Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın bir sincap gibi mesela, yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki, mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda insanlar için ölebileceksin, hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, hem de en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak yanı ağır bastığından
“Nothing is ever as beautiful as the first isolated moments with someone who might be able to love you — with someone you yourself might be able to love. There is nothing as silent as these minutes, nothing so saturated with sweet anticipation. It is for these few minutes that we love, not for the many that follow. Never again, they realize, would anything so beautiful ever happen to them. They might be happier, more impassioned, too, and infinitely satiated with their own bodies and with each other’s. But never again would it be so beautiful.”