapı ardımdan kapandı, ikimiz yürümeye başladık.
“Pardon, Polis-san...” On adım attıktan sonra konuştum. “Birisi iki kez parmağını büküp dışarıyı gösteriyorsa sizce ne demek istiyordur?”
“Huh?”
Polis-san kalın boynunu çevirerek bana döndü.
“Diyorum ki, birisi iki kez parmağını büküyorsa...”
Bunları söylerken biraz düşündüm.
Chuuya-sama belli etmeden dışarı çıkmamı söylüyordu yani burada, dışarıda yapmamı istediği bir şey olmalı. Ancak Chuuya-sama’nın kendisi sorgu odasındayken kıpırdayamazdı. Şu anda Shirase-san’ı taşımaya çalışıyoruz. Shirase-san’ı hapishaneden çıkarıp güvenli bir yere götüremezsek tuzağı dahi kuramadan öldürülür. Ama şehir polisi Shirase-san’ı götürmek istediğimizden haberdar. Bu yüzden Chuuya-sama’yı sorgu odasına soktular-
Anladım.
“Şimdi anladım.” dedim aniden. Polis-san bana şüpheyle baktı.
“Neyi anladın?”
“Bana verdiği işaretlerin anlamını. Chuuya-sama polisin dikkatini kendi üstüne çekecek ben de hapishane hücrelerine girip Shirase-san’ı kaçıracağım.”
“Ah, anladım. Hücreye gireceksin.” Polis-san düşünmeden baş salladı. “..Hm? Hücreye mi?”
Uh-oh. Sanırım fark etti. Öyle olmaz.
“Polis-san, o nedir?”
Polis-san’ın ardını işaret ettim. Refleks olarak döndü ve arkasına baktı. Dürüst adammış.
Yaklaşarak işaret parmağımı çenesine tuttum ve beklemede kaldım.
“Hiçbir şey-“
‘Hiçbir şey yok’ demenin ortasındayken kafasını döndürdü ve çenesi doğrudan parmak uçlarıma vurdu.
Parmak uçlarıma minik bir şırınga yerleştirilmişti ve iğnenin battığı yerden sakinleştirici uygulanıyordu. Tansiyonu aniden düştü ve hızla bilincini kaybetti.
Yere düşmesini engellemek için iki elimle tuttum.
Çevremi taradım.
Kimse ne bir şey duymuş ne de görmüştü.
“Karakolda sessiz ol.”
Bedeni tutarken gülümsedim.
 ...
 Chuuya yüzünde bariz bir sıkıntıyla oturuyordu.
Dirseklerini masaya dayayıp yarı kapalı gözlerle kirli duvara boş boş baktı. Dedektifin ‘Ben böyle düşünüyorum’ konuşmasından dikkatini dağıtacak başka hiçbir şey yoktu.
“Bu hayatta gereken tek şey udon. Genç birisine göre zaten çok paran var. Çalışayım diye kan, ter ve gözyaşı akıtanlar, hayatın monotonluğuyla uğraşanlar ve maaş alanlar dünyayı balık kekleri, udon üstünde tempura gibi görüyor. Yani diyorum ki sıkı çalışırsan daima ödülünü alırsın. Hazır konusu açılmışken...”
Chuuya saatin akrep ve yelkovanına bakmayı çoktan bırakmıştı ve dedektifin konuşmasını ne kadardır dinlediğini merak ediyordu.
Dedektif vaaz verir gibi uzun uzun konuşuyordu ve en kötüsü konuya bir türlü giremiyordu. Hayat hikayesinden ders çıkarmakla başlayıp konuşmanın yarısında şikayet etmeye döndü, sonra tam ortasında maziyi yâd etti ve onun yarısında da Chuuya’ya hayat dersi vermeye başladı. Dönüp dolaşıp aynı hikayeyi tekrar tekrar anlattı ve garip gereksiz detaylar verip durdu. Ancak dedektif bu hikayeleri tekrarlarken sanki bu dünyanın gerçeklerini ilk kez açığa çıkarıyormuş gibi gözleri zevkle parıldıyordu.
“Yani bu karakola atanırken öyle düşünüyordum. Bir keresinde senpailerimden birisi diğer senpainin çok fazla saç jeli kullandığı için her yeri yapış yapış ettiğini söylemişti...”
Chuuya dinlemiyordu. Gözleri boş boş dalıp gitmiş ve basitçe konuşmaya katlanıyordu.
Zaten gönüllü bir soruşturmadaydı. Polisin Chuuya’yı tutuklamaya yetkisi yoktu bu yüzden onu gözaltında tutmaya hakları yoktu. İstediği an dedektifi görmezden gelebilir, ayağa kalkıp tek saniye düşünmeden gidebilirdi. Ama bunu yapmadı. Adam’a Shirase’yi kurtarması için zaman kazandırmayı amaçlıyordu. O zamana kadar Chuuya dedektifin dikkatini kendi üstünde tutmalıydı.
Ve bu yüzden Chuuya’nın tek yapabildiği katlanmaktı. Burada yokuş aşağı yuvarlanan bir taşım sadece, dedektifin dırdırını çekerken çaresizce kendi kendine konuştu.
“Ne demek istediğimi anlıyor musun? Ben senin yaşındayken sefalet içindeydim.” Dedektif yüzünde muzaffer bir ifadeyle baş salladı. “Doğru düzgün bir işim olmadığı için sürekli açtım. Ağabeyim bu halimi görmeye daha fazla dayanamayıp güvenlikte bana bir iş buldu ama iş pek zahmetliydi. Hayal edebiliyorsundur eminim. İş arkadaşlarım ya hemen işi bırakıyor ya da nöbet yerlerini terk ediyordu ama bir şekilde azmimle başarabildim. İşte böyle cesaretli olursan...”
“Söylesene...” Daha fazla dayanamayan Chuuya ağzını açtı. “Daha ne kadar bana bu sıkıcı hikayeyi anlatacaksın?”
Dedektif kaşlarını kaldırdıktan sonra sanki bunu söylemesini bekliyormuş gibi kahkaha attı. “Tek bir imza atıp kendi yoluna gidebilirsin. Küçük arkadaşın Shirase’yi de yanında götürürsün.”
Dedektif takım elbisesinin cebinden bir dosya çıkarıp masaya yerleştirdi.
Chuuya sessizdi.
Ek iddianame ve delil toplamak için işbirliğine ilişkin bir muvafakatnameydi.
Yani itham pazarlığını(5) onayladığını gösteren bir belgeydi ve kendisi ile Chuuya'nın suçlamalarını reddetmenin karşılığında Chuuya onlara bir sır söyleyecekti.
Yalnızca Chuuya'nın bildiği bir sırrı -Yani Liman Mafyasının iç işleri hakkındaki istihbaratı.
“Liman Mafyasını ispiyonlamamı mı istiyorsun?” Chuuya kısık sesle sordu.
“Arkadaşını burada bırakmak istemezsin, değil mi?” Dedektif gülümsese de bakışları keskindi. “Bana o kadar karışık görünmedi... Endişelenme, tek bir şeyle ilgileniyorum. Liman Mafyasının ticaret yollarından birisini kapatmak istiyorum.”
Chuuya gözünü dosyaya çevirmeden önce dedektife anlamsız bir şekilde baktı. Yüzünde düşünceli bir ifade vardı, bir kez daha dedektife baktı.
“Bana kalem ver.”
“Tabii.”
Dedektif itham pazarlığının imza kutucuğuna doğru dolmalı kalem uzattı.
Dedektif, imza kutusuna göz attı.
İki kelime yazıyordu:
Nah yaparım.
Chuuya dolmalı kalemi masaya fırlattı, ellerini geçirip kafasının arkasına dayadı ve sandalyesinden geriye yaslandı.
Ayaklarını masaya koyup konuştu: “Kısa konuşmanı böldüysem kusura bakma.” Sakin bir sesle söyledi. “Devam et lütfen.”
Dedektif sessizdi.
Ve çölün ortasında yıpranmış bir taş kadar sert gözleriyle Chuuya'ya dik dik baktı.
 ...
 Hapisane hücrelerine doğru yol aldım.
Acaba Shirase-san’ı nasıl kaçırsam?
Şu anda yaptığım şey yasadışı olduğundan memleketimdeki Avrupalı yetkililere güvenemezdim. Ama sorun değil. Her ülkenin soruşturma ajanslarının protokollerini biliyorum.
Hücrelere giden koridor sessizdi. Bakımsız soruşturma biriminin aksine burada zar zor eşya ya da insan vardı. Krem renkli duvarlar özenle temizlenmiş ve tavandaki floresan lambalar koridoru devamlı aydınlatıyordu. Arada bir bu ayki trafik kazaların sayısını gösteren ya da sağlık kontrollerine düzenli gidilmesini bildiren koyu mavi duyuru panolar duvarları süslüyordu. Herhangi bir yerde karşılaşabileceğiniz düzenli, sıkıcı, monoton bir koridordu.
Koridoru geçtikten sonra hedefime vardım.
Shirase-san ileride olmalı.
“Bakar mısınız?”
Kapının hemen yanında bulunan baş güvenlik görevlisinin ofisinin camına hafifçe tıklattım. Ofiste masada oturan kişi Güvenlik Şefi-san’dı. Giriş sınavlarını kaslarıyla geçtiğini düşündüren yapılı bir bedeni vardı.
Camdan görebildiğim kadarıyla güvenliğin ofisi o kadar da geniş değildi. Ofiste bir masa, hapishanenin içini gösteren sekiz izleme monit��rü ve işte kullanılmak üzere bir de bilgisayar bulunuyordu. Diğer kısık bütçeli ofisler gibi yorucu ve sıkıcı gözüküyordu. Duvarlar, zeminler, paneller ve güvenlik şefi; hepsi sıkıcıydı...
Bir gülümseme takındım.
"On sekiz numaralı hapishane hücresinde kalan Shirase Buichirou'yu nakletme emri aldım."
Güvenlik Şefi kollarını masada tuttu ve bana baktı. “Siz kim oluyorsunuz?”
“Bu makine- demek istediğim adım Adam Frankenstein. Avrupa Polis Teşkilatında dedektifim.” dedim. Sahte olmayan dedektiflik kimlik kartımı gösterdim. “Dedektif Murase’den yer değişikliği için emir aldım.”
Güvenlik Şefi, sanki özel bir şey yokmuş gibi etkilenmemiş bir tavırla baktı ve benim çıkarabileceğimden daha mekanik sesle konuştu. “Ve nakil numarası nedir?”
“Pardon?”
“Diyorum ki nakil numarası ne?”
Sesi katı ve saygısızdı.
Yüzümü telaşla bir o yana bir diğer tarafa çevirdim. “Ahh, nakliye numarası. Doğru... nakliye numarası... Um, tabii ki nakil numaram var.”
“Üç kez tekrar etmeye gerek yok. Söyle?”
“Nakliye numarası 21988126.” dedim sırıtarak.
Güvenlik Şefi onaylamak için numarayı bilgisayara girdi.
Uzaktan onu seyrederken polis istasyonunun içindeki ağı hackledim, sorgu odasındayken hazırladığım arka kapıdan e-posta sunucusunu ele geçirerek geçmişte nakil talimatları için kullanılan e-postayı kopyaladım.
Numarayı yeniden yazıp bıraktım böylece bilgisayardan talepte bulunduğunda direkt ekranda gözükecekti.
“21988126… Evet, buradaymış.”
Tek bir şüphe duymadan, güvenlik şefi kontrol panelini kullanarak kapıyı açtı. “İyi günler.”
Başımı eğdim ve güvenlik şefi elini kaldırarak ilgisizce karşılık verdi.
Bu yüzden insanlara güvenilmiyor. Kusurlular. Makineler böyle bir kandırmacaya asla aldanmazdı. Filmlerde insanlığı yok etmeye çalışan makineler neden hep yeniliyor hiç bilmiyorum.
Ama bu sefer kusurlu olmaları benim işime yaradı. Demir kapıdan geçip hapishaneye adım attım.
Hücrenin bulunduğu koridor bana elektrik devresini anımsattı.  Hücrelerin kapıları art arda olarak sıralanmış ve bir elektron deseni gibi aydınlatılmıştı. Hapishanenin içindeki duvarlar, soluk açık yeşil ve beyaz olmak üzere iki renkliydi ve mahkûmların boyunu göstermek için üzerlerine çizgiler çizilmişti.  Muhtemelen karakoldaki en tenha yerdi.
Çok geçmeden aradığımız hücreye vardık.
“18 numara, başka bir yere naklediliyorsun. Çık dışarı.” Shirase’yi izlemekle görevlendirilmiş hapishane gardiyanı kapıyı açıp öylece bıraktı.
Shirase-san hücrenin içinde bir şiltede oturuyordu. Korkmuş bir ifadeyle bana baktı.
“Sen Chuuya’ylaydın. Buraya nasıl girdin?”
“Shirase-san, gidelim.”
Ben konuşurken Shirase-san somuttu ve gözlerini başka tarafa çevirdi.
“Hmph, sağ ol istemez.” Shirase-san konuşurken yere bakıyordu. “Ne? Bunu yapmanı senden Chuuya mı istedi? Ne yazık ki istediğim için buradayım.”
“Yalan söylüyorsunuz.” dedim. “Burnunuzu kırıştırdığınızı ve üst dudağınızın kalktığını fark ettim. Bunlar, insanların kendilerini rahatsız edici bir durumda bulduklarında yaptıkları tipik ifadelerdir. Ayrıca ellerinizi boynunuza koymanız, insanların endişe ve rahatsızlık içindeyken kendilerini sakinleştirmek için yaptıkları ‘yatıştırıcı bir davranış’tır. Söylediklerinizin tam tersi hisleriniz olduğunu düşünüyorum. Ayrıca bakışlarınızı yerde tutmanız yalnızlık, aşağılanma ve pişmanlık gibi hislere sahip olduğunuzun göstergesi. Kısaca, bulunduğunuz durumdan korkuyorsunuz.”
“Kork... korkmuyorum!” Shirase-san yüksek sesle bağırdı.
Gözümün ucuyla, girişte bekleyen hapishane gardiyanının buraya baktığını gördüm.
Hmm, onlar şüphelenmeden çıkmamız lazım.
“Zamanımız yok.” dedim sabırla. “Sizi güvenli bir yere götürdüğümüzde hakkımda ya da Chuuya-sama’ya söyleyeceğiniz şikayetleri dinleyeceğim. Şu an yapmanız gereken tek şey ayağa kalkıp beni takip etmek. İnsanların yapamayacağı kadar zor bir iş olduğunu düşünmüyorum.”
“Hayır dedim!” Shirase-san kollarını kavuştururken bağırdı. Kolları kavuşturmak ayrıca reddetmenin tipik bir göstergesiydi. “Seni de bu durumu da sevmiyorum. Topladığım silahlara el koyulduğu gerçeğinden nefret ediyorum! Siz geldiğiniz için mi oldu bunlar? Nasıl sorumluluk alacaksınız?!”
Silahlara bizim yüzümüzden el konulmamıştı ama görünüşe göre artık durum böyleydi.
“Zaten sizin belanıza ben ne diye bulaşıyorum? Öldürülmeyi hak edecek hiçbir şey yapmadım! Önce benden özür dile, özür! Sonra silahlarımı geri ver! Gelecekte kral olacağım ve kral saygı gösterilene kadar bir yere kıpırdamayacak!”
Taleplerini sakince dinledim.
Shirase-san’ın istekleri mantıken saçmaydı. Ve onun saçma mantığını belirtmem mümkün olsa da ben en yeni otonom bilgisayarım.  Israrlı mızmızlanması için ayrıntılı bir argüman bulmama gerek yok.
Evet, son derece sakinim.
“Bana fark etmez, Shirase-san.” Gülümseyerek baş salladım. “Canınız ne istiyorsa yapmakta serbestsiniz. Güçlü olmak, özür talep etmek ve kral olduğunuza inanmakta özgürsünüz. Fakat ben de aynı derece özgürüm. Eve gidip sizi burada bırakmak ve hücrenizde nasıl öldürüldüğünüzü anlatan gazete makalesini okurken sıradaki stratejimizi planlamakta özgürüm. Eminim ki bir sonraki hedefimiz sizden daha anlayışlı olacaktır.”
Dahili işlemci akışımı inceledim.  Mantıksız duygu taklit modülü aktifti.  Sözlerimden etkileniyor gibiydi.
"Açık konuşayım. Bana kalsa seni hiç umursamıyorum.” dedim. “Söyleyebileceğim tek şey tehlikede olduğun.  Bu makinenin risk değerlendirme modülüne göre, sizi korumayıp gitseydik başarı şansımız daha yüksek olurdu.  Öyleyse sence neden hala buradayız?”
Duygu taklidi modülünde kendi kendine tanı programını ekledim.
Basitçe “öfke” adındaki duygusal eğilime benziyordu. Kusurlu insanlardan farklı olduğum için duygu taklidi modülünden gönderilen duygusal sinyalleri görmezden gelmem ve kendimi soyutlamam mümkündü.  Ama bu sefer, görmezden gelmek içimden gelmiyordu.
“Sizi bırakıp gitmememizin tek bir nedeni var. Sizi umursamayabilirim ama aynı şeyi Chuuya-sama için söyleyemem.”
“Ch... Chuuya mı?”
“Evet.”
Shirase-san tavrımın anı değişikliğinden dolayı hala ağzı bir karış açıktı.
“Chuuya neden beni korumak istesin ki?”
Sessiz kalmam emredilmişti ama anlatmayı gerçekten istiyordum. Bir kez daha duygusal eğilime uymaya karar verdim. Ne de olsa Profesör “Kalbinin sesini dinle.” demişti.
“Cevap basit. Chuuya-sama’nın mafyaya katılma sebebi Koyun’un üyelerini korumak istemeseydi.”
Shirase-san’ın ifadesi kuşkuluydu. İşlemcisi olanlara ayak uydurmuyor olabilirdi. Açıklamaya başladım.
Bir yıl önce Koyun, paralı asker grubu olan GGS’ye (Gerhard Güvenlik Servisi) katıldı ve Chuuya-sama’yı saf dışı bırakarak ona ihanet etti. GGS ve Koyun arasındaki ortaklık Liman Mafyasının gözünü korkuttu ve gücünüzü büyütmenizi engellemek için imha timi kurdu. Timin başında Dazai adındaki bir çocuk vardı.
Eğer her şey olması gerektiği gibi olsaydı imha timi Koyundaki herkesi öldürecekti. Ama Chuuya-sama, Dazai-san’dan Koyunun üyelerinin bağışlanmasını istedi. Dazai-san, Chuuya-sama’nın Liman Mafyasına katılması şartıyla anlaşmayı kabul edeceğini söyledi.
Sonuç olarak Koyun yalnızca dağıtıldı ve kimse öldürülmedi. Yeniden birleşmenizi önlemek için her birinize ülkenin farklı bölgelerinde yeni bir ev verildi. Siz dahil Koyunun hayatta kalabilmesi Chuuya-sama sayesindeydi,  Shirase-san.
Bugüne kadar anlaşma hala geçerliydi.
Chuuya-sama mafyadan ayrılamıyor çünkü ayrılırsa Koyundaki kızlar ve erkekler öldürülecek. Siz ise Shirase-san, mafyaya ihanet edenlere ne olacağının hatırlatıcısı olarak Yokohama’nın kenar mahallelerinde tutulacaktınız.
“Rehin olduğunuzu söyleyebilirim yani.” dedim sakin bir sesle. “Buna karşılık, eğer olur da herhangi bir nedenden dolayı vefat ederseniz Chuuya-sama’nın mafyada kalması için bir neden daha eksik olur. Bu yüzden Verlaine sizi hedefliyor. Çıkarımımız bu şekilde.”
Shirase-san tek bir nefes vermeden dikkatle bana baktı. Bunları ilk defa duyuyor olmalı.
“Galiba düzgün dinleyemedim... diyorsun ki Chuuya Koyunları mafyaya ispiyonladıktan sonra katılmasına izin verildi...?”
“Tam tersi, mafyaya katılmak zorunda kaldı.” Bakışlarım boşlukta dolaştı. “Chuuya-sama sırtından bıçaklandıktan hemen sonra anlaşmayı yaptı. Onu bıçaklayan kimdi -eminim ki hatırlıyorsunuzdur.”
Shirase-san’ın yüzü sanki zaman durmuş gibi donmuştu.
“Benim gibi bir makine insan duygularının ardındaki nedenleri anlayamaz.” dedim açıkça. “Yalnızca ortak kanıya dayanarak konuşabilirim. İnsanlar ihanet edilse dahi zamanında kendileriyle ilgilenenleri bırakıp gidemiyor. Chuuya-sama işte böyle birisi. Ayrıca Koyunların Kralı olmasının nedeni de bu olduğunu düşünüyorum. Ancak bu özellikler sizde yok. Kral olmak için gereken niteliklere sahip değilsiniz.”
Shirase-san’ın dişleri birbirine kenetlenirken garip bir ses çıkardı. “Ne dedin? Ben... Siktir, ne dersen de! Ne yaparsam yapayım zaten acınası olduğumu düşünüyorsun... Bana bunu... sen mi söylüyorsun?”
Sesi artık bana hitap etmiyordu, gücünü kaybedip zeminde yankılanarak yok oldu.
Shirase-san’ın duyguları hedefi olmayan bir girdap gibi dönüp dolaşıyordu.
Diğer taraftan, ben işe son derece rahatlamış ve dinçleşmiştim. Karşılık veremeyen birisine içinizi dökmek muhteşem bir histi.
Rahatlamayı bitirdiğimde duygu taklidi modülünden geri bildirimi kestim.
Kendine hakim, sakin bir zihinle bir kez daha Shirase-san-a döndüm. “Şimdi Verlaine’in neden canınızı almak istediğini biliyorsunuz. Şaka yapmıyorum ya da abartmıyorum, öldürülmesi mantıklı olacak birisisiniz. Ve o da dünyadaki en iyi suikastçı. Böyle kapalı, savunmasız bir ortamda sizi öldürmesi bir saatini almaz.”
Konuşurken Shirase-san’ın kalp atışlarını ve soluk alıp verişini taradım. Biraz önceye kıyasla duygusal eğilimi, iyi bir şekilde dalgalanıyordu.
“Öyleyse, şimdi çıkıyorum. Ne istiyorsanız yapmaktan çekinmeyin. Ama önce bir ortak kanıdan daha bahsedeyim. Gelecekte ‘kral’ olacak kişinin hangi niteliklere sahip olacağını bilmiyorum ama kral olmaya uygun olamayacak kişinin niteliklerini gayet iyi biliyorum. Yapmaları gereken tek şey burada kalıp öldürülmeyi beklemek. Çünkü kimseye güvenmediler.”
Bunları söyledikten sonra yürümeye başladım.
Arkama bakmadım, sabit bir hızla yürümeye devam ettim. Ancak sonar taramamla ardımda neler olduğunu az çok tahmin edebiliyordum. Birkaç saniye sonra hapishaneden çıkan ve bana doğru yürüyen ağır ayak seslerini duydum.
Gülümsedim.
Görev tamamlandı.
 ....
  Sorgu odasında yalnızca kağıdın katlanma sesi yankılanıyordu.
Belgeyi ikiye katladı, kağıdı düzeltmek için parmağını katlama çizgisi boyunca gezdirdi. Kat yerini sıkmak için tırnaklarıyla sıkıştırdı, sonra yine açtı. Sonra belgenin köşesini tutup katlama çizgisi üzerinden katladı.
Kıvırcık saçlı dedektif itham pazarlığını onaylayan dosyayı katlıyordu.
Chuuya sessizce dedektifi seyretti.
Dedektif, kağıt uçağını bitirene kadar belgeyi zor bela katladı. Odanın köşesindeki metal çöp kutusuna doğru fırlattı. Kağıt uçak, dedektifin tam önüne düşmeden önce zemine neredeyse dik doğrultuda olana kadar havada uçtu.
“Bok gibi oldu.” dedi Chuuya, bir aptalla konuşuyormuş gibi.
“Normalde uçar.” dedi Dedektif başını kaşırken. Ayağa kalktı.
“Chuuya, biraz dışarı çıkalım. Bana eşlik et.”
Konuşmasını bitirdikten sonra ardına bakmadan yürümeye başladı.
Birkaç saniyeliğine, Chuuya ses çıkarmadan adamın sırtına baktı ama sonra bir şeye karar vermiş gibi takip etmeye başladı.
Soruşturma odası, Soruşturma Birimi ofisinin hemen yanındaydı ve sabah vaktindeki semt pazarı kadar kalabalıktı. Dedektif, Chuuya'nın önünde yürüyor ve gelen geçen herkesle selamlaşıyordu.
“Yo, Mura-san. Tavsiyen sayesinde karısını döven adamı tutuklamayı başardım.” Orta yaşlı bir polis memuru, yüzünde parlak bir gülümsemeyle yanlarından geçti.
“Sevindim. Dememiş miydim? İtibarını önemseyen bir adam, iş yerinde yakalanırsa harap olur diye.”
Genç ve yeni üniformalı bir dedektif daha geçti. “Murase-senpai, cinayet davasında iyi iş çıkardınız!”
“Şansım yaver gitti. Ama umarım kurban artık huzur içinde dinlenebilir.”
Biraz ilerledikten sonra kelleşmiş yaşlı bir dedektif konuşmak için durdu. “Mura-chan, içmeye gidelim! Bu sefer benden!”
“Yine geç kalayım deme sakın. Gecikirsen seni ofise atarız.”
Karakoldaki her bir insan Murase adındaki dedektife sevecen bir şekilde sesleniyordu. Bu yüzden dedektifin ardından yürüyen Chuuya sürekli ona çarpıp duruyordu. Selamlaşmaları kesmek isteyen Chuuya, dedektifin yanında yürümeye karar verdi.
“Baya popülersin, huh?” Chuuya alay etti.
Dedektif omuzlarını silkti. “Senin aksine benim maaşım düşük. En azından popülerliğim eksikliği gideriyor. Sence de öyle değil mi?”
“Sanırım.” Chuuya'nın gözleri eğlenceyle parıldadı.
Chuuya söyleyeceği kelimeleri aklında toplarken bir an için yan yana yürüdüler. Sonunda kararlı bir şekilde dedektife döndü ve ciddi bir sesle konuştu.
“Hey, Dedekitf-san. İşine karışmak istemem bu yüzden sana bir tavsiye vereyim. Artık bana bulaşma.” Sesinde isyanlar bir ton kullanmıyordu, aksine aşk itirafı yapıyormuş gibi konuşuyordu. “Koyun ve Liman Mafyası bambaşka yerler. Beni suçlasan bile kişisel avukatım göz açıp kapayıncaya kadar masumiyetimi kanıtlar. Deliller gözetiminizden kayboluverir ve tanıklar susturulur. Liman Mafyası böyle bir organizasyon. Dürüst olayım, zamanını boşa harcıyorsun.”
“Olabilir.” Dedektif pek umursamıyormuş gibi konuştu. “Ama bunları yapmamın bir nedeni var.”
“Neymiş o nedenin?”
Dedektif iç çekti ve yakasına uzanıp aradan ince, gümüş bir zincir çıkardı. Zincirin ucunda pirinç, boş bir mermi kovanı asılıydı.  Gümüş zincirin geçebilmesi için ortasına bir delik açılmıştı.
“Bunu eski işimde kullanmıştım.” Dedektif boş mermi kovanına maziyi anımsar gibi baktı. “Genç, fakirken ve ağabeyimin tavsiye ettiği güvenlik işinde çalışırken ufak bir askeri tesiste bekçiydim. Tesiste durması kolay olur diye başvurmuştum Ama yanılmıştım. Tesis yerleşim yerlerinin yakınlarındaydı ve patronum kimsenin yaklaşmasına izin vermemi emretmişti. Ama Büyük Savaşın son yıllarında erzak sıkıntısı yaşanıyordu. Yerleşim bölgelerindeki çocuklar yok yerden çıkıp tesise girer ve yiyecek çalardı.”
Dedektif hafifçe kaşlarını çattı. Bunu yaparkenki yüzü binlerce yıldır çölde duran bir kayaya benziyordu.
“Çocukları vurup öldürmem söylendi.” Dedektif, gırtlağından kaba bir ses çıkardı. “Genelde çocuklar tehdit edildiğinde kaçar ama bu çocuklar organizasyonun birinden emir almış. Geri dönerlerse öldürüleceklerini bildiklerinden kaçmadılar. Ben de...”
Dedektif sözünü orada kesti. Kesilen sözlerinin geri kalanı söylenmeden kaldı.
Ellerindeki boş mermi kovanı acımasızca parlıyordu.
Chuuya ne söyleyeceğini bilemiyormuş gibi bakınsa da kelimeler ağzından çıkıverdi. “Emirlere uyuyordun.”
“Doğru. Ama bunun gibi anılar zamanla kaybolup gitmiyor işte. O zamanlar senin yaşında çocuktum.”
Dedektif, boş kovanı parmak uçları arasında tiksintiyle sıkıştırdı.  Tutuşunu ne kadar sıkı yaparsa yapsın kovan sabit kaldı, en ufak bir değişiklik olmadı.
“Chuuya, adalet sağlansın diye peşinde değilim. Amacımın bununla uzaktan yakından ilgisi yok.” Soğuk keder sesine yansıyordu. “Yasadışı organizasyonlar çocukları kullanıp bir kenara atılabilen kalkanlar olarak kullanıyor. Bir gün, aynı şey senin de gözlerinin önünde yaşanacak. Bu olmadan önce yüzeydeki saygın dünyaya dön. Adalet ve ben sana yardım ederiz.”
Chuuya direkt dedektifin ciddi gözleriyle yüz yüze geldi. “Bunca zamandır beni bu yüzden mi kovalıyordunuz, Dedektif-san?” Chuuya kısık sesle sordu.
Dedektif sessizce Chuuya’ya baktı, tek kelime etmedi. Ama birkaç saniye geçtikten sonra cevap verdi.
“Evet.” Dedektif kendini tiye alarak gülümsedi.
“Dedektif-san...” Chuuya'nın gözlerinin derinlikleri karanlık ve boştu. “Başkalarına sizin kadar sempati duyan fazla insan yok.”
Tam o sırada karakolun içinde kulakları sağır eden bir sesle uyarı sireni çaldı.
“Güvenlik Departmanından duyurulur. Karakolda izinsiz giriş tespit edildi. Yaralı sayısı bilinmiyor. Ölü sayısı bilinmiyor. Zarar görmeyen personeller lütfen tahliye edilsin. Paralı askerler acilen ekipmanınızı kuşanıp belirli bölgeye-“
Chuuya ellerini birbirine kenetleyip kısık sesle konuştu.
“Geldi.”
  ....
 Shirase-san’ı yanımda getirmeyi başardım.
Geriye dikkat çekmeden kaçmak kaldı.
Düşünmeye başladım ve çıkış kapısını kavradığımda arkamdan Shirase-san’ın sesini duydum.
“Hey...”
Böyle olacağını biliyordum, arkama döndüm.
“Evet, sorun nedir?”
Shirase-san afallamış bir şekilde bakıyordu. “Sol bacağına... ne oldu?”
Aşağıya, ayağıma baktım. Sol diz kapağımın altında ne varsa hepsi kaybolmuştu.
Kafamda alarm zilleri yankılandı.
Dengemi yeniden kazanmak için elimi duvara dayadım.
“Makineden bir dedektif olmak zor olmalı.”
Koridorun sonundan o ses yankılandı. Bedenimi hemen ona doğru çevirdim.
“Bacakların kesilse dahi ücretli hastalık izni alamıyorsun. Senin için üzülüyorum.”
Neşeli sesiyle konuşan adam yürümeye başladı. Kestiği bacağımı baston gibi havada döndürerek oynuyordu.
“Verlaine...”
Zamanlaması berbattı. Çok erken geldi, henüz karşılaşmaya hazır değildik.
Kategori 1 Savaş protokolünü çağırdım.  Sinir iletim hızım arttı ve savaş alanında analiz işletimini ilk önceliğe yükselttim.  Savaşmazsam, yok olacaktım.
Bacaklarımdan birini kaybetmemle ortaya çıkabilecek sorunları çözmek için dengemi yeniden kalibre etmenin tam ortasındayken Verlaine uyarı vermeden bacağı geri fırlattı. Bacak ses hızıyla uçtu ve bedenimi arkaya eğerek kaçınabildim. Bacak, ayaklarıyla ardımdaki duvarı parçaladı.
“Chuuya burada değil mi? Tüh, en önemli anları hep kaçırıyor.” Verlaine’in ses tonu gamsız, belki de biraz iyimserdi. “İlk randevumuza geç kalacağını düşünmemiştim. Ağabeyi olarak endişeleniyorum. Anlıyor musun?”
Cevap verecek zamanım yoktu.
Burada yenilirsem Shirase-san anında öldürülürdü. Hangi protokolün bize en yüksek hayatta kalma şansını getireceğini olabildiğince çabuk hesaplamak için bir cevap düşünecek vaktim yoktu.
Tek ayağımla zıpladım, Shirase-san ile arama mesafe koyarak çıkışa doğru koştum. Ama Verlaine beni anında yakalayıp omuzlarımdan tuttu. Sonra beni duvara çarptı.
“Gh!”
Arkamdaki duvar parçalandı, iç yapı iskeletim parçalanmaya başladı. Verlaine’in saldırısı burada sonlanmadı. Bedenimin merkezindeki yerçekimin bozulmaya uğradığını tespit ettim, gövdemi duvara batırıyordu.
Parmakları pandispanyaya derin bir şekilde batırmak gibiydi. Ancak batan şey ben ve battığım şey sert, beton duvardı.
“Endişelenme. Seni kırmak istemiyorum. Burada uslu uslu otur yeter.”
Tüm bedenim duvara saplanmış sayılırdı. Kırılan betonun sesi bedenimin her yerinde yıldırım gibi yankılandı. Vücudumun farklı yerlerinden ana işlemci çekirdeğime aşırı yüklenme olduğunu belirten uyarı sinyalleri yanıp sönse de yapabileceğim hiçbir şey yoktu.
Kaçmaya çalışsam bile yerçekimini duvara uygulayarak beni takip eder, çıkışı kapatırdı. Şimdi duvara, karaya saplı bir ev gibi, neredeyse gömülüydüm. Duvarın dışında yalnızca kollarımın birazı ve yüzüm kalmıştı.
Koşuyormuş gibi bedenimi eğdim, kaçmak için gereken momentumu kazanmaya çalıştım. Ama işe yaramadı. Çünkü tüm bedenim enkaz altına gömülmüştü, kaçmak için doğru zamanı elde etmem mümkün değildi.
“Şimdi sana gelirsek Shirase-kun…” Verlaine diri diri gömdüğü makineden ilgisini kaybetmiş, dikkatini Shirase-san’a çevirmişti.
“N…ne?” Shirase-san’ın sesi ödü kopuyormuş gibi çıkıyordu.
“Bunca yolu seni görmek için geldim. Ama içeri girmek çok kolaydı, hala vaktim var. İşime başlamadan önce biraz konuşalım.”
“Ne… senin sorunun ne be?!” Shirase-san özellikle uğraşsa sesini o kadar titrek çıkaramazdı. Tüm gücünü iki ayak üzerinde durmak için kullanıyordu. “B…ben Shirase değilim! Yanlış kişiyi yakaladın!”
“Ama az önce adını seslendiğimde cevap vermedin mi?” Verlaine başını merakla eğdi. Uzun bacaklarıyla zarif bir şekilde Shirase-san’a doğru yürüdü.
“Ona yaklaşma!” Bağırarak uyardım.
Verlaine hayatının en güzel zamanlarını geçiriyormuş gibi arkasına döndü. “Madem yaklaşmamı istemiyorsun beni durdursana. Tabii yapabilirsen…”
Verlaine’in dediği doğruydu. Onu durdurmamın bir yolu varsa kullanmalıydım. Farklı ihtimalleri hesapladım. Kaçış, patlama, telekomünikasyon… Gerçekleştirebileceğim her bir protokolü inceledim.
Sonuç sıfırdı. Etkili çözüm bulunamadı. Kaçmak imkansızdı.
Chuuya-sama’yı çağırmayı da düşündüm ama sahip olduğum en aptalca fikirdi. Verlaine’i birebir savaşta yenemeyeceğimiz için pusu kurmayı planlamıştık. En kötü senaryoda hem kendimin hem de Chuuya-sama’nın gücünü kaybeder, bir sonraki pusuyu kuramazdık.
Verlaine’in iki hedefi daha vardı. Hala umut var.
“Buyur, otur hadi.” dedi Verlaine, Shirase-san’a.
Shirase-san o kadar korkmuştu ki kelimelerine tepki veremedi. Verlaine’ bakarken yalnızca titreyebiliyordu.
“Otur dedim.” dedi Verlaine sert bir sesle, Shirase-san’ın omuzlarına dokundu.
Shirase-san sanki dizleri kırılmış gibi aniden öne düştü. O sırada, yerçekimi Verlaine’in ayakkabı tabanlarında toplanıp zemini parçaladı. Zemin yükseldi ve moloz yığınları tümsek gibi yukarı çıktı. Shirase-san moloz yığınlarının üzerine kalçası üstüne düştü.
Şok ve korkudan konuşamamıştı bile.
“Shirase-kun. Suikastçı etiğidir, hakkındaki araştırmamı yaptım.” Verlaine kibar tavırlarla konuştu. “Bu şehirde Chuuya’nın en uzun zamandır tanıdığı kişisin. Chuuya çocukken nasıldı diye sormak istiyorum.”
Bunları söylerken Verlaine hücre kapılarından birisi kolayca çıkardı. Kabuk bağlamış bir yarayı soyuyormuş gibi zahmetsizce yapmıştı. Kapıyı ikiye katladı ve zemine sandalye gibi yerleştirdi, üstüne oturdu. Zarifçe bacak bacak üstüne attı ve Shirase-san’a gülümsedi.
Verlaine’in yeteneği görülmemiş bir şeydi. Bu şehirde Saat Kulesi Nişanıyla dahi oynayan bu yeteneği yenebilecek başka bir yeteneklinin var olduğunu sanmıyordum.
Bedenimle birkaç cümle yazıp Chuuya-sama’nın telefonuna mesaj attım. Şu anki durumumuzu açıkladım ve alabileceğimiz tek tedbiri hatırlattım.
Sakın buraya gelmeyin.
Geri çekilin, bir sonraki hedefi tespit edin ve tuzak kurmak için mafyanın yardımını alın.
Shirase-san ile benim burada yok edileceğimiz kesin olsa bile.
Shirase-san titriyordu. Benim vardığımla aynı sonuca varmış olmalı çünkü titreyen dudaklarıyla kendisini konuşmaya zorladı.
“Şey… şey…”
Sığ nefes alıyordu ve sesi her an kırılacakmış gibi çıkıyordu. Bu gidişle kusarsa şaşırmazdım. Ama konuşmaya devam etmezse işe yaramaz muamelesi görecek ve öldürülecekti. Hayatını yalnızca birkaç saniye uzatsa bile soruya cevap vermekten başka seçeneği yoktu.
Pek bir şey göremiyordum.
“Karşılaştığımız ilk yer… sürekli saklanıp alkol içtiğimiz köprünün altıydı sanırım.” Bunları söylerken Shirase-san yardım isteyerek bana baktı. Gözleri bize biraz zaman kazandırırsam bir şekilde kurtulabilir miyim diye sordu.
İşe yaramayacaktı. Yardım gelmeyecekti. Deneyip zaman kazanmanın anlamsız olduğunu biliyordum sadece.
“Chuuya… bir yerden çaldığı askeri bir üniformayı giyiyordu. Perişan görünüyordu. Saçı da yüzü de vücudunun geri kalanı kadar kirliydi ve ayakkabısı yoktu.” Shirae-san titreyen sesiyle devam etti. “Koyunun ilk üyeleri… biz… hapishaneden falan kaçtığını düşündük. Sonra bize seslendi. ‘O dikdörtgen çarşaf ne?’ dedi.”
Shirase-san geçmiş günleri anımsamaya çalışıyormuşçasına başını eğdi.
“N…neden bilmiyorum ama iğrenç olduğunu düşündüm. Yine bize seslendi. ‘O elindeki dikdörtgen şey  ne söyle!’ dedi.”
Shirase-san başını kaldırdı ve gözleri dalıp gitti.
“Elimde bir parça ekmek vardı.”
Koridorda ölü sessizliği vardı. Tüm o yıkımdan sonra garip bir sükûnetti. Verlaine de hikayeyi dinlerken sessizdi.
“ ‘Ekmek.’ diye cevap verdim. Chuuya ‘Yeniliyor mu?’ diye sordu. ‘Evet.’ dedim ve yenildiğini göstermek için bir parça ağzıma attım. Ama sonra garip bir şey yaptı. Düştü. Odağını kaybetmiş gibiydi. Yanına gelene kadar anlamamıştık. Bir deri bir kemik kalmıştı, ölümün kıyısındaydı. Arkadaşlarımı ikna ettikten sonra onu Koyunun gecekondulardaki evine bizimle beraber götürdük.”
Bilgileri harici depolama veri tabanımdan kontrol ettim. Koyun, başlangıçta yetimlerin kendilerini yetişkinlerden korumak amacıyla kurduğu karşılıklı desteğe dayalı bir organizasyondu. O zamanki maddi imkânları altın çağlarına kıyasla çok daha azdı ve çocukların kendilerini şiddetten, insan kaçakçılığından ve çocuk işçiliğinden korundukları bir sığınak olarak belgeleniyordu.
“Organizasyonun küçük olduğu zamanlardı. Ama yine de Chuuya’yı kabul ettik. Sokaklarda aç yatan bir çocuğu öylece bırakamazdık.”
Yüzünü yeniden kaldırdığında ifadesi değişti.
Hala eskisi kadar korkuyor ve bir o kadar da titriyordu. Ama gözlerinde öfkeyle yanan alevler vardı. Yenilmek üzere olan bir otçulun düşmanına haykırırken gösterdiği türden bir alevdi.
“Chuya’nın abisiyim mi demiştin?” Shirase-san neredeyse çığlık atacaktı. “Neden beni öldürüyorsun? Tek yaptığım aç kalan çocuğa yardım etmekti! Karşılığında teşekkürümü böyle mi alıyorum?!”
Verlaine sakin gözlerle seyrederken cevap vermedi.
“Ahh, anladım. Sonuçta dünya böyle işliyor. İnsanlara yardım ettiğim için öldürüldüğüm mantıksız dünya.” Shirase-san bağırmaya devam etti. “Hey, acele et hadi. Beni daha fazla bekletme, bok kokusunun cesedime sinmesini istemiyorum.”
Verlaine aşağısına baktı ve gözlerini kapattı. Sonra ayağa kalkıp Shirase-san’a doğru yürüdü.
Durum farkındalığı programım gerçekleşebilecek 168 farklı olasılığı hesapladı. Ve hepsi Shirase-san’ın 10 saniye içinde ölmesiyle sonuçlanıyordu.
Kaçınılmaz bir sondu. En azından ölümüne tanık olacaktım.
Verlaine elini Shirase-san’ın boynuna uzattı.
Shirase-san nefesini tuttu.
O sırada bölge tarama fonksiyonum bir değişiklik fark etti.
169. ihtimal. İmkânsız olasılık.
“Ne oluyor?” kelimeler düşünmeden ağzımdan çıktı.
Chuuya-sama’nın tekmesi Verlaine’e çarpmıştı.
Verlaine’in uzun bedeni koridorun duvarına vurdu, diğer tarafa sekti ve aynı duvarları da yıktı. Sonunda durana kadar bedeni, bilardo topu gibi koridorun duvarlarından defalarca sekti.
Verlaine yavaşça kendisini duvardan ayırdı ve öne düştü, iki elini bedenini dengelemek için yere koymuştu.
Chuuya-sama Shirase-san’ın önünde korumacı bir şekilde dikildi ve Verlaine’e dik dik baktı.
“Chuuya…” Shirase-san önündekine inanamıyormuş gibi baktı.
“Off… bu kaçıncı oluyor Shirase, yüz falan mı?” dedi Chuuya-sama usanmış bir sesle. “Kendini bok yoluna sokuyorsun ben de arkanı toplamaya geliyorum.”
“Chuuya… neden beni kurtarıyorsun?”
“Seni mi kurtarıyorum? Öyle bir şey yok. O şapkalı piç kurusunu dövmeye geldim, o kadar.”
Bağırırken durum tespit programımı çalıştırdım. “Chuuya-sama, buraya gelmekle hata ettiniz! Kaçın lütfen, desteğiniz olmadan onu yenemezsiniz!”
“Vay, oyuncak robot. Duvara güzelce saplanmışken baya iyi gözüküyorsun. Endişelenme. Sadece otur ve izle.”
Chuuya-sama sırıtarak güldü ve yüzünü Verlaine’e döndü.
Verlaine ayağa kalkıp yere düşen şapkasını aldı.
“Geciktin, kardeşim.” Şapkasının tozunu silkelerken konuştu.
“Haha. Ağzından ne çıkarsa çıksın uysal ve sakin kalabiliyorum ama bana kardeşim diye seslenmene katlanamıyorum.”
İçten içe başımı kaldırdım. Uysal mı..?
“Normal, sinirlenmeye hakkın var.” Verlaine yavaşça Chuuya-sama’ya doğru yürüdü. “Ama zarafetten yoksunluğundan etkilendiğimi söyleyemem. Önceki gün seninle istediğim gibi oynadığımı unuttun mu yoksa?”
“Unuttum.” Chuuya-sama sıradan bir gezintideymiş gibi Verlaine’e doğru yürüdü. “Hatırlatsana?”
İkisi aralarında kol mesafesi kaldığında birbirleriyle yüzleştiler. Chuuya-sama Verlaine’e, Verlaine Chuuya-sama’ya baktı.
Bir anlık sessizlik vardı.
İlk saldıran Verlaine oldu. Havayı kesen sağ yumruğunu Chuuya-sama’nın kafasına vuracak şekilde hedef aldı. Chuuya-sama atmosferi yakabilecek bir hızla eğilerek saldırıdan kaçtı. O sırada Verlaine’in çenesine ani bir darbe indi.
“Gh-“
Verlaine’in yüzü yana eğildi. Olanlar yüksek hızlı kameramdan kaçamamıştı.
Kaydı izledikten sonra ne olup bittiğini anladım. Chuuya-sama yana eğilirken alt yarısını yukarı kaldırdı, Verlaine’in çenesine ışık hızıyla tekme attı. Görüş açısının dışında yapılan mükemmel bir saldırıydı. Normal bir insana vursaydı başı çoktan kopmuştu.
Durumu analiz ederken fırtınayı andıran saldırılar durmadı. Chuuya-sama bedenini daha da eğdi, ellerini zemine dayadı ve itip yükselttiği bacağıyla tekmeledi. Ayakkabıları Verlaine’in boğazını parçaladı, Verlaine acıdan inledi.
Verlaine geriye düşerken yerçekimi uyguladığı elleriyle Chuuya-sama’yı tutmaya çalışsa da Chuuya-sama tereyağından kıl çeker gibi, kolayca kaçındı ve daha da tekmeledi.
Tekmeleyerek ardına döndü.
Işık hızıyla birbiri ardına gelen, Verlaine’den daha uzun dört tekme daha attı. Yalnızca sanatsal olarak tanımlanabilecek harikulade saldırılardı. Verlaine acıyla inlemekten başka bir şey yapamıyordu.
“N’oldu? Hani benden daha güçlüydün?”
Verlaine, yerçekimi kontrolünü kullanarak bedenini düşmekten kurtardı ve görüşü dışında bulunan Chuuya-sama’yı tutmak için ellerini uzattı. Yerçekimi gücüyle dolan parmakların tuttuğu ölümle yüz yüze gelen Chuuya-sama soğukkanlılıkla kenara çekildi. Verlaine’in zar zor dokunduğu birkaç tutam saçı yerçekimin etkisiyle koptu. Chuuya-sama dirseğiyle Verlaine’in koluna yavaşça vurdu ve gözüne yumruk attı. Verlaine’in yüzü parçalanmış gibi diğer tara çevrildi. Verlaine’in dizinin ardını tekmeleyerek eğilmesine yol açtı.
Chuuya-sama Verlaine’in etrafında dönerek dirseklerini insan vücudunun zayıf noktalarından birine, başının üstüne indirdi. Bir bağırış yankılandı.
Verlaine bir kez daha haykırdı ve üstündeki Chuuya’ya uzansa da Chuuya-sama artık orada değildi. Aralarına mesafe koymak için zemini tekmeledi. Verlaine hızına yetişemedi.
“Agh-”
Görülmesi mümkün olmayan bir manzaraydı. Suikastçıların Kralı Verlaine başkasının elinde oynanıyordu. Hiçbir Avrupalı polisin bu durumu tahmin edemeyeceğine bahse girerdim.
Ancak ben savaş analizlerini yapmış ve bir sonuca varmıştım. Chuuya-sama yerçekimini saldırısındaki ana yöntem olarak kullanmıştı. Ama daha yetenekli olan Verlaine ile karşılaştığında basitçe yenilmişti. Şimdi ise Chuuya-sama taktiklerini çoğunlukla hızına dayanarak değiştirmişti. Artık bu oyun savaş sanatlarının oyununa dönmüştü.
Saldırılarına devam ederken Chuuya-sama etrafındaki molozlardan bir parça aldı ve Verlaine’e doğru fırlattı. Verlaine moloz parçasına vurarak anında tepki verdi ve parçalar her yere saçıldı.
Chuuya-sama görüş bozukluğundan avantaj sağlayarak Verlaine’e yaklaştı, sonra tekmeledi. Koçbaşına benzer güçlü bir tekmeydi. Verlaine kendini savunmak için kolunu kaldırdı sonra geriye uçtu. Sonunda duruna kadar sırtı duvara çarptı.
Molozların küçük parçaları havada biraz oyalanarak etrafta uçuştu.
Verlaine çok, çok yavaşça kollarını indirdi. Dudaklarının kenarından akan kanı sildi. Dudağı muhtemelen ardı ardına gelen tekmelerden önce kesilmişti.
Parmaklarındaki kanı büyük bir ilgiyle inceledi.
“Kendi kanımı görmeyeli…” Verlaine’in sesi kuru çıkıyordu ve çatlamıştı. “…uzun zaman oldu.”
“Tebrikler. O zaman nefret edene kadar sana göstermeye devam edeceğim.”
“Dünyanın her yerinde son sözü söylemek standart sanırım.” Verlaine güldü. “Ama…”
Verlaine ellerini arkasındaki duvara hafifçe koydu ve binanın inşaat malzemelerini kazmaya başladı. Sanki kaşıkla jöle kazıyormuş gibi görünüyordu.
Chuuya-sama’nın ifadesi değişti.
“Hızın beni şaşırtabilir ancak yenemez.”
Verlaine moloz parçalarını gülle gibi eliyle fırlattı. Chuuya-sama moloz parçalarını yerçekiminden yaptığı yumruğuyla püskürtse de henüz bitmemişti. Molozlar, makineli tüfekle birbiri ardına atılan taşlar gibiydi. Verlaine elini duvara vuruyor, yerçekimini kullanarak art arda fırlatıyordu.
Chuuya-sama meteor yağmurunu tek tek savuşturmak için yumruğunu kullandı. Fakat çok fazla moloz parçası vardı. Molozlar süratle geliyor ve sonu bitmek bilmiyordu. Artık sadece savunma pozisyonundaydı.
“Siktir!”
Chuuya-sama moloz sürüsünden kaçmak için kenara atladı. Bu sefer peşinden moloz değil, Verlaine’in kementi gelmişti.
Chuuya-sama’nın göğsünün tam ortasına uzun bir kol vurdu. Ayakları zeminden kesildi ve meteor kadar ani bir biçimde koridorun diğer ucuna uçtu.
Chuuya-sama’nın bedeni, su yüzeyini yarıp geçermişçesine duvarları kırıp geçti ve dışarı uçtu. Muazzam miktarda güç kullanmıştı. Hapishane duvarlarının dışında polis arabaları için yer altı otoparkı bulunuyordu. Chuuya-sama’nın sırtı park halindeki araçlardan birini ezip sonunda durana kadar birkaç arabanın üstüne düşmesine neden oldu.
Chuuya-sama öne düştü ve ortam aniden sessizliğe büründü.
Geriye ufalanan molozların takırtı sesleri duyuluyordu sadece. Karakolun içindeki alarmlar uzaktan duyulabiliyordu. Park edilmiş ve ezilmiş arabaların alarmları çaldı. Chuuya-sama araba alarmları yüzünden neredeyse duyulamayacak kadar kısık bir inilti çıkardı.
“Gh…”
Ve böylece savaşın gidişatı değişti.
En dehşet verici şey ise Verlaine’in yeteneğinin saf gücüydü. Sahip olunan hız ya da kullanılan teknik fark etmeksizin hepsi, Verlaine’in basit yerçekimi kontrolüne karşı gelip geçer bir numaradan başka bir şey değildi. Güçlendirilmiş vücudunu dahi mühürleseniz yine de zorlu bir düşmandı.
Verlaine duvardaki delikten çıktı ve Chuuya-sama’ya yaklaştı.
“Uyan, Chuuya. Ölmediğini biliyorum.” dedi Verlaine yaklaşırken. “Bu kadarıyla ölmezsin.”
Verlaine düz bir sesle konuştu ve Chuuya-sama’yı boynundan tutarak kaldırdı.
“Bırak…”
“Bırakacağım.”
Chuuya’yı tutan Verlaine’in elinin çevresindeki hava titremeye başladı. Isı ışınımı nedeniyle atmosferik kırılmada bir değişiklik tespit ettim.
Olamaz…
“Chuuya-sama! Uzaklaşın!”
Vücudumun çeşitli bölgelerindeki ortak aktüatörlerin çıkış gücünü arttırdım. Eklem yerlerimin her birinden titreşim üretirken bedenimi çevreleyen enkazın frekansını aradım. Her şeyin titreşimle güçlendirilebilen bir rezonans frekansı vardır. Bu frekans benim iç motorlarımla rezonansa girerse duvar yavaş yavaş parçalanabilir.
Ama fazla zaman kalmamıştı.
Yerçekimi dalgaları Verlaine’in kavradığı Chuuya-sama’nın omzundan yayılmaya başlamıştı. Göze görünmeyen bir cehennemden ısı yayılmaya başladı.
“Kendine hakim ol. Yeteneğine hakim ol.” Verlaine’in soğuk sesi yankılandı.
Chuuya-sama çığlık attı. Çığlığıyla beraber kara alevler ağzından çıkmaya başladı.
Olabilecek en kötü senaryo gerçekleşiyordu. Önceki güne benzer bir kara delik açılacak olursa karakol parmak ucu boyutuna gelene kadar sıkışır sonra tamamen yok olurdu. Shirase-san ve ben de felakete kapılırdık.
“N’oldu Chuuya? Şimdi senin öldüğün gibi herkes bir gün ölecek. Toyluğun onları öldürecek. Ve sonra geriye hiçbir şey kalmayacak. Deneyelim mi?”
Ve sonra iki el silah sesi duyuldu.
Verlaine’in üst kolunda iki mermi yarası açıldı.
“Chuuya! İyi misin?!” Park yerinin arkasından birisi bağırdı.
Verlaine’in tutuşu zayıfladığında Chuuya-sama göğsünü tekmeledi ve Verlaine’in ellerinden kurtuldu. Yerde yuvarlanıp derin bir nefes aldı.
Chuuya-sama’ya koşan adam sorgu odasındaki Dedektif-san’dı. Adının Murase olduğuna inanıyorum. Ellerindeki silahın namlusundan hala beyaz duman çıkıyordu.
Chuuya-sama öksürürken dedektife sert bakışlarıyla baktı. “Dedektif-san… Neden geldin?! Eğil!”
Verlaine kolundaki kurşun deliklerine merakla baktı, Dedektif-san’a döndü ve konuştu. “Sonunda geldi.” Ne garip sözlerdi.
Verlaine Chuuya-sama’ya döndü. Yeteneğinin sebep olduğu yüksek enerji çizgileri ve dalgalanmalar kayboldu. Chuuya-sama gardını aldı.
“Chuuya, bence dile getirmeye gerek yok ama zayıflar hiçbir şey elde edemez. Benimle bu halde savaşırsan kaybedersin ve Arahabaki’nin kara alevleri karakolu sarıp bir kez daha yüzlerce insanı öldürür.”
Sözlerini göz korkutmak ya da tehdit etmek için söylememişti. Tamamen sakin, duygusuz bir sesle konuşmuş; yalnızca gerçekleri anlatmıştı.
“Sana izin vermem.” Chuuya-sama’nın sesi hırıldıyormuş gibi çıkmıştı.
“Ahh, gerek yok.” dedi Verlaine umulmadık bir şekilde. “Neden biliyor musun?”
Chuuya-sama’ya cevap verme şansı tanımadan zıpladı.
Kendi yerçekimini yok ederek park yerinin tavanına baş aşağı çıktı. Sonra aşağı zıplayıp Chuuya-sama’nın arkasına indi.
“Bununla birlikte bugünün işi tamamlandı.”
Verlaine Dedektif-san’ın boynunu kavradı.
“Dur!”
Chuuya-sama bağırdı ve atladı. Dedektif-san konuşmak için ağzını açsa da sözleri ağzından çıkamadı.
Başı boğuk bir sesle geriye düşmeden önce dudakları yarıya kadar açılmıştı.
Dedektif-san’ın bedeni kırık boynundan gelen ivmeyle yavaşça sallandı. Ve sonra düştü.
“Kahretsin!” Chuuya-sama arkasına döndü.
Dedektif-san’ın bedenini kollarında tutarken Chuuya-sama’nın ifadesine dayanarak olan biten her şeyi anlayabiliyordum. Nabız var mı diye yoklamak için uzak mesafeli taramamı yapsam da –hiçbir şey yoktu. Ani ölümdü.
“Orospu çocuğu!”
Chuuya-sama bağırırken zıpladı. Sağ yumruğuyla Verlaine’i hedef aldı. Verlaine vuruşu iki avucuyla karşıladı ve ellerinden siyah ışık huzmeleri parıldadı. Serbest bırakılan yerçekimi çevreleyen alanda yerçekimi dalgaları halinde yayıldı, manzarayı küresel bir şekle dönüştürdü.
Yayılan yerçekiminin şok dalgaları, etraftaki arabaları -sanki kağıttan yapılmışlar gibi- uçurdu. Verlaine, hiç zorlanmadan şok dalgaların birine bindi ve geriye uçtu. Yer altı otoparkının çıkışının yakınlarında indi.
“Az önceki vuruş, şimdiye kadarkilerin en iyisiydi.” Bunları söyledikten sonra geri sıçradı ve çıkışla yüz yüze geldi, çıkarken figürü gözden kayboldu.
“Bekle!”
Chuuya-sama Verlaine’in peşinden koşarak karakoldan ayrıldı. Yaptığı tehlikeliydi. Kendi başına Verlaine ile savaşamazdı.
Duvarın frekansıyla eşleştikten sonra duvar yavaş yavaş kırıldı. Bir şekilde sağ kolumun tamamını çıkarabildim. Dirseğimi duvara vurarak kalan parçalarımı enkaz altından kurtardım.
144 saniye sonra enkazdan tamamen kurtulmuştum. Bir bacağıma güvenerek aceleyle Dedektif-san’a gittim.
Yüzü diğer tarafa dönmüş, ağzından kan akıyordu. Taramamın sonuçları C2’den C6’ya kadar olan servikal omurlarının hasar gördüğünü gösterdi. Nabız yoktu ve gözbebekleri tepki vermiyordu. Dahili iletişim cihazımdan ambulans çağırsam da geç kaldığım belliydi.
İnsan yaşam destek sistemi hassas bir denge içindedir. Benim gibi makinelerin aksine, kısmi hayatta kalma kavramı insanlar için geçerli değildi. Yedeği bulunmayan bu iki organ son derece dinamik bir sistem oluşturuyordu ve ikisinden birisinin işlevi durursa yeniden başlatma imkansızdı. İnsanlar hasarlı parçalarını değiştiremezdi.
Başka bir değişle, insanlar çok kolay ölürlerdi.
Arkasını taramak için dedektifi yüzüstü döndürürken yere düşen tanıdık bir nesne gördüm.
Huş ağacından yapılmış bir haç.
Verlaine ardında bırakmış olmalı.
Taramamı yaparken Chuuya-sama döndü.
“Verlaine nereye gitti?” diye sordum.
“Gökyüzünde kayboldu.” Dedi mutsuzca, gökyüzünü işaret ederek. Muhtemelen yerçekimini kullanarak havaya zıplamış ve kaçmıştı.
“Bende de öyle düşünmüştüm.” dedim Dedektif-san’ın bedenini tutarken. “Şiirsel bir tabir kullanmak istersen, Dedektif-san da ortadan kaybolup göğe yükseldi.”
Dedektif-san’ın gözkapaklarını kapatıp onu daha da ölü gösterdim.
“Siktir!” Chuuya-sama bağırdı, Dedektif-san’ın göğsüne yumruğuyla vurdu. “Beni tutuklamayacak mıydın?! Hey, Dedektif-san! Bana dünyanın ışığını göstermeyecek miydin…?”
Chuuya-sama Dedektif-san’ın göğsüne vurduğunda ceketinin cebinden dedektifin kişisel eşyaları yere döküldü.
Eşyaların arasında eski sayılabilecek, mavi bir kapaklı telefon vardı. Modeli gözüme tanıdık geldi.
Verlaine’in kaçakçılardan aldığı aynı mavi kapaklı telefondu.
Yerden alıp Chuuya-sama’ya gösterdim. Ne olduğunu anladığı an dişlerini sıkıp haykırmak istediği çığlığı içine attı.
Suikastçılar Kralı Verlaine’in… daha en başından beri asıl hedefi Shirase-san değildi.
Ama… o zaman neden…?
Neden Dedektif-san’ı öldürdü?
     …
 (1) Sama (様), yüksek derecede saygı bildiren ektir. Konuşmada nadiren kullanılır ve genelde rahiplerin Tanrı'ya, sadık cariyenin hükümdarına, en düşük sosyal tabakadan olanların en yüksektekilere ve resmi mektuplarda kullanılır. Chuuya’nın ‘sama’ ekinden dolayı rahatsız olmasının sebebi budur.
(2) Orbiting Binary Black Hole Investigation Satellite (ORBIS) Japonya tarafından geliştirilmekte olan bir çeşit uydu.
(3) Bir çeşit CCTV gözetim sistemi.
(4) Udon (Japonca: 饂飩, うどん), Japon mutfağında kalın buğday unundan yapılan bir eriştedir.
(5) suçlananın suçunu kabul etmesi ya da başkaları aleyhinde tanıklık yapmasıyla ilgili savcıyla suçlanan ya da onun avukatı ile arasındaki anlaşma
83 notes · View notes
japonyamesken · 4 days
Text
İçimde çok güzel şeyler olacakmış hissi var.
Tumblr media Tumblr media
Ama uzun bir süre, çok uzun bir süre her şey kapkaranlıktı. O karanlığın geçmesi imkansız gibi geliyordu.
Sonra işte ben adım attıkça bu güzel şeyler hissi hafif hafif gösterdi kendini. Gelip öyle baş köşeye kurulmadı hemen. Bulutların arkasından birkaç saniye görünüp kaybolan bir güneş misaliydi ilk zamanlar. Geliyor, beni şaşırtıyor ve sonra hemen gidiyordu. Kendimi yalancı bahara kanıp coşkuyla çiçeklenen ağaçlara benzetiyordum. Sonuç hüsran mı olacak, soğuk mu vuracak her yeri? Muamma...
Şimdi tıpkı eskisi gibi tatlı tatlı gelip içimde uzun soluklu çiçekler açtırıyor bu misafir. Sonsuz bir his değil ama "aşina" bir his olarak tanımlayacak kadar teşrikimesaimiz oldu artık.
Hayatın akışına tüm gürültüsüyle kendimi bırakamıyorum hala, tevekkül dedikleri o özel hali kaybedeli ise çok oldu. Yaşadıklarımın gerçekliğini tam manasıyla kavrayabilmiş gibi de değilim, sanki bir başkasının hikayesini izliyor gibi hissediyorum. Ve bu hikayenin beni dönüştürüyor olduğunu da fark ediyorum.
Her ne olursa olsun içimdeki bahar çiçeklerinin yeşertecekkerinden ümitvarım artık. Bakalım hayat neler getirecek?
(Bunları yazarken çay içip Kızıl Goncaları seyrediyordum annemle. Sana bir şey anlatacağım dedi ve Ankara'da bir üniversitede yaşanan bir olayı anlattı. Bu pisliklerden kurtulmak için çok zor bir karar verip tam düzenimi kurmuşken hiç aklımda olmayan bir ülkede yeni bir başlangıç yaptım, artık duymak bile istemiyorum bu olayları. Kendi hikayemi istediğim gibi yazabilirim inşallah, pfff yazının başı nasıldı, neye bağlandı, türkiye sal bizi biraz pls)
Neyse.
Karanlıklar içinde bir ışık var, mor mor mor leylaklar 🌎
19 notes · View notes
vedahavasi · 9 months
Text
Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpâre, geniş bir ânın
Parçalanmaz akışında.
Bir garip rüyâ rengiyle
Uyuşmuş gibi her şekil,
Rüzgârda uçan tüy bile
Benim kadar hafif değil.
Başım sükûtu öğüten
Uçsuz, bucaksız değirmen;
İçim muradına ermiş
Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim,
Mavi, masmavi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim...
Ahmet Hamdi Tanpınar
20 notes · View notes
mecnun1cinar · 3 months
Note
Aşık olmak nasıl bir duygu?
Bütün gökyüzü içine dolmuş gibi,dünyada bütün sokaklar karanlik ışık bir tek sana varmış gibi küçükken terasta uzanip arkadaşlarınla gökyüzünü ve kayan yıldızları izlemek kadar güzel bir his hafif esintili yaz akşamlarında denize karşı günbatımını izlemek kadar iç ferahlatıcı o'nunla konuşurken sanki butun dünyada zaman akio giderken ikiniz arasında duruyormuş gibi belkide bundandir sevdigin kisiyle konusurken 1 saat 10 dakika gibi gelmesi gibi,uzun süren sussuzluk sonrası içtiğin suyun bütün vucudunda o rahatlatıcıliğini hissetmek kadar guzel iste öyle bir şey
8 notes · View notes
aynodndr · 4 months
Text
Tumblr media
Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpâre, geniş bir ânın
Parçalanmaz akışında.
Bir garip rüya rengiyle
Uyuşmuş gibi her şekil,
Rüzgârda uçan tüy bile
Benim kadar hafif değil.
Başım sükûtu öğüten
Uçsuz bucaksız değirmen;
İçim muradına ermiş
Abasız, postsuz bir derviş.
Kökü bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim,
Mavi, masmavi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim.
Ahmet Hamdi Tanpınar
Anısına Saygıyla ❤
7 notes · View notes
tipitip213 · 1 month
Text
Annemin kalçası
selam size anneme olan ilgimin nasıl ilişkiye dönüştüğünü anlatıcam..annem 165 boyunda 73 kilo beyaz tenli 36 yaşında bir kadındır.erken evlendiği için üç çocuğu olmasına rağmen halen çook sexidir.benim ençok ilgimi çeken yeri kalçalarıdır.kocaman kalçaları var ve hiç güneş yüzü görmedikleri için bembeyazdır
bazen eğilince arkadan kalçalarının yarığını görürürüm ve süt gibi beyaz kalçaları beni deli eder.evde genellikle dar elbiseler giyer ve bu enfazla tayttır.tayt giydiği zaman arkadan külot izi belli olur ve her zaman kendisine bir beden küçük kilot giydiği için harika bir görüntü ortaya çıkar tabi buda benim 31 lerimin en önemli kaynağıdır.evde yanlız olduğum zaman onun iç çamaşırlarını karıştırırım ve en az 3 posta atmadan rahatlamam çünkü annemin mükemmel iç çamaşırları var.ve bu çamaşırları onun üzerinde hayal ederim.ve azgınlığım dahada artar.
neyse asıl olaya gireyim.anneme olan ilgim gitgide artıyodu ve bunu fiiliyata dökmek için fırsat arıyordum neyse bi gece yine acayip azmıştım ve annemlerin odasına gitttim kapı yarı açıktı içeri yavaşça girdim annemler derin uykudaydılar nefes alışlarından anlamıştım.annemin kalçalarını okşamayı kafama sokmuştum.gece uykuda pek çok kişiyi okşadığım için biraz tecrübeliydim kimleri okşadım derseniz kardeşim halam ve amcamın kızını bir çok kez okşadım.annem yüz üstü uyumuştu ve yorganı yarı açıktı üzeride beyaz bi tayt vardı ve kocaman kalçaları dahada belirginleşmişti benim alet taş gibi olmuştu.yavaşça yaklaştım elimi yorganın altına soktum sıcacıktı ve ilk önce göt yanaklarını okşamaya başladım ilk kez annemi okşuyordum ve çok heyecanlıydım.tabi okşarken çok yavaş yapıyordum bi yandanda sikimi okşuyordum.taş gibiydi boşalmamak için kendimi zor tutuyordum.neyse bi ara annem uyanır gibi oldu elimi çektim biraz bekledim sonra devame ettim bu sefer kalçalarının arasına elimi soktum amının şişkinliğini hissettim çok etli bi amı vardı ve külot sıkıştırmıştı amını.o ara dalmışım okşamaya ve birden annemim sesini duydum çok kısık bi sesle odana git dediğini duydum şok olmuştum adeta nefesim kesilmişti dondum kıpırdayamadım annem tekrar ettim odana git diye bende yavaşça doğruldum ve odama gittim ama perişan durumdaydım yakalanmıştım.ve babama söylerse diye korkudan ölüyordum
neyse odama gittim beklemeye başladım ışık kapalıydı on dakka sonra annem geldi.sen ne yapıyodun dedi utanmıyomusun dedi.bende dayanamadım dedim evde çok dar giyiniyosun ve benda kendime hakim olamıyorum dedim sürekli seni düşünüyorum dedim bana beni düşünerek kendini tatmin ediyomusun diye sordu .bende evet dedim şaşırdı neremi peki diye sordu bende kalçalarını dedim hafif güldü işte bu gülümsemesi ilgimin onun hoşuna giititği anlamına geliyordu rahatladım. sonra bana hiç ilşkiye girdinmi diye sordu bende utandım ve hayır dedim.derken ışığı açtı ve kapıyı kitledi ve arkasını bana dönüp domaldı ben çok şaşırmıştım bana nasıl diye sordu bend emükemmeldedim ve yerimden kalktım kalçalarını okşamaya başladım annem taytını sıyırmaya başladı ben dur dedim ben soyacam seni dedim.oda tamam dedi ben yavaş yavaş sıyırdım taytını altında siyah ve dapdar bi külot vardı külot normaldi ama dar olduğu için annemin bembeyaz ve kocaman kalçalarının arasına girmişt.harika bi görüntüydü.en aletimi çıkarmadan ve annemin külodunu çıkarmadan kalçalarını arasına dayadım bu benim en büyük fantezimdi ve gidip gelmeye başladım bi yandan da body sinin üstünden annemin iri memelerini okşamaya başladım mükemmel bi ritim tutturmuştuk derken annem elini aletime attı ve çıkarmaya çalıştı bende yardım ettim ve çıkardık aletimi kafası mosmor olmuştu annemin aletime dokunmasıyla boşaldım aşırı derecede fazla kamıştı menim ama sikimin ineceği yoktu.
annemi yatağıma yatırıp etli ve kısa kıllı amını yalamaya başladım gece olduğu için fazla inliyemiyordu ama kasılmasından zevk aldığı belliydi.amı iice sulanmıştı benimde aletim tekrar taş gibi olmuştu.annemi ters çevirdim amacım koca götünün arasına sokmaktı o da amdan istemedi çünkü yanımızda prezervatif yoktu.göt delii dar gürünüyordu ve yalamaya başladım bi yandanda amını parmaklarımla okşuyordum annemin kasılmaları iyice hızlandı oda boşalıyprdu sanırım ama ben deliini yalamaya devam ediyodum.deliğini iice yumuşattım ve anneme hazır olmasını söyledim annem yastığı ıssırdı ve ben aletimin başıdı deliğine dayadım ve yavaş yavaş sokmaya başladım ilk başlarda annem inlemelerini artırdı ve yastığı ıssırdı ama biraz gidip gelince deliği genişledi ve ben 2-3 dakka git gelden sonra bi daha boşaldım ama inanın sikimde hiç inme olmadı.sonra anneme bi daha istermisin dedim o da acele edersen olur dedi ve yine gidip gelmeye başladım annme zevkten inliyordu ve bende bi yandan kocaman ve uçları dikleşmiş memelerini okşuyorum bi daha boşalmama az kalmıştı sikim çıkardım göbeğine boşaldım annem acayip zevk almıştı ....sonra her fırsat bulduğumuzda sikişiyoruz annemin koca götünü sike sike dahada büyüttüm ve onunla kimse omadığı zamanlarda iç çamaşırı fantazilerimi gerçekleştiriyoruz aanem benmi ona alığım külolu çorapları ve külottları giyip karşımda dans ediyor...tekrar görüşmek üzere....
39 notes · View notes
lotusaurent · 6 months
Text
Gözlerin, geceye düşen ışık,
Kalbimde çalan masum bir melodi.
Sevginin dokunuşu rüzgar gibi hafif
10 notes · View notes
mylittlejournals · 10 months
Text
Dünyaya silik ya da belirgin bir iz bırakmak istiyorum. Büyük ya da küçük. Öldüğümde insanlar beni bir tebessümle hatırlasınlar istiyorum,sevdiğim insanları hiç kırmamak istiyorum. Benim yaşadıklarımın benzerini yaşayan çocuklara yuva olmak istiyorum,bazen yalnız bir insanın yol arkadaşı,bazen birinin hayatında bir defa görüp tavsiye alıp hayatını iyi anlamda değiştirebilecek birisi olmak. İç ve dış anlamda güzel olmak,etrafı güzelleştirmek,bir tüy kadar hafif ve aynı zamanda bir kılıç kadar keskin bilgeliğe sahip olmak. Yaşamak için yasamak değil,yaşattığım insanlar için yaşamak. Bir müziğin sesinden mutlu olmak,bir şiirde gözlerinin dolması ya da bir sarılmanın verdiği sıcaklık hissi. İnsanlara ışık olmaya çalışmak,kendi içimdeki karanlığı aydınlatmazken. Yaptığım her şeyde en iyisi olmak,azmimle kendi yarattığım başarıyı izlemek istiyorum. Bunu kendim için yapmayacağım,bizzat bunu görmek isteyen çocukluğum ve gençliğim için yapacağım. Eğer bu dünyadan anımı yaşayamadan, rüzgâra kapılmadan gidersem bu kendi ayıbımdır.
10 notes · View notes
girifit · 1 year
Text
şimdi kalktım, uzandığım buz gibi zeminden. göz kapaklarımı açmak için zorluyorum. boş koridorda yalpalayarak yürüyorum. bir kaç iz var. kanaması geçmiş ama çok kan akmış. temizlemeye çalışıyorum her yeri. fayansta kalan izleri. yorgun düşüyor bedenim. şimdi değil, diyorum. dağıttığım her şeyi topluyorum. kırdığım aynayı kaldırırken ellerimi görüyorum. kan olmuş tırnak içlerim, kesik olmuş parmak uçlarım. gözümü kapatıp tekrar açarsam yok olurlar sanıyorum. ama yanılıyorum. defalarca ve ağlayarak. gözümü kapatıp yeniden açıyorum. gitmiyorlar. siliyorum yaşlarımı. yavaş yavaş gidiyorum, karanlık odaya. rafların üzerinde tarihi geçmiş ilaçları kaldırıyorum. iğneleri gün gün ayırıyorum. aynı şeyi ilaçlar için de yapıyorum. bir not ilişiyor gözüme. "düzenli kullan" benim yazım. yırtıp atıyorum. izi kalıyor. hayır duvarda değil, içimde. içimde çok derin bir izi kalıyor. geçer diyerek kandırmıyorum kendimi. susuyorum. kendime susuyorum. loş ışık altında, pencere kenarında. hafif soğukluk var. saçlarım ıslak. bedenim de ıslak. üşüyorum. üzerimde ne var, bilmiyorum. bakmıyorum da. gözüm sokak lambasında. sızlayan parmak uçlarım ise zar zor bu yazıyı yazıyor. kapım hafif aralık. ama evin içi kapkaranlık. terk edilmiş bir bina gibi. terk edilmişim gibi. boğazımdaki ağrı geçer umuduyla yavaş yavaş su içiyorum. yutkunamıyorum. gözlerim yere düşmüş ilaçlara kayıyor. iyiliğim için verilen ama benim ölmek için kullandığım ilaçlar. gözlerimin dolmasını bekliyorum. ağlarım diye düşünüyorum. oysa yüzüm hâlâ mahkeme duvarı gibi. tek bir duygu dahi yok. gözlerim kapanmaya yüz tutmuş. ama ben korkudan uyumak bile istemiyorum. bir kurtuluş aramıyorum. o kurtuluşu bulamadım, bulamıyorum. aramaktan bitap düştüm. şimdi dinleniyorum. şimdi sadece bekliyorum. kanamanın durmasını. belki de zamanın durmasını, bilmiyorum. ben adım atamıyorum. ben olduğum yerde sayıyorum. ben kaybediyorum. ve şimdi tam zamanı. bitirmenin. tam. zamanı.
48 notes · View notes
ahmetcumhur-blog · 10 days
Text
Tumblr media
Aldous Huxley
Cesur Yeni Dünya
"Sadece otuz dört katlı yerden bitme gri bir bina. Ana girişin üzerinde şu sözcükler, LONDRA MERKEZ KULUÇKA VE ŞARTLANDIRMA MERKEZİ ve üzeri kaplanmış olan Dünya Devleti'nin sloganı, CEMAAT, ÖZDEŞLİK, İSTİKRAR.
Zemin kattaki devasa oda kuzeye bakıyordu. Odanın kendisinin bütün tropik ısısına karşın pervazların ötesinde tüm yaz boyunca soğuk kalan ince sert bir ışık; pencerelerden süzülüp aç gözlerle, üzerine kumaş örtülü bir figür, soğuktan titreyen soluk siluetli bir akademisyen arıyor, ancak yalnızca bir laboratuvarın cam, nikel ve solukça parıldayan porselenini buluyordu. Kış donukluğuna yine kış donukluğu karşılık veriyordu. Ellerine soluk ceset rengi lastik eldivenler giymiş işçilerin tulumları beyazdı. Işık bir hayaletti, donuk ve ölü. Sadece mikroskopların sarı gövdelerinden belli bir parlak ve canlı töz ödünç alıyordu, çalışma masaları boyunca cilalı tüplerin arasında uzun bir silsile halinde birbirini izleyen enfes çizgiler tereyağı gibi duruyordu.
"Burası da," dedi Müdür kapıyı açarak, "Dölleme Odası."
Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi Müdürü odaya girdiğinde, güçlükle nefes alan sessizlikte, derin konsantrasyondan kaynaklanan dalgın kendikendine konuşmaların ıslık ya da uğultusunun ortasında üç yüz Döllendirici, aletlerinin üzerine eğilmiş çalışıyordu. Yeni gelmiş çok genç, pembe ve tüyü bitmemiş bir bölük öğrenci, ürkek ve acınacak bir şekilde Müdür'ün ardı sıra yürüyorlardı. Her biri elinde bir defter, yüce adam ne zaman bir söz edecek olsa umutsuzca birşeyler yazıyordu. Asıl kaynağın kendisinden. Nadir rastlanır bir ayrıcalıktı. Londra Merkez KŞM Müdürü yeni öğrencilerine değişik bölümleri bizzat gezdirmeye bilhassa önem verirdi.
"Sadece size genel bir fikir vermek için," diye açıkladı öğrencilere. Çünkü zaten işlerini zekice yapacaklarsa genel bir fikirleri olmak zorundaydı ancak toplumun iyi ve mutlu üyeleri olacaklarsa ne kadar az bilirlerse o kadar iyi olurdu. Çünkü herkesin bildiği gibi, tikeller, erdem ve mutluluğu getirir; genellikler ise entelektüel açıdan kaçınılmaz belalardır. Toplumun omurgasını düşünürler değil, oymacılar ve pul kolleksiyoncuları oluştururlar.
"Yarın," diye ekledi, hafif tehditkâr bir cana yakınlıkla, "ciddi çalışmaya koyulacaksınız. Genelliklere ayıracak zamanınız olmayacak.
Bu arada, bu bir ayrıcalıktı. Dosdoğru kaynağından deftere. Çocuklar delice yazmayı sürdürdüler."
2 notes · View notes
derilx · 17 days
Text
...benim güzel insanlığım aralarında dolaşan beyaz renktekiler. Benim sana karşı duygularım kaoslarıyla sana değil, bana zarar verirler. Merhaba dünyam. Benim sana bıraktıklarım seni kesecek olanlar değil, yeşertecek olanlardır.
Karıştırma beni diğerleriyle, rengi değişenlerden değiller. Eğer gerçekten bakmayı bilirsen göreceksin onları. Eğer gerçekten bakmak istersen beni göremediğin köşede hafif bir beyazlık göreceksin, seni bana getiren. Takip etmeye başla beyaz aslanı, yolun sonunda ben olmasam da benden kalan bir hatıra bulacaksın.
Ufak bir kutu belki de, ufak bir mesaj, ufak bir cam, ufak bir ışık, ufak bir ay olacaktır belki de. Her şekilde ufak olacağı kesin. Onu sen ufalttın, hatırla bunu. İçimde kocaman olan o iz sana ulaştığında belli belirsiz olacak. Eğer sarılırsan ne olur bilmiyorum, açıkçası sarılırsan kaybolacaktır kucağında diye düşünüyorum. Benim güzel beyazlığım affetmez kendini kirletenleri. Alıştığım gibi alışacaksın, ve burada bitecek hikayemiz.
Ufak bir pişmanlığın yıldızında, ben senden uzak bir diyara yol alacağım. Beni görüp bir dilek tutacaksın senin için bıraktığım dünyada. Görmeyeceğim seni, aynı senin beni görmediğin gibi...
2 notes · View notes